Geçen gün süpermarketin uzun süreden beri bakmadığım raflarında ‘zenginleştirilmiş un’ görünce çok şaşırdım. Amerika’da uzun süreden beri uygulanan ve dünyanın en fazla sağlık harcamasını yapıp en fazla hastalığa sahip olan ülkesi olma durumlarına ciddi şekilde katkıda bulunan yiyecek maddelerinin içerisine demir ve folik asit katma işi burada da başlamıştı. Bu bence toplum olarak başımıza gelebilecek en kötü şeylerden biri. Son yıllarda artan hastalık oranları bundan sonra bir ivme daha kazanmış oldu. Acı sonuçlarını önümüzdeki yıllarda göreceğiz.

Amerika’da 1950’lerden beri katkılı un kullanılıyor, bu tarihten önce gluten alerjisi pek görülmüyordu. İsveç ve Finlandiya’da 1995’e kadar kullanıldı, rastlantıya bakın İsveç’te 1996’da gluten alerjisi epidemisi son bulmuştur (1). Bu unları hiç kullanmamış olan Fransa ve Hollanda’da gluten hassasiyeti az görülmektedir. Demir katkısı ve demir preperatları bakteri florasını olumsuz biçimde bozmaktadır.

Oldukça küçük bir miktarı emilebilen demir besinlerin içerisine oldukça yüksek miktarlarda konulmaktadır. Öyle ki, katkılı kahvaltı gevreklerini mıknatısla kaldırabilirsiniz. O yüzden bakteri florasını değiştirmesi şaşırtıcı değil (2-3-4). Demir ayrıca kolondaki kriptleri negatif etkiler (5), feçeste serbest radikal oluşumunu artırır ve kolon mukozasında lipit peroksidaz aktivitesini yükseltir (6). İşte bu yüzden demir emilimini azaltan çay bitkisindeki fitatlar kolon kanseri için koruyucudurlar.

Demirin vücutta fazla birikmemesi gerekir, kadınların daha uzun yaşamasının iki sebebi var. Birincisi erkeklerden daha zeki olmaları 🙂 diğeri ise her ay periyodik olarak kan kaybetmeleri. Doğada ise erkek bireyler av, rekabet ve bölge savunması gibi etmenlerle kan kaybetmekteydi. Galiba hayatın bu kadar kolay olması bir anormallik yaratıyor. İşte bu yüzden düzenli kan veren insanlar daha uzun yaşıyorlar.

Peki kan seviyesi düşükse ne olacak diyebilirsiniz, ya yorgunluk halsizlik varsa.

Ama demir seviyeleri çok dramatik şekilde düşmediği sürece demir, kan yapımı için belirleyici basamak olmayacaktır. Vücuttaki kan nasıl olur da demirle eşdeğer tutulabilir ki eğer hammaddeleri soruyorsak, demirden çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Basitçe bunu genel besin ve sindirim kalitesiyle açıklayabiliriz ancak bilinen en önemli kofaktörün biyoaktif bakır olduğunu belirtmek istiyorum.

Demir metabolizmasının her adımı biyoaktif bakıra bağımlıdır. Kan yapımı adrenal bezden eritropoetin hormonu salınımı sayesinde kemik iliğinin uyarılmasıyla başlar. Bunu biyoaktif bakır olmadan yapamazsınız. Sonraki adım heme proteininin yapımıdır, burada da biyoaktif bakır olması gerekir. Heme proteinlerini bir araya getirip protoporfirin halkası yapımı için biyoaktif bakır lazımdır. Protoporfirin halkası içerisine demiri yerleştiren enzim ferroşelataz enzimidir ve biyoaktif bakıra bağımlı bir enzimdir.

Bakırın biyoaktif formu seruloplazmine bağlı formudur ve bu da karaciğerde A vitamini varlığında üretilir. D vitamini kullanan insanlarda karaciğer A vitamini seviyesi düşer ve biyoaktif bakır üretimi azalır. Buna bağlı olarak demir metabolizması problemleri ve oksidatif stres ortaya çıkar.

Pek çok insan kendinde demir anemisi var sanıyor ama aslında sahip oldukları şey demir toksisitesidir.

Ferröz formdaki demir (Fe+2) vücutta redox aktif etkiye sahiptir ve oldukça yıkıcı oksidatif strese neden olur. Demir ve hidrojen peroksit vücutta biraraya geldiğinde hidroksil radikali oluştururlar. Hidroksil radikali nedir? Vücuttaki en yıkıcı kimyasaldır.

Demir vücuttaki metilasyon problemleriyle de ilişkilidir. Bütün bu MTHFR psikodraması karaciğerde çok fazla demir bulunmasıyla da alakalıdır. Karaciğerde 200’den fazla metilatransferaz enzimi mevcuttur ve hepsi de biyoaktif bakıra ihtiyaç duyarlar. Çok fazla demir demek biyoaktif bakırın az olması anlamına gelmektedir. Sonra da dönüp insanların neden metilasyon paternleri bozuk diye soruyoruz.

Demir sadece bir oksidatif stres kaynağı değil, hem her türlü enfeksiyonun hem de kanserin yerleşip yayılabilmesi için temel gereksinimlerden birisi. 2009 yılına ait bu çalışmaya göre, ‘bir enfeksiyonun devam edebilmesi için neredeyse tüm bakteriler, funguslar ve protozoalar bir demir kaynağına ihtiyaç duyarlar. Mikrobiyal demir elde etme mekanizmalarının engellenmesi antibiyotik kullanımına bağımlılığı ortadan kaldırabilir’ (7).

1999 tarihli diğer bir çalışmaya göre ‘Demir bir oksidan olduğu kadar istilacı patojenler ve kanser hücreleri için besin kaynağıdır. Dokudaki fazla demir enfeksiyon, neoplazi, kardiyomyopati, artropati ve çeşitli endokrin ve nörodejeneratif kronik hastalıkların gelişimine neden olur. Canlıların demir tutucu defans sistemleri vardır ancak bu mekanizmalar çeşitli sebeplerle zarar görebilirler.’ (8)

2012 tarihli başka bir çalışmada yazar diyor ki ‘Demir patojenin yaşaması için esansiyel olup viral replikasyon için gereklidir. Ferritin seviyesi ortalamanın üzerinde olan kadınlar onkojenik HPV enfeksiyonundan düşük olanlara göre çok daha az kurtulabilmektedirler.’ (9)

Histoplasma capsulatum üzerinde çeşitli demir bağlama mekanizmaları gösterilmiştir. Glutatyon bağımlı ferric reduktaz aktivitesi bunlardan biridir. (GSH-FeR) (10). GGT salınımı ve buna bağlı ferrik formdaki demirin yüksek katalitik aktiviteye sahip ferröz forma geçmesi bu patojenin büyümesini sağlamaktadır. Patojenik mikroorganizmalar, demiri ferritinden çekerler. Her patojen ferritinden demir çekebilmek için kendi mekanizmalarını geliştirmiştir. (11)

Demir desteği kullanmak mikrobiyotadaki yararlı bakterileri patojenik bakteriler lehine azaltmaktadır. Demir kullanımı hem patojenik bakterileri hem de patojenlerin virulansını artırırlar (12,13).

Artık kronik hastalıklarda mevcut olan aneminin, vücudun demir seven patojen ve kanserlerden uzak durabilmek için, demir emilimini azaltıp dokularda depolaması nedeniyle gerçekleştiğini biliyoruz. Vücut tehlikeli bir durumdayken çabalayarak demiri azaltmaya çalıyor, ne yazık ki biz izin vermiyoruz.

Demir kanserle de yakından ilşkili, yarattığı oksidatif stresten dolayı DNA kırıklarına neden olmaktadır, diğer taraftan da DNA tamir mekanizmalarını bozar (16,17,18). Yükselen demir seviyesi magnezyum seviyesini düşürür. DNA hasarını engelleyen enzimler hep magnezyuma bağımlıdır.

Kanser hücreleri demiri biriktiriler; bazı kan kanseri türlerinde normalin bin katı konsantrasyonlara kadar çıkabilmektedir (19). Menapozla beraber meme dokusunda ferritin birikimi meme kanseri olasılığını arttırmaktadır (20).

Sadece enfeksiyon ve kanser değil, metabolik problemler, obezite ve diyabetin de yüksek demir alımıyla ilişkileri mevcut. (14) Günümüzde zenginleştirilmiş besin ürünleri kullanan ülkeler obezite ve diyabetin en yüksek görüldüğü ülkelerdir.

Doğal besinler içerisinde demir, organik formdaki bakır, çinko ve manganez mineralleri ile denge içerisindedir. Mikro moleküler etkileşimler homeostatik bir denge oluşturur ve demirin yıkıcı etkilerini engeller. O yüzden doğal demir içeren besinlerden korkmamamız gerekir. Şunu hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor: ”Muz yemek için dizayn edilmiş bir sisteme hangi maddeyi doğadaki bütün formundan izole edip verirseniz verin, bir takım dengesizliklere ve toksisiteye neden olacaktır.”

Bağırsak florası problemleri, kronik stres gibi genel problemler demir gibi minerallerin dengesizliklerinin altındaki ana nedendir ve öncelikle bu sorunlara eğilmek gerekir. Demiri doğal şekilde yükseltmek için karaciğer toniği ve mineral zengini karahindiba, atkuyruğu, ısırgan, dul avrat otu gibi bitkiler çok faydalı olacaktır. Karaciğer, koyu yeşil sebzeler, mercimek, soya, nohut gibi baklagiller ve kabuklu yemişler tercih edilmelidir. Doğal elma sirkesi, arı poleni ve incir anemi ve kronik yorgunluk için mükemmel destek sağlarlar. Ashwaganda (withania somnifera) bitkisi hem kronik strese direnç sağlar hem de bol demir içerdiği için oldukça faydalıdır. Örnekler çoğaltılabilir ama asıl önemli nokta şudur; ‘biz doğal şekilde beslenelim, demiri kullanıp kullanmayacağına vücudumuz karar versin. Çünkü en iyisini o biliyor.’

YAZARIN OKUYUCUYA NOTU: Bu yazı sadece bilgilendirme amaçlı olup, tedavi amacıyla kullanılmamalıdır.

Sn. Dr. Orçun Törer’in paylaşımlarını takip etmek için Istagram hesabını (dr.orcun_torer) takip edebilirsiniz.

KAYNAKLAR

1-http://www.diva-portal.org/smash/get/diva2:545154/FULLTEXT01.pdf
2-https://gut.bmj.com/content/64/5/731.short
3-https://academic.oup.com/ajcn/article/92/6/1406/4597520
4-https://academic.oup.com/femsre/article/38/6/1202/552682
5-https://academic.oup.com/jn/article/128/2/175/4724092
6-https://academic.oup.com/jn/article/131/11/2928/4686768
7-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/18675317
8-http://www.healtheiron.com/Websites/healtheiron/images/Iron_loading_and_disease_surveillance.pdf
9-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22426142
10-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/18761625
11-https://www.researchgate.net/publication/235637080_In_Ferritin_Functions_FERRITIN_AS_AN_IRON_SOURCE_FOR_PATHOGENS
12-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22272265
13-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22260221
14-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23578384
15-https://link.springer.com/article/10.1007/BF03179787
16-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/8664805
17-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/21072364
18-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3420138/
19-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/21072364
20-https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/14512884