Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanmakta olan tüm yapıtlar eser statüsünde olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır. Sitede bulunan yazı ve görsellerin site sahibinden izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması yasaktır.
Su Asaad’ın burada okuyacağınız HPV aşısı ile ilgili deneyimleri, SaneVax Vakfı başkanı Norma Erikson’un 2019 yılı içinde piyasaya çıkmış ve sisteme olan itimadlarının sonu trajedi ile bitmiş olanların öykülerinin anlatıldığı “Journeys from Trust to Tragedy” başlıklı kitapta İngilizce olarak yayımlanmış olup, kendisinin izni dahilinde sitemizde yayımlanmaktadır. Vurgular ve metin içine yerleştirilmiş bilimsel yayın görselleri ve diğer bilgilendirici açıklamalar Vitamingiller’e aittir.
Su Asaad, İstanbul, Türkiye
“İlaç firmalarının ihmalkarlığı yüzünden kaybolan yıllarım”
Benim adım Su Asaad. 1987’de Istanbul’da doğdum. Her zaman sosyal ve aktif bir kişiliğim vardı. 4 yaşında piyano çalmaya başladım. Bisiklet biner, basketbol oynar, tekvando, bale, yoga yapar dans eder, doğa yürüyüşlerine katılır ve şan dersleri alırdım. Hem İstanbul hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde Üniversite eğitimi aldım ve Ses Mühendisi oldum. Natalie Cole, The Cranberries, The Scorpions, Alan Parsons ve Burhan Öcal gibi dünyaca ünlü sanatçılarla çalışma fırsatım oldu. Profesyonel olarak şarkı söylemeye de başlamıştım… Kariyerimde yukarı doğru tırmanıyordum diyebilirsiniz. Her zaman yediklerime dikkat etmişimdir. Hiçbir zaman fazla kilolu bir insan olmadım. Hiçbir zaman ciddi bir sağlık problemi yaşamadım. Taa ki, o 3 doz HPV aşısını olana kadar…
Teyzem anneme bu aşıdan bahsetmişti, kanseri önlemek için yapıldığından ve kız kardeşimle birlikte yaptırmamız gerektiğinden. Doktorumla konuştuğumda, o da bu aşıyı önerdi. “Kanseri önlemek”, kulağa iyi bir fikir gibi geliyordu. Bu nedenle bu aşıları olduk.
İkinci dozdan sonra “sağlığımda bir problem var” dediğimi hatırlıyorum. Baş ağrılarım başlamıştı. Üçüncü aşıdan hemen sonra bayılacak gibi oldum. Başım döndü, ama doktorum bunun normal olduğunu söyledi, ben de üzerinde durmadım.
23 yaşındaydım. 2011’in Nisan ayıydı.
Kız kardeşim aşılardan sonra bir fark hissetmedi, ama ben sürekli yoğun bir yorgunluk hissetmeye başlamıştım. Hergün, bütün gün uyumak istiyordum. Mayıs ayında yeni bir işe başlamıştım ve bu şirket Türkiye’nin en prestijli post prodüksiyon şirketiydi diyebilirim. Ses tasarımı yapmak üzere işe alınmıştım. Bu benim hayalimdeki işti! Ama daha ilk hafta sürekli nefessiz kalıyor ve çok sık kalp çarpıntısı yaşıyordum.
Şirkete, orayı çok sevmeme rağmen fiziksel olarak yeni bir işe başlamaya hazır olmadığımı söylemek zorunda kaldım. Bana kendimi hazır hissettiğimde geri gelebileceğimi söylediler. Maalesef semptomlarım kötüleşti. Bağırsaklarımda şişmeler, çok sık idrara çıkmalar, düşük kan basıncı, boyun ağrısı, ellerimde ve ayaklarımda ve hatta bazen yüzümde uyuşmalar başladı. Benim için çok korkutucuydu.
Eylül ayına geldiğimizde, bütün bu semptomlara ek olarak göz kararmaları da başlamıştı, hastaneye gitmeye karar verdim. Önce bir Gastroenteroloji Profesörü bana problemlerimin psikosomatik olduğunu söyledi. Sonra bir Ürolog, kendimi eğitmemi ve idrarımı mümkün olduğunca uzun tutmamı söyledi. Ve son olarak bir nöroloğa gittim, çünkü göz kararmaları ve ellerimdeki uyuşmaların boyun kökenli olabileceğini düşündüm.
Yapılan testler sonrası, Beyin MR raporumda “Verteks düzeyinde solda bos mesafesinde artış (arakonoid kist?) bunun dışında normal sınırlarda kranial mrg incelmesi” yazıyordu ve önemli birşey olmadığı söylendi. Dorsal MR incelemesinde ise “D1-D9 aralığında vertebra en geniş yerinde 2.7 mm çapa ulaşan sirengomiyeli kavitesi” yazıyordu. Sonuç olarak, doktor bana Chiari Malformasyonum (beynin alt kısmının, beyincik denilen bölgenin, kafatasının altına inmesi, omuriliğe baskı yapması sonucu oluşan cidi nörolojik rahatsızlık) ve sirengomyelim (omuriliği kisti) olduğunu ve ameliyat olmam gerektiğini söyledi. Omurga ameliyatı kulağa çok korkutucu geldi. Başka doktorlara danıştım, MR görüntülerimi incelediler ve iyi olduğumu, bunun bir problem yaratmayacağını söylediler. Bir süre doktorlara gitmeyi bıraktım.
Yorgunluk hissim ağır bir şekilde devam ediyordu. Nişanlımla bir yere giderdik ve vardığımızda, arabada kalıp uyumak için ona yalvarırdım. Biz aşının ikinci dozundan sonra görüşmeye başlamıştık ve o zaman bu kadar yorgunluğum yoktu. Bu nedenle, o da anlam veremiyordu bu değişime.
Beslenmeme çok dikkat etmeye başladım, daha az karbonhidrat almaya daha çok egzersiz yapmaya başladım. Ama 2012 yazında, tüm semptomlarıma ek olarak bir de göz kapaklarım seyirmeye başladı.
2012 Ağustos ayında ilk nöbetimi geçirdim. Yaşadığımın bir nöbet olduğunu henüz bilmiyordum. Çok güzel bir gün geçirmiştik. Teyzemlerin çiftliğinde akşam yemeği için masayı hazırlıyordum. Birden çok güçlü bir “deja vu” hissi geldi ve baktığım yönü değiştirsem de his geçmiyordu. Nereye bakarsam bakayım, “ben bu aynı anı daha önce yaşadım” ve “şimdi çok kötü birşey olacak” hissi yaşıyordum. Bağırsaklarımdan beynime hızla bir elektrik çıktı ve beynim yanmaya başladı. Teyzemle nişanlıma bağırdım, ağlıyordum, ne olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Bütün bu yaşadıklarım belki sadece 1 dakika sürmüştü ama ben çok ama çok korkmuştum. Bir anksiyete atağı olamazdı, çünkü o ana dek çok mutluydum.
O hafta 6 kere daha yaşadım bu nöbetlerden ve bir nöroloğa gitim. Deja Vu hissi sonrası bağırsaklarımdan beynime hızla çıkan elektrik, sonrası kusacak gibi oluyordum (ama hiç kusmadım) ve sonra beynim yanıyordu sanki biri kızartıyormuş gibi.
Bazen nöbet sırasında sanki küçük dilim şişiyor, yutkunmak istesem yutkunamayacakmış gibi hissediyordum. Ve her zaman olmasa da çoğunlukla nöbetten bir saat sonra baş ağrım en yüksek seviyesine ulaşıyor ve yaklaşık bir saat sürüyordu. Hayatım boyu hiç baş ağrısı çekmemiştim. O döneme kadar hayatımda hiç ağrı kesici alma ihtiyacım da olmamıştı.
Bu gittiğim nörolog, geçen sene çektirdiğim için yeni bir MR’a gerek görmedi. Sirengomyeli teşhisini gösterdiğimde ise o teşhisin bu yaşadıklarımla bir bağlantısı olmadığın söyledi. Bir EEG testi istedi ve EEG’ye bağlı önemli bir tespit olmadığını söyledi. Rapor şöyle diyordu “Bu uyku ve uyanıklık EEG trasesi serebral biyoelektrik aktivitenin yaşına göre normal zemin aktivitesi zemininde hiperventilasyon ile belirginleşen sol anterior temporal bölgede hafif derecede fonksiyonel bozukluğun varlığını göstermiştir. İleri tetkik yöntemleriyle incelenmesi uygundur.”
Ben de araştırmalara başlamıştım ve yaşadıklarımını “temporal lob epilepsi” olduğunu biliyordum. Ailem epilepsi kelimesini duymaktan rahatsız olmuştu. Annem sürekli beni susturuyor, “Senin hiçbir şeyin yok!” diyordu. Tabii, bu benim daha da kötü hissetmeme sebep oluyordu, çünkü durumu kabul etseler çözüm bulmama yardımcı olurlardı. Ama reddetmelerinin benim iyileşmeme bir katkısı yoktu.
Doktorum bana “Lamictal” adında bir epilepsi ilacı verdi. Bana bu ilacı 3 ay kullandırttı. İşe yaramaması bir kenara, nöbetler günde 3 kereye yükseldi. Sanki ben bir pilmişim ve bir dakika içersinde şarjım tamamen boşalıyormuş gibi, hem fiziksel hem zihinsel anlamda bitmiş, tükenmiş hissediyordum.
Bunun günde 3 kere olduğunu hayal edin. Hayatımdan bezmiştim. Üç ay sonra, doktorumu tekrar arayıp ilaçların hala işe yaramadığını söylediğimde “O zaman bir psikolağa gidin” demesi benim için tamamen bir hayal kırıklığı oldu.
Bir psikoloğa gerçekten gittim. Sadece ona mı, bir sürü terapiye gittim, kendilerine şifacı diyen insanlar dahil. Ama iyileşme yönünde en ufak bir gelişme kaydedemedim.
Nöbetleri yaşarken, ailem bana panik olmamamı ve korkacak hiçbir şey olmadığını söylerlerdi. Neredeyse aklımı oynatacaktım, çünkü bu nöbetlerin panik veya korku ile hiçbir ilgisi yoktu. Ruh halimin iyi ya da kötü olması, nöbetlerin gerçekleşmesini hiç etkilemiyordu. Bazen nöbetler beni uykumdan bile uyandırıyordu. Uykudayken birden ve hızla çarpan kalbim beni uyandırıyor, bağırsaklarımdan beynime hızla çıkan o elektrik sonrası da dayak yemiş gibi hissediyordum.
Allaha dua ediyor, yalvarıyordum. Hiçbir şeyin bana faydası olmuyordu. Bazen sanki boğazım içerden çimcikleniyor hissi ile uyanıyordum, sanki birisi beni boğazlıyormuş
gibi. Kalkıp ağlıyordum.
Hayatım resmen bir kabusa dönüşmüştü ve kimse beni anlamıyordu.
Sanırım olanların en kötü yanıda buydu, yalnız kalmak…
Çevremde insanlar olmasına rağmen, kimse beni gerçekten anlamıyordu.
Herkes bu yeni semptomların psikosomatik olduğunu düşünüyordu.
Kasım 2012, ilk biofeedback seansım.
Çocukluğumdan beri frekans terapilerine hep merakım vardı. Annemin bir arkadaşı ona, benim de deneyimleme fırsatı bulduğum, biyorezonans terapisi önermişti. Çok eğlenceliydi. Vücudum hakkında birçok şey öğrenme fırsatım olmuştu. Büyüyüp ses mühendisi olduğumda ise, iyileştirici frekanslar ve beyin dalgaları ile ilgili çokça şey öğrenmiştim. Bu tarz terapiler yapan birçok cihaz araştırmış ve bazılarını deneyimleme fırsatı bulmuştum, tabii “quantum biofeedback” sistemi hariç.
Biofeedback seansımdan sonra, tam bir hafta boyunca hiç nöbet geçirmediğimi fark ettim. Bunu hiç beklemiyordum. Bana iyileşebileceğimi söylememişlerdi, ya da
iyileşebileceğime dair en ufak bir umut vermemişlerdi. Bu şok edici gelişmeden sonra, psikolog ziyaretlerime son vermeye ve bunun yerine biofeedback seanslarıma devam
etmeye karar verdim.
İlk üç seans her hafta gittim. Sonra iki haftada bir gitmeye başladım, ve daha sonra da seansları ayda bire düşürdük. Hayat enerjimi geri kazanmıştım. Tekrardan çalışmaya başlayabildim, prodüksiyon koordinatörü olarak çok iyi işler çıkarıyordum.
2013 yılında, biofeedback terapisti olmaya karar verdim ve Timisoara, Romanya’daki Victor Babes Üniversitesi’ne gittim. Orada nöro-elektrofizyoloji, nöroanatomi ve biofeedback sistemini öğrendim.
Artık kendi terapistim olmuştum.
Bir yıl daha hiç nöbet geçirmedim.
Aralık 2014‘te bir besin zehirlenmesi geçirdim ve nöbetler geri geldi. Enflamasyon semptomların geri gelmesini tetiklemiş olmalıydı. Sonraki haftalarda, başka bir nörolog görmeye gittim. Bu defa teşhisim “Auralı Migren” oldu. Çok alakasız bir teşhis olmuştu, çünkü her nöbet sonrası başım ağrımıyordu. Bu nöroloğun tedavi yöntemi, hastalarına nöbet günlüğü tutturması idi, onu da tuttum. Birkaç hafta içinde biofeedback yardımı ile tekrardan nöbetlerimi durdurmayı başardım.
Artık bir biofeedback uzmanı olarak çalışıyor, çok başarılı terapiler yapıyordum.
Kaygı bozukluğu veya depresyonu olan insanlar bir veya iki seansta tamamen iyileşiyordu. MS, Hashimoto, Sedef gibi bağışıklık sistemi hastalığı olanlar dahi ilk seanstan sonra iyileşme belirtileri gösteriyordu. Cihazım enflamasyonu dengeleme konusunda çok başarılıydı, ben de, cihazı yönetme konusunda. En ağır alerjiler bile tamamen yok oluyordu. Danışanlarımın sağlık problemlerinin kökenlerini bulabiliyordum. Bazen bu köken bir travma, bazen bir patojen, bazen de bir toksik birikim olabiliyordu. Kökeni ne olursa olsun iyileşmeler gerçekleşiyordu.
Maalesef 2016 Ocak ayında bir nöbet daha geçirdim. O dönem beslenmeme dikkat etmiyordum ve çokça tatlı tüketmeye başlamıştım. Muhtemelen bu da enflamasyonu tetikledi.
Bir arkadaşımın tavsiyesi ile yeni bir nörolog görmeye gittim. Bu doktorum, Epilepsi Protokolü ile çekilecek yeni bir MR istedi. Bu MR’da herşey normal gözüküyordu. MR raporu “Mezial Temporal Skleroz lehine bulgu saptanmamıştır.” diyordu. Ama yeni çekilen EEG raporu “sol fronto-temporal bölgede biyoelektrik dizorganizasyon zemininde hafif nöronal hipereksitabilite ile uyumludur.” diyordu.
Nöroloğum, fiziksel bir bulgu olup olmadığı konusunda emin olmak istediği için MR teknisyeni ile bizzat görüşmeye gittiğini ve ikna olduğunu söyledi. Beynin o bölgesinde hücresel boyutta birşey (patojen/ağır metal vs) olabileceğini ama bunu saptamanın çok acılı bir işlem olduğunu söyledi ve bu opsiyonu eledik. Benim talebimle kanda birkaç virüs baktık. Tüm IgM’ler limitler içerisindeydi. Doktorum bana normalde bu gibi bir durumda hastasına ömür boyu kullanacağı bir ilaç yazdığını ama benim her nasıl yapıyorsam bu nöbetleri dengeleyebildiğimi söyledi.
“Ne yapıyorsan devam et.” dedi.
Ben de ettim.
İlaca cevap alamadığı bazı hastaları bana yönlendirmeye başladı.
“Ne yapıyorsan devam et” tabii ki sadece Biofeedback değil. KETOJENİK beslenme ve aralıklı oruçların da çok faydalı olduğunu keşfetmiştim.
Doktor David Perlmutter, gerçekleştirmemiz gereken şeyin “nörojenez” olduğunu mükemmel bir şekilde açıklıyor. Bu beslenmede, yeteri kadar su, magnezyum desteği (oksit formu değil!), sodyum (kaya/deniz tuzu), potasyum (bol salata/avokado) ve sağlıklı yağlar (soğuk sıkım zeytinyağ, otla beslenmiş hayvanın tereyağı ve hindistan cevizi yağ gibi) tüketmeyi unutmamamız gerekiyor.
Ayrıca egzersiz de yapıyorum, fitnes ve bol bol doğa yürüyüşü. Doğa yürüyüşü müthiş. Egzersiz enflamasyonu çok güzel kontrol ediyor.
Ağustos 2016′da evlendim. Hayatımın en mutlu günüydü. Ketojenik beslenmeye biraz ara verdim, iyiydim. Herkesin beslendiği gibi besleniyor, arada tatlı da yiyordum. Ama Ekim 2016‘da smear test sonucum iyi çıkmadı. Biopsi sonucu CIN3 idi, “Yüksek dereceli displazi/ In situ skuamöz hücreli karsinom.”
Doktorum bunun iyileşmeyeceğini ve tek opsiyonumun ameliyat olduğunu söyledi.
“Lütfen bir jinekolog onkoloğa görün ve LEEP işlemi yaptır” dedi.
Panikledim ve hemen bir randevu aldım. Doktor hiç ikna edici değidi. Bu HPV virüsü bir DNA virüsüydü, ve biz bu işlemi yaparsak bu kansere dönüşebilen hücrelerin tekrar
oluşma olasılığı çok yüksekti. O halde bu, semptomatik bir çözümdü.
Rahim ağzımı kesip çıkartmak yerine, önce iyileşmem, sonra da hastalık tekrarlamasın diye bağışıklığımı yüksek tutmam gerekiyordu.
Patojenlerin besinlerini keserek, yani şekeri/tahılları/baklagilleri/fruktozu/nişasta’yı, onları açlıktan öldürmem gerekiyordu. Kendimden bir parça kesmek yerine bağışıklık sistemimi
düzeltmem gerekiyordu.
Bu nedenle, bu işlemi reddettim ve doktoruma tüm sorumluluğu aldığımı söyledim.
2 ay boyunca günde 2000mg L-lysin desteği aldım. Beta-glukan da benim en iyi arkadaşım oldu. Biofeedback cihazımla kendime dejenerasyon ve virüs terapileri uyguladım.
Sonuç olarak, rahim ağzımı tamamen iyileştirdim.
Doktorum şok olmuştu, böyle bir sonuç beklemiyordu.
HPV, DNA testimde bile negatif çıkmıştı.
Bu dizplazi sonrası, yap-boz parçaları yerine oturmaya başladı. Bütün bu zaman boyunca, zihnimde hep geri gidiyor ve sağlığımın bozulmasını başlatan şeyi arıyordum
ve sonunda buldum. HPV aşısı olmuş insanların rahim ağzında displazi görülme oranı
olmayanlara göre daha yüksekti.
HPV aşısı sonrası birçok kızın ciddi nörolojk rahatsızlık yaşadığını öğrendim. Çok sağlıklı, canlı ve aktif kızlar, benim yaşadıklarıma çok benzer şeyler yaşamış, bazıları felç kalmış hatta ölenler bile vardı. Okudukça HPV aşısının bu yaşadıklarımda büyük rolü olduğuna, yaşadıklarımın tetikleyicisi ya da kökeni olduğuna daha da ikna oldum.
Yine de, kendimi şanslılardan sayıyorum. Biofeedback terapisinin, sinir sistemimin iyileşmesine yardımcı olduğunu biliyorum.
Belki yaşadığım semptomlara aşının içerisindeki yüksek doz aluminyum neden oldu.
Belki biofeedback cihazı ile yaptığım ağır-metal detoksları beni kurtardı.
Peki, neden ben bu aşıdan incinmiştim de kız kardeşim incinmedi?
Birkaç ihtimal var. İlki, ben 2009 senesinde Zona olmuştum (Yurt dışındaydım, doktor Zovirax hap yazdıktan sonra bir hafta içerisinde iyileştim). Bu muhtemelen sinir sistemimi hassaslaştırdı. İkincisi, çocukluğumdan beri bağışıklığım düştüğünde dudaklarımda uçuklar çıkar ve kız kardeşimin hiç çıkmaz. Üçüncüsü, çocukluğumdan beri ayaklarımda 3-4 tane küçük, geçmeyen siğilim vardı ve sonunda 2008’de geçti. 2008’de uçuğum çıkmasın diye düzenli L-lysin almaya başlamıştım ve 1-2 ay içerisinde bütün siğillerimin geçmesi çok şaşırtıcıydı. (Siğillerin viral olduğunu bu şekilde öğrendim. Bu zamana kadar hiçbir dermatolog, ki çok sayıda gördüm, bunu bana söylememişti.) Yani benim sinir sistemim patojen ve toksinlere karşı kız kardeşiminkinden daha hassastı.
Testlere ve terapilere onbinlerce lira harcadım.
Kariyerimde geri kaldım.
Ailem ve eşim zor zamanlar geçirdi.
Kaybettiğim zaman telafi edebilecek hiçbir şey yok.
Bu aşının piyasadan kaldırılmasını istiyorum.
Daha fazla gencin incinmesini istemiyorum.
Adalet istiyorum.
Ben ve tüm incinenler için tazminat istiyorum.
Biofeedback Uzmanı, Ses Mühendisi
Su ASAAD
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanmakta olan tüm yapıtlar eser statüsünde olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır. Sitede bulunan yazı ve görsellerin site sahibinden izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması yasaktır.
Merhabalar sizi bulma ve bu konuyu okumakta belki çok geç kaldım bende küçük bişe anlatayım tedavi ile gebe kaldım tedavi ile olduğu için doktorum bebeği ve beni riske atmamak adına tüm vitamin gebe iken yapılan tüm aşı ne varsa hepsi prosedüre uygun yapıldı eşimle Rh uyuşmazlığımiz var rhogam iğne bile hem hamile hem doğumdan sonra yapıldı. Gelelim benim yasadiklarima doğumdan yaklaşık 20 gün sonra genital uçuk çıkardım yürümeyi bırakın oturup bebeğimi bile emziremeyecek haldeydim doktoruma gittiğimde gözlerimin altı mosmor ayakta zor duran bir ben vardı kontrolden sonra ki doktorun yüzündeki o ifadeyi hiç unutamıyorum ne olmuşsun böyle genital uçuk dedi tabi tam da o dönemde bebemde kasık fıtığı çıktı ve ameliyat olması gerekiyordu doğumdan sonra ben ve eşimin annelerimiz memlekete gittiler kaldım tek başıma verdiği uçuk kremleri ile ben ayağa kalktım çok şükür. Benim mesleğim postacılik evet o erkeklerin genelde yaptigi bolca yolda yürüyen postacı ☺️göreve başladım bir baş dönmesidir gidiyor bende denge sağlayamaz hale geldim artık bir gün bir binaya çıktım yukarı aşağı inemiyorum başım çok fena dönüyor işi biraktim doğru hastaneye tetkikler önce KBB kontrolü Vertigo şüphesi temiz çıkınca nöroloji eeg istediler o da temiz çıktığını söylediler en son migren olduğu kanısına varıldı. Bebek küçük gece kalkmalari gündüz beden enerjimi bitiren bir iş ben tükenmiştim artık verilen ilaçlarla biraz toparladim(!) Hala bende kalan aşırı yorgunluk sürekli uyku hali mutsuzluk depresif bir şekilde dolaşıyorum ortalıkta (tabi aile hayatının verdiği bazı kötü durumlarda oldu) şimdi bunları okudukça doğumdan sonra bana nelerin olduğunu anlayabiliyorum çocuğuma da bilmeden araştırmadan sürü iç güdüsü ve kaybetme korkusu ile tüm aşılarını yaptırdım 6 yaşına girdi kreşe gidiyor ve seneye ilk öğretim ve aşı olmaması için dilekçe vermeyi düşünüyorum ve tüm bu ağır metallerden kurtulmak için de hacamat yaptırmayı düşünüyorum (ne kadar korksam da)