Alman biyofizik uzmanı Andreas Ludwig Kalker‘in Klordioksit molekülünün çalışma prensiplerini anlattığı videosunu [altyazılı olarak] izleyeceksiniz. İşte konuşmadan sizin için seçtiklerimiz:

Klordioksit (KD), kuvvetli bir baz [pH13] olan sodyumklorit’ten elde edilen bir molekül. Bu bazik maddeye bir tür asit (Hcl) ekleyerek ortaya klordioksit gazının çıkmasını sağlıyoruz.

KD suda çok yüksek çözünürlüğe sahip ve bu özelliğinin yanına yaklaşabilen, bilinen başka herhangi bir molekül de yok dünyada.  KD’yi, suya geçmiş/hapsedilmiş gaz olarak düşüneceğiz.

KD diğer moleküllerle kimyasal bağ kurmaz, fakat adeta bir MIKNATIS etkisi oluşur aralarında. Diğer moleküler yapı içine adeta mıknatısla çekiliyormuş gibi alınır KD. Su molekülleri içine de aynen bu şekilde geçer ve böylelikle klordioksitli su elde edilmiş olunur.

Bu klordioksit GAZI 11°C’ye kadar KARARLIDIR, bu derecenin üstünde ise buharlaşır gider.

Endüstriyel kullanımı 100 yılı aşkın süredir devam etme KD’nin, bilinen en etkili/iyi dezenfektandır. Dünyanın refah seviyesi en yüksek yerleri/ülkeleri su arıtma ve diğer endüstriyel işlemlerinde klor değil, KLORDİOKSİT kullanır.

Klor başka moleküllerle kimyasal bağ kuran bir elementtir ve reaksiyon sonucu THM (Trihalometanlar) gibi kanserojen yan ürünler bırakır ardında. Oysa klordisoksit kimyasal bağ kurmaz, kanserojen herhangi bir yanürün de oluşturmaz.

KD’nin klora bir diğer üstünlüğü de iş gördüğü pH skalasının çok geniş olması. Kullandığımız ölçekteki Klordioksit için bilirbilmez TEHLİKELİ ÇAMAŞIRSUYU / BEYAZLATICI / AĞARTICI diyenleri yeniden okula gönderme kampanyasına davet ediyoruz.

Ağarma süreçlerinin hepsi oksijenasyon içerir, bu bir OKSİDASYON işlemidir.
Oksijensiz HİÇBİR ŞEY yapamazsınız. YANMA gerçekleşmez [Asena: hücrelerinizin nasıl enerji ürettiğini düşünün lütfen].

Ağarma, yavaş bir yanma prosesidir. Yani oksijenle yaptığınız HER İŞLEM, örn. NEFES ALIŞINIZ dahi AĞARTICI bir işlemdir!

SU + GÜNEŞ + OKSİJEN bileşimi, AĞARTICI etkiye sahiptir.

Ağarma işlemi doğal bir işlem, “iyi” veya “kötü”dür denilebilecek bir şey değil. Tıpkı asitlerde olduğu gibi bütün mesele çıkılan konsantrasyonda!

Örn., %37’lik Hcl (hidroklorikasit)’i elinize damlatırsanız etinizi deler geçer. Fakat bu asit aynı zamanda mide özsuyunuzda olan bir asit? Neden kimse ölmüyor? Çünkü bütün olay konsantrasyonda. KD hazırlamak için kullandığımız %4 – %5 konsantrasyonundaki Hcl’yi doğrudan dilinize damlatsanız bir şey olmaz.

Toksisitede kriter, kullanılan konsantrasyondur. Doktor reçetesiyle veya reçetesiz aldığınız HER İLAÇ BİR TOKSİNDİR. Ağartıcının (oksitleyicinin) ise toksin özelliği bile yoktur, çünkü tek yaptığı bedene oksijen vermek, oksijenasyon sağlamaktır.

Oksijenenasyon doğanın/vücudun KENDİ TEKNOLOJİSİDİR, çünkü, OKSİDASYON dediğimiz şeyi KAN dur durak bilmeden yapmaktadır zaten!

Her nefes alışımızda OKSİJENASYON yaşarız, yani ciğerlerimize oksijen (kimilerine göre pek tehlikeli şu meşhum ağartıcıyı) alırız. Vücut bu oksijeni alıp kan dolaşımına sokar ve alyuvarlar tarafından vücudun ulaşılabilen her yerine taşınır bu oksijen.

BOHR ETKİSİ:

Peki taşıdığı oksijeni hangi durumda serbest bırakır alyuvarlarınız?
Vücutta asidite nerede yükselmişse tam olarak oraya gider bırakır!

Enfeksiyonlar asidiktir
, tıpkı egzersiz yaptığınızda çalıştırdığınız kasların oluşturduğu laktik asit gibi.
Bu durumda vücut kandaki oksijeni gidip başka yere değil, asiditenin artmış olduğu bu bölgeye bırakacak ve bu şekilde orada daha BAZİK (alkali) bir ortam yaratılmış olacaktır.

PATOJENLERİN hemen hepsi asidik özellikte olduğuna göre, vücudunuzun kendi akıllı sistemi gidecek ve oraya oksijen sağlayacaktır.

Enfeksiyon = Asidite.

Sonuçta vücutta ASİDİTE, bu alanları BAZA yaklaştırmak için gelip oksijen bırakan KAN DOLAŞIM sisteminin kontrolündedir.

Ed-Not: Asit / Baz konusunu biraz daha iyi anlayabilmek için bu linkte verilmiş genel tanım ve örnekleri okumak isteyebilirsiniz.

Asidin baza nasıl dönüştürüldüğüne örmek olarak asidik limonun yakılarak (alkali olan) küle dönüştürülmesi örneği veriliyor. [Asena: Yanma eylemi vücutta oksijenle gerçekleşiyor.] İşte vücudumuz da METABOLİK ASİDOZU, non-metabolik asidoza dönüştürmek için AYNI işlemi KANLA yapıyor.

Vücutta alkalinizasyonu sağlayan yediğiniz gıda değil, aldığınız oksijendir.

Yediğiniz gıdanın yaptığı sizi alkalinize etmek değil, daha az ASİTLENME olmasını sağlamak sadece. Bu ikisi çok farklı şeyler birbirinden, sizi alkalinize filan etmiyor yediğiniz.

Alkalinizasyonu NEFES ALIP VEREREK yapıyoruz. Şöyle oluyor bu: Kan ciğerlerinize girdi, sonra biz hani şu meşhur oksitleyiciyi (ismine OKSİJEN ya da ÇAMAŞIRSUYU/AĞARTICI deniyor hani) şöyle derin bir nefesle ciğerlerimize çektik, bu oksijeni soluduğunuzda ciğerlerinizdeki kan “AĞARTILARAK” pH’ı da 7.41’e yükseltilmiş oldu.

HER nefes alışta kanın pH değeri 7.3’ten, daha bazik olan 7.4’e yükseliyor yani.

Ne sıklıkta oluyor peki bu? Günün 24 saati yapıyoruz biz bu işi, GÜNDE 15,000 ila 25,000 litre kadar yapıyoruz hem de!

Peki bu 15,000 l. ile 25,000l. arasındaki farkı oluşturan ne?

25,000’i görenler çıkıp egzersiz yapanlar,  15,000’likler ise tüm gün oturup hareket etmeyenler!

SORU: Hangisi daha sağlıklıdır: Spor/egzersiz yapan mı yoksa patates çuvalı gibi oturan mı?
Elbette, egzersiz yapıp vücuda daha fazla “AĞARTICI” (oksijen) alan kişi daha sağlıklı!

Peki Dr. Denham’ın 1956’da ortaya attığı “Yaşlanmada Serbest Radikal Teorisi bu durumda ne kadar doğru olabilir?

Kabul gören bu ‘Serbest Radikal Teorisi‘ne göre çıkıp egzersiz yapanın [Asena: Oksidatif Strese maruz kalanın], tüm gün oturandan DAHA SAĞLIKSIZ olması lazım.

İnanmak BİLMEMEK demektir, TEORİ de bir İNANIŞTIR sadece.
Fakat sorun şu: BİLİM teori üstüne kurulmuş yeni teoriler üzerinden ilerler, ve şayet temeldeki teorilerden BİRİ yanlışsa, kimse tutup değiştirmek İSTEMEZ bunu, çünkü o zaman iskambil kağıdından çıkılmış yapı tümden çökecektir de ondan!

Dünyaya şu an BİLİM DİNİ hakim ve bu DİN de GERÇEKLER değil, İNANIŞLAR üzerine kurulu! Bunları hakikat gibi göstermeye çalışsalar da, hayır, alakası yok.

2004’te Alman hekim Michel Rustoff, 3 ayrı üniversite ile birlikte yürüttükleri çalışmalarla OKSİDATİF STRESİN YAŞAM SÜRESİNİ bilakis UZATTIĞINI KANITLAYARAK Alman bilim ödülünü almıştır. Fakat bu, 13 MİLYAR dolarlık ANTİOKSİDAN endüstrisinin pek hoşuna gitmeyen bir gerçektir.

Çift oksijenli ‘klorDİoksit’ molekülü. Vücudun asidik özellikteki hücre ve dokuları ile yine aynı özellikteki patojenleri bu OKSİJEN ile yakarak (OKSİTLEYEREK) imha ediyor.

Pekala şimdi KANIN, taşıdığı OKSİJENİ kullanarak (veya OKSİTLEYEREK diyelim) vücudunuza BAZİTE kattığını öğrendik. Şimdi şu KLORDİOKSİT GAZIna (KD) gidelim tekrar. Bu gaz suda ÖYLESİNE İYİ ÇÖZÜNÜYOR ki, klordioksitli suyu içtiğiniz anda, derhal mukozalardan emiyorsunuz zaten.

Kanın PLAZMA (yani SUDAN oluşan) kısmına nüfuz eder KD.

Vücudun kandan oluşan sıvı (su) muhteviyatı sadece 6 litre iken, İNTERSTİSYEL SIVI [doku ve hücreler arası sıvı] miktarı belki bir 60 litreyi bulur.

O yüzden KD ile sırf KANLA alınabilecek etkinin ÇOK DAHA ÖTESİNE geçilir:  çünkü salt KANLA değil, TÜM VÜCUT SIVILARINIZLA karışır KD, hem de ANINDA!

Hatta vücut sıvısının OLMADIĞI veyahut çok AZ olduğu yerlere de ulaşabiliyor KD.
Örnek olarak KD ile iyileşen Artrit vakalarını verebiliriz.

Kendiniz yaşayıp gördüğünüz bir şeyin akisine sizi kimseler ikna edemez daha. Net.

Bu OKSİTLEYİCİ (KD) VÜCUT SIVISI kanalıyla TA DERİN DOKUYA işliyor–çünkü SUDA inanılmaz kolay ve iyi çözünen bir GAZ bu.

Bunun yanında yaptığı başka bir şey daha var; KANIN yaptığının AYNINI yapıyor ve EN ASİDİK YER NERESİYSE GİDİP ORAYA OKSİJEN BIRAKIYOR.

Klordioksit molekülü nerede bir ASİT MOLEKÜLÜNE rastlarsa anında kanın yaptığının aynını yapıyor ve Oksijen salıyor. Böylelikle OKSİJEN salınmış ve PATOJEN YAKILMIŞ oluyor. Yanma işleminin ardından da [Asena: Asitli limonun yakılarak bazik küle dönüşmesini hatırlayın] asidik patojenin yarattığı ortam baza dönüyor.

Sonuç: Ortam BAZİK patojen de ÖLÜYSE, sağlığınız düzelmeye başladı demektir işte.

SORU: Patojenleri ve orada başka her ne varsa onları da ÖLDÜREN bir şey, VÜCUDA NASIL ZARAR VERMEDEN bırakabilir ki?

Yanıt: Çünkü vücudun pH’ı 7.3. Vücutta kan hafif bazik haldedir zaten. Hafif bazik ortamda bu madde (KD) çokça NÖTRdür. Gelgelelim, kanın içinde(!) dolaşan hayli ASİDİK bir şeye rastladığı takdirde doğrudan TEPKİMEYE GİRİYOR KD.

Hatta bulunan şey ne kadar asidikse o kadar da güçlü tepkime oluşuyor.

O yüzden mesela E. COLİ veya SALMONELLA bakterisi ile karşılaşmada SON DERECE HIZLI VE GÜÇLÜ REAKSİYON VERİYOR.

Yani, SEÇİCİLİK var işin içinde!

Hatta SITMADA işe yaramasının sebebi de bu. Çünkü sıtma, ALYUVARLARIN içinde(!) yaşayan bir parazit. Epey korunaklı bir konumda yani; kırmızı kan hücrelerinin (alyuvarların) İÇİNDE yaşadığından İMMÜN sistem kolay kolay BULAMIYOR bunu ve YİYİP ORTADAN KALDIRAMIYOR.

İmmün sistem tutup vücudun kendi kan hücrelerini yemez! Öyle bir şey olsa tutar otoimmün hastalık filan derler ona da prosesi anlamadıkları için. Ama bu olmuyor tabii vücutta.

Sistemde ALYUVARLARIMIZ, bunların içinde de sıtma parazitlerinin trofozoitleri var.

Bu parazitler, alyuvarları içeriden yemekle meşgul!

Yedikten sonra hücre ortamına bıraktıkları DIŞKI ise korkunç ASİDİK.

Böyle olunca bu alyuvarların pH’ı, diğer kan hücrelerininki gibi 7.3 olmuyor tabii.

Diğerlerine oranla pH’ları fazlasıyla düşük [asidik] bunların.

Alyuvarlar arasındaki sıvıya klordioksitin intikal ettiğini düşünün şimdi. Bu sıvıya intikal edecek yalnız 3 KD damlası ile alyuvar başına(!) kaç molekül oluşturabileceğinizi hesapladım: alyuvar başına 433 MİL-YON molekül ediyor! Gayet yüksek bir sayıdır bu. Hem de sadece 3 damlayla. İşte bu yüzden SITMADA yüksek dozda alındığında işi bitiriyor. Kanı tam manasıyla temizliyor bu parazitlerden, çünkü ASİDİTE oranları yüksek. Olay bu.

Sindirim yolunda olan da aynı şey.

İyiler ve kötü bakteriler var ortamda diyelim–ki bence İYİ veya KÖTÜ bakteri diye bir şey yok, FIRSATÇI olma durumu var. Sindirim yolu sağlıklıysa KÖTÜ bakteri olmayacaktır, fakat diyelim bağırsak kanıyorsa oradaki İYİLER de KÖTÜYE dönüşecektir.

Bakterinin pH’ı negatifse oksitlenecek demektir. Bu kadar basit.pH’ı daha yüksek, yani tıpkı kendi hücrelerimiz gibi daha bazik olanlar ise SİMBİYOTİKTİR. NİYE peki? Çünkü pH’ın aynıysa vücuda saldıramazsın da ondan!

Elektrokimyasal seviyeleri AYNI

Mıknatıs gibi düşünün: İki artı kutup, birbirini İTECEKTİR.Bu bakteriler de buna benzer şekilde itiliyor diyebiliriz; hücreye saldıramıyorlar!Bir artı bir de eksi varsa, iki mıknatıs birbirine yapışacaktır.

Bakteriler de bu yolla hücreye veya içinde bulundukları ortama saldırabiliyor işte. O yüzden, bütün olay pH’ta.

Bakterinin asiditesi arttıkça zarar verme kapasitesi de yükselir genel olarak. Bakterinin türüne de bağlı tabii ama, onlar da işini yapıyor sonuçta, onların işi de bu.

Bedenin temel çalışma prensibi de pH üzerine kuruludur! Vücutta olup biten HER ŞEY pH’a bağlı gerçekleşir.
Her şey!
Bunu bilirsek, o zaman neyin nasıl çalıştığını da biliriz…
Kan nasıl pH’a göre gidip oksijen bırakıyorsa, klordioksit de aynını yapıyor işte! Hepsi bu!

İşin özü şu: BÜTÜN HASTALIKLAR ASİDİK ÖZELLİKTEDİR. ASİDİTEYE sahip hastalıklı alanlara siz OKSİJEN sağlarsanız şayet, veya OKSİTLEYİCİ diyelim, veya hadi AĞARTICI/BEYAZLATACI diyelim aramızdaki ÜSTÜN ZEKALILARIN anlayacağı şekilde…. Ortamı yaniden bazik hale getirebilirseniz vücut gayet rahat kendiliğinden iyileşecektir zaten, hem de mükemmelen. pH’ı düzelttiğiniz anda vücut yeniden çalışmaya başlar, bütün olay bu…

SEÇİCİ iş gören, gidip ASİTLİ alanları OKSİTLEYEN bir madde bu [KD]. Önemli kısmı da bu işin: SEÇİCİ İŞ GÖRMESİ.

Mesela OZON gibi doğrudan ağartıcı etki göstermez klordioksit.
Veya HİPOKLORİT gibi çalışmaz.
Hakiki ağartıcı/çamaşırsuyu HİPOKLORİT’tir işte.
KloRİT değil bakın, HİPOklorittir esas ağartıcı.
Çamaşırsuyu muhabbeti yapanlar klorit ile HİPOklorit arasındaki farkı bilmiyorlar.
Kulağa çok yakın geliyor ama bunlar farklı şeyler.
O yüzden, herkes dikkatli olsun ve hiçbir şekilde HİPOKLORİT filan içeyim demesinler.
Fazla kuvvetlidir bu madde ve yan etki oluşturur.
Bizim bahsettiğimiz madde Sodyumklorit‘tir.

Avrupa Komisyonu, yani BRÜKSEL Klordioksit öncülü Sodyumklorit’i, sadece Avrupa için geçerli olmak üzere, İLAÇ olarak ONAYLAMIŞ durumda. Dioksit formunu değil de bunun ÖNCÜLÜNÜ, yani ‘sodyumklorit’i kullanıyorlar ilaç olarak. Tabii bizim kullandığımız şekilde kullansalar çok daha etkili bir ALS ilacı olacak bu.

Not: Konuşma Parazitler ve Ağır Metaller arasındaki ilişki ve bunların vücutta yarattığı etkiler üzerinden devam etmekte.

İyi seyirler diliyoruz.

Sağlıkla,