Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanmakta olan tüm yapıtlar eser statüsünde olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır. Sitede bulunan yazı ve görsellerin site sahibinden izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması yasaktır.
Soru & Cevap Oturumu Deşifre Metni
DÖ: Herkese merhaba, ben Dilek Özenel. Vitamingiller için yaptığımız Homeopati Podcast serilerinin bu bölümünü bildiğiniz gibi sizlerden gelen sorulara ayırdık. Bölümü sevgili Asena Devlet’le birlikte götürmeye çalışacağız. Sorularımızı herzaman olduğu gibi sevgili homeopatımız Serdar Büyüközer yanıtlayacak.
Öncelikle arkadaşarıma merhaba demek istiyorum. Asenacığım merhaba, merhaba Serdar Bey.
AD: Merhabalar.
SB: Merhaba.
DÖ: Bu hafta çok güzel sorular geldi. Homeopatinin bu kadar merak uyandırmaya başlaması çok hoş öncelikle. Epey sorumuz var ama zamanımız elverdiğince konu edeceğiz. Zamanımızın yetmediği soruları ilerleyen bölümlerin en sonlarında ele alıyor olacağız.
Vakit kaybetmeden, Asena’ya gelen ilk sorulardan başlayalım diyorum. Asenacım nasıl sorular geldi?
AD: Hemen bugünkü çağrımıza Facebook – ‘Adem ile Havva’ grubundan çok güzel geridönüş aldık. Kurucusu sevgili Sümeyye Solmaz‘ın Homeopatinin tarihi ile ilgili sorusundan başlamak istiyorum.
Homeopatinin başlangıç noktasının İbn-i Arabi olduğuna yönelik bildirimler gelmiş kendisine, sizin bu konudaki görüşlerinizi merak eder, Serdar Bey. Hakikaten bu kadar eskiye mi dayanıyor, der.
SB: Homeopatinin bilimsel kurallarını yazıya döken ilk bilimci Dr. Samuel Hahnemann, yani homeopatlar böyle kabul ediyor. Fakat, bunun dışında bir başlangıç tarihi aramayı ben doğru bulmuyorum. Ama şunu eklemek istiyorum; bilimin bütün alanlarında—sağlıkta, astronomide, fizikte vs–her zaman bir bulgunun üzerine yeni bir bulgu gelir ve o konu giderek daha da gelişir. Dolayısıyla Hahnemann, ‘Homeopati’ kelimesini ilk kullanan ve kurallarını geliştiren kişi olabilir ama elbette o da kendinden önceki birçok bilimciden ilham alarak bildiklerini ortaya döktü. Benim bu konuda söylemek istediklerim bu kadar.
AD: Anladım. Şimdi bilimsel gelişmede kültürlerarası bir geçişlilik ve tarihi bir devamlılık sözkonusu ama, bugün bildiğimiz şekliyle homeopatiye ismini koyan ve ilkelerini belirleyen Hahnemann diyoruz.
Kendisinin bir diğer sorusu yine en çok gelen sorulardan, bu konuda net cevabı sizden alalım: “Homeopatide alkollü remedy [ilaç] kullanımı var mı, varsa bunların tüm remedy’ler içindeki yerini vs. bilmek isterim”, demiş Sümeyye.
SB: Bu konu önemli. Özellikle bazı kesimler ülkemizde müslümanlar arasında alkolün haram olması nedeniyle bu konuyu çok merak ediyorlar. Ben de bu konuyu gerçekten biraz daha etraflıca ele almak istiyorum.
Şimdi öncelikle, homeopatik ilaçların elde edilme süreci içinde, ilaç yapılacak olan maddelerin içinde çözüldüğü sıvıda alkol bulunmakta. Fakat bu alkollü sıvıdan haplar elde edildikten sonra haplarda alkol kalmamakta. Çünkü alkol buharlaşmakta ve geriye süt şekerinden yapılmış haplar kalmakta. Dolayısıyla, eğer bir homeopatik ilaç hap şeklindeyse—biz onu globül diye biliyoruz– o hapları siz ağzınıza koyduğunuz zaman alkol almış olmuyorsunuz.
Bazı kişiler ilaçları orijinal ilaç çözeltisinden kullanmayı tercih ediyor—bazı homeopatlar. O zaman da, bunların raf ömrünün uzun olması için içine alkol konuyor ve bu etiketinde de yazıyor. Bu sıvı homeopatik ilaçların içinde alkol var ve üzerindeki etikette de yazar. Ama bütün homeopatik ilaçlar böyle olacak diye bir kural yok. Dediğim gibi, hap olanlarda alkol yok, sıvı olanlarda var.
AD: Sıvı olanlar da alkol ve su bazlı diye ikiye ayrılıyor mu peki, yoksa salt alkollü mü oluyor bunlar?
SB: Şöyle, sadece içinde su olan ve eczanede satılan bir homeopatik ilaç yok. Biz hapları bazen dozu daha hassas ayarlayabilmek için suda eritmeyi önerecek şekilde reçete edebiliyoruz. Yani biz, içinde alkol olmayan hapı alıyoruz, diyoruz ki bunu içinde bir bardak su olan şişenin içinde erit, sonra bu şişeden hergün bir kaşık iç diyebiliyoruz mesela… O zaman o şişenin içinde de alkol olmamış oluyor. Ama eczaneye gidip sıvı formda bir homeopatik ilaç aldığınızda onun içinde alkol oluyor, çünkü başka türlü o ilacın sterilitesini ve raf ömrünün uzunluğunu garanti edemiyorsunuz; su küflenebilir çünkü. Bildiğiniz içme suyunu bekletirseniz onu çok uzun rafta tutamazsınız, küflenebilir o. Kendi kendine küflenir, yani ufacık bir bulaşmayla küflenebilir.
AD: Peki bu alkollü remedy kullanımında dikkat edilmesi gereken bir şey var mı, yani dini inançlar dışında, sağlık açısından diyelim, küçük çocuklarda kullanımı tavsiye ediliyor mu bu alkollü–alkol bazlı–likit remedy’lerin?
SB: Böyle bir zorunluluk yok, dediğim gibi, ilacı sıvı formda sunmakla hap formunda sunmak tamamen ilacı üreten şirketin ve ilacı kullanmak isteyen homeopatın tercihi. Eğer bebeğe verilecekse ve alkollü olduğu için çekinen anneler varsa, eh o zaman hap formunu suda eriterek, o suyu bebeğin ağzına damlatabilirler ve sıfır alkolle ilacı vermiş olurlar.
DÖ: Homeopatik tedavide Batı ve Doğu ekolünün remedy kullanım ve tedavi planlama noktasında birbirinden farklı olduğunu görüyoruz. Bendeki soru bununla ilgili, Hedan hanım, Filiz ve Meryem hanımın ortak sorusu… Sizin bu konudaki düşüncelerinizi sorarlar? Bir de akut bir durumda sürekli tekrarlanan ve hatta 24 saat içinde 5-6 farklı remedy kullanılan bir tedavi programı güvenli midir, diye sorarlar.
SB: Homeopatide aslında Batı ve Doğu ekolü diye bir şey yok. Homeopati ilk defa, Almanya’da yaşayan Dr. Samuel Hahnemann tarafından Almanya’da keşfedildi ve kuralları belirlendi, kitap haline getirildi. Ve Hahnemann da kendi öğrencilerini bizzat yetiştirdi. Fakat aradan geçen 200 yıl boyunca, Homeopatiyi icra eden kişilerin bir kısmı Homeopatiyi kendilerine göre yorumlayarak başka uygulama şekilleri geliştirdiler. Ve bu nedenle de, kendilerine klasik homeopat diyen ve sadece Hahnemann’ın ilk belirlediği kurallar üzerinden homeopatik tedavi veren Klasik Homeopatlar var ve de bu yeni geliştirdikleri metodları başka isimlerle anlatan ve o şekilde icra etmeyi tercih eden homeopatlar var.
Benim Türkiye’de aldığım eğitim Klasik Homeopati eğitimi ve Hahnemann’ın ilk keşfettiği modelin hepimizin uygulaması gereken model olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, kendi bakış açımla cevaplıyorum ve o açıdan söylüyorum ki, bana göre bir tane homeopati var, o da Klasik Homeopati. Başka bir homeopati yok, homeopatinin başka bir icra edilme şekli yok.
DÖ: Evet.
SB: İkinci sorunuz da, akut bir durumda 5-6 çeşit ilacı tekrarlamak güvenli midir, uygun mudur?
Uygundur, yani hani kısa bir cevap—evet yada hayır şeklinde bir cevap—vereceksem, uygundur. Çünkü şöyle; akut bir durumda hastalık değişebilir yani mesela ateş ve öksürükle başlar, siz bir ilaç verirsiniz ateş düşer, öksürük geçer ama mide bulantısı başlar, bu sefer mide bulantısı için başka bir ilaç verirsiniz… Mide bulantısı biter kişinin tuvalete çıkamadığını görürsünüz, kabızlık için başka bir ilaç verirsiniz…
Hastalığın tablosu, hastalığın hastada ifade ediliş biçimi değiştiği zaman ilacı da değiştirmek gayet uygundur ve bu, Klasik Homeopatidir. Yani, farklı ve alternatif bir homeopati değildir, doğrudur.
Yapılmayacak olan şey şudur; birden fazla belirti için birden fazla ilaç seçilip aynı anda verilmez.
Sırayla verilebilir, ilaç değiştirile değiştirile verilebilir ama aynı anda verilmez. Yani kişide gördüğünüz 3 semptom için 3 ayrı ilaç seçip 3 değişik hapı aynı anda kişinin ağzına koymayız.
AD: Burayı biraz daha netleştirebilir miyiz? Hani, eğitimde şu ana kadar öğrendiğimiz, homeopat akut hastalığın, diyelim grip, belirti resmine bakar, o resme en uygun remedy’yi baktığı tablonun bütünlüğü içinde seçer, ve eğer resmi doğru görebilmişse de bu tek remedy ile hastalık hızlı ve kesin şekilde çözümlenir idi.
Şimdi, burada, tek hastalık için, aynı gün içinde, peşpeşe verilmiş değişik remedyler olunca, kullananların kafasında da soru işareti oluşuyor. Hani, deneme yanılma yöntemiyle gitmek istemeyenler olabilir küçük ve hassas çocuklarının bakımında.
SB: O konuya da biraz daha açıklık getireyim. Şimdi ilacı değiştirmek şu durumda doğrudur: Kişinin gösterdiği semptomlar değiştiyse, yeni duruma uygun olarak yeni ilaç seçilmesi Homeopatinin bir gereğidir. Aynı gün içinde hastalık tablosu değişebilir, yani ben kendi hastalıklarımdam biliyorum, aynı gün içinde—aynı akut rahatsızlık içinde– bir hastanın gösterdiği tabloda değişiklik olabilir. Tablo değiştiği zaman ilacı da değiştirmek gayet doğrudur. Ancak sizin söylediğiniz durum da haklı bir endişe, yani işte ‘Pantolon uyduramadık, gömlek verdim’ durumu yanlıştır. Hani öyle bir deyim var ya bizim argoda… Yani baktınız duruma uygun ilacı verdiniz, ama hiç işe yaramadı–yani olan semptomlarda da bir düzelme olmadı… Aa dediniz ilacı tutturamadım, iyi o zaman bir de bunu deneyeyim?! Şimdi bunu tabii arka arkaya 6 kere deniyorsanız aynı gün içinde, orada bir beceriksizlikten, bir acemilikten, bir bilgisizlikten söz etmek mümkün olabilir.
Gün içinde 6 farklı ilacı 6 değişik tablo için veriyorsanız burada hiç hata yoktur. Ama 5 kere ilaç verdiniz—5 farklı ilaç verdiniz– hastanın hiçbir tarafında hiçbir düzelme olmadı ve siz hala deniyorsunuz, 6. kere acaba bu mu diye ilaç veriyorsanız işte bu iyi değildir.
Farkı anlatabildim mi?
AD: Bence evet. Yani homeopatik tedaviyi kullanan kişiler olarak bizlerin de bu tür konularda biraz bilgilenmemizde fayda var. Hani ne beklememiz gerektiğini bilelim ki tedaviden acabalar olmasın, şüphe ve güvensizlik durumları yaşanmasın.
Şimdi, siz burada diyorsunuz ki, önemli olan, başvuru sebebi olan rahatsızlık için tavsiye edilen remedyler şikayetlere olumlu veya olumsuz etki ediyor mu, bunun iyi gözlemlenmesi. Hastalığın remedy ile oluşturulan etkiye bağlı olarak, doğal seyri içinde gösterdiği değişimlere yönelik verilen yeni remedyler ile, ‘Ya işte bu da kilidi açmadı, bir de bu anahtarı deneyelim’ şeklinde çilingir usulü remedy denemesi yapılması arasındaki farkın iyi anlaşılması.
Gün içinde iyileşme eğilimine girmiş rahatsızlığın hani, değişen belirti tablosuna göre önerilen ek remedyler için de doğru bir uygulamadır, kusur yoktur diyorsunuz.
SB: Evet.
AD: OK, tamam, gayet açık bence. Teşekkürler.
Sırada Vitamingiller sayfamıza Meryem Hanım‘ın bıraktığı soru var. Aynen şöyle diyor kendisi:
“Benim merak ettiğim konu şu: Nasıl ki doktora gidiyoruz, hastalığa çözüm bulamıyoruz, bir yenisi bir yenisi daha… Homeopatide de aynı şey olur mu? Doğru uzmanı nasıl seçeceğiz?”
SB: Homeopatide değil muslukçuda bile olur. Yani, hayat böyle… Dolayısıyla, homeopatlar da bu kuraldan bağımsız değiller. Bunun da maalesef bir güvencesi yok, yani siz bugün herhangi bir doktoru bir arkadaş referansı olmadan, kendiniz o doktorun verdiği tedaviyi tecrübe etmeden, yüzde yüz güvenceyle o doktordan tedavi alabiliyor musunuz? Kaldı ki, bütün bu olumlu referanslardan sonra bile başınıza arzu etmediğiniz durumların gelmeyeceğinin bir garantisi var mı başka bir tedavide? Böyle durumlar homeopatide de arzu ettiğimiz bir şey değil ama tabii ki başınıza gelebilir.
AD: Evet, anlıyorum. Yani sonuç olarak insanların biliyorsunuz mevcut modelde çok daha fazla dilleri yandığı için zannediyorum güven arıyorlar daha ziyade.
SB: Bu kaygıyı çok yaşayanlar için ilacımız var.
AD: Ona da bir remedy var, pekala…
Hedan Hanım’ın sorusuna geçelim, der ki kendisi:
“Yüzyüze bir kez dahi görüşmeden anamnez alınıp tedavi başlatılabilir mi?”
SB: Şimdi, bunu yapanlar olduğunu biliyorum, yapılmaz demiyorum, fakat bu şekilde yapmak daha zor. Şimdi, biz o kadar küçük şeylerden ipucu olarak yararlanabiliriz ki; sorduğumuz bir soruda hastanın ufacık bir duraklaması, sesinin boğulması, yutkunması, gözünü kaçırması, ayaklarında sinirli hareketler başlaması … Biz karşımızda oturan kişinin, yani ona merhaba derken elini sıktığımızda elinin sıcaklığından soğukluğundan bile kendimize veri toplarız.
Şimdi hal böyleyken, biri ile Skype’tan görüşmek, telefondan görüşmek… tabii ne oluyor, bu tür ipuçlarını çok azaltıyor. İmkansız mı? Değil. Yani, yapılmaz mı? Yapılır. Şimdi, siz eğer küçük bir şehirde yaşıyorsanız, bulunduğunuz şehirde homeopat yoksa ne yapacaksınız? Yani, başka bir imkan yoksa, seyahat etme imkanınız da yoksa kullanmayacak mısınız? Kullanacaksınız, yani yapacak başka bir şey yok. Ama iki seçenek de mümkünse, yani hem karşılıklı görüşmek hem de teknolojinin imkanlarıyla görüşmek mümkünse, hiç değilse ilk görüşmeyi yüzyüze yapmanızı ben tavsiye ederim.
AD: Evet, çözüm odaklı gitmek istiyorsak aslında, teknolojinin sağladığı bu imkandan da yeri geldiğinde faydalanabileceğimizi bilmemizde fayda var. Hani uzman olduğumdan değil ama bana da bu yönde soru geldiğinde, mümkünse ilk ana görüşme için bir gününüzü ayırın gidin, müteakip konsültasyonlar e-mail üzerinden de, Skype üzerinden de rahatlıkla götürülebilir diyorum. Çünkü bugün artık işin ehli uzmanlar bu şekilde dünyanın heryerinden hasta görüyorlar; salt homeopatlar da değil, fonksiyonel tıpçılar, naturapatlar da aynı şekilde çalışıyor. Fakat yine de, mümkünse ilk görüşmeyi yüzyüze yapın diyorsunuz.
SB: Evet, yani bir çaresizlik sözkonusu değilse yüzyüze yapılmasını öneriyorum ama yüzyüze yapılmayan tedaviden hayır gelmez, yanlıştır, sakın yapmayın demiyorum. Yani, bulunduğunuz koşullar ancak buna imkan veriyorsa yapılabilir tabii ki.
AD: Peki, biraz da meslek etik kuralları ve regülasyonlarla ilgili bir diğer sorusuna geçelim Hedan hanımın. Diyor ki, “Homeopat olduğunu iddia edip bizden ücretini aldıktan sonra tedavide başarı gösteremeyen ve tedaviyi yarıda kesen kişiyi şikayet edebileceğimiz yerler var mı?”
SB: Şimdi bu soruyu başka türlü ele almak istiyorum ben. Bugün Sağlık Bakanlığı’ndan ve tıp fakültesinden diplomalı ve Tabipler Odası’na kayıtlı bir doktor yaptığı tedavide başarısız olduğunda bunu şikayet edebiliyorsunuz diye bu doktor suçlu mudur? Yani burada önemli olan, sizi tedavi eden kişinin canla başla sizi tedavi etmek için kendi bilgisini bütünüyle kullanıp kullanmadığıdır. Eğer siz bu konuda bir şüpheye sahip değilseniz, sırf alınan tedavi işe yaramıyor diye bu kişiyi cezalandırmak bence doğru değildir. Çünkü eğer bu tür şeylerden şüphe ediyor iseniz, zaten ‘homeopat olduğunu iddia edip’ cümlesini kurmamanız lazım. Sorun, nereden diploma almış, nereyi bitirmiş… Eğer daha da şüpheciyseniz, burdan aldım dediği yeri, kurumu arayarak böyle birine bu diplomayı verdin diye de sorun. Ondan sonra içiniz rahat olarak görüşmeye başlayın. Ama siz bu kişinin homeopat olduğundan, iyi bir okuldan mezun olduğundan emin olduktan sonra, bu kişi sizin için emek harcayıp elinden geleni yapmışsa ama tedavi yine de işe yaramamışsa, bunun için bu kişiyi cezalandırmak doğru mudur? Yani böyle bir güvence verilebilir mi? Yani bu şey değil ki, böyle elektrikli ev aleti değil ki, aldın-bozuk çıktı-götür garantisi kapsamında yendisini al filan? Bu bir süreç, yaşıyorsunuz, iki taraf da elinden gelenin en iyisini yapıyor; bir taraf iyileşmek için terapistin her dediğini yapıyor, terapist de iyileştirmek için bütün bildiğini eliden gelen en iyi şekilde yapıyor. Burada bir sonuç alınamıyorsa, tamam terapistin bilgisizliği sözkonusu olabilir, başka engeller sözkonusu olabilir ama bunun için terapisti cezalandırmak doğru mudur?
DÖ: Serdar Bey, etik olup olmamasının dışında, böyle bir merci var mı? Asıl soru belki de oydu.
SB: Böyle bir merci tabii ki var, çünkü yani sonuçta, tedavi dediğimiz anda bunun kurallarını belirleyen bakanlık Sağlık Bakanlığı. Sağlık Bakanlığı, hertürlü tedavinin kimler tarafından nasıl yapılacağını belirleyen kurum. Dolayısıyla elbette ki bir şikayet mekanizması var, yani tıp doktorlarını nereye şikayet ediyorsanız aynı mekanizma üzerinden bir homeopatı da şikayet debilirsiniz. Çünkü neden? Zaten eğer işin legal tarafına, kanuni tarafına bakarsak Sağlık Bakanlığı ne diyor? Türkiye’de homeopatiyi sadece tıp doktorlarına ve diş hekimlerine icra etme yetkisi verdim diyor. Dolayısıyla, gittiğiniz kişi ya doktor ya diş hekimi… Dolayısıyla bir doktoru şikayet etme mekanizması da zaten bilinen bir mekanizma, bunun ALO hatları bile var yani.
DÖ: Bir sonraki soruya geçebiliriz zannediyorum. Çok yaygın bir problemle ilgili, alerjik bebekler durumu… Besin alerjilerinin altında yatan sebepleri sormuşlar, Filiz hanımın sorusu…
SB: Besin alerjilerinin altında bağırsak sağlığının bozuk olması yatar. Bağırsak sağlığı da, bağırsaktaki bizim işimize yarayan yararlı bakterileri öldüren çeşitli süreçler sonucu bozulur. Bunlardan bir tanesi antibiyotik tedavisidir.
Bir bebek sözkonusu olduğunda bir başka sebep sezaryen doğumdur. Çünkü sezaryende bebek normal doğum kanalından çıkmaz, ameliyatla hemen dışarı alınır. Böylelikle, doğum kanalında alması gereken, yutması gereken yararlı bakterileri yutamadığı için bağırsak florası son derece bozuk olur sezaryenle doğan bebeklerin. Eğer bu bebekler daha sonra çeşitli ilaç tedavileri alırlarsa çok erken dönemde, hele hele annelerinin de sütü olmaz da bir de mamaya erken geçerlerse, bu bebeklerin bağırsak florası çok bozuk olur.
Bağırsak florası bozulduğu zaman besinler düzgün sindirilemez ve tam sindirilememiş olarak kana karışır. O zaman da alerjiler ve giderek otoimmün hastalıklar başlar.
AD: Vitamingiller’in daimi takipçilerinden sevgili Devrim‘in sorusuna geçelim. Çok önemli bir konuya temas etmiş aslında. Der ki, “beslenme biçimi malumunuz bir sürü hastalıklara sebep. Beslenme biçimini değiştirmeden otoimmün rahatsızlıkları, adrenal bozuklukları tedavi eder mi homeopati?”
SB: Valla keşke etseydi, ben de baklava yemeyi bırakmayı hiç arzu etmiyor idim. Ama, hastalık nedir, biliyor musunuz? Hastalık size yaptığınız yanlışı gösteren ipucudur. Sağlıklı olmanın yolundan sapan kişiler hasta olur. Dolayısıyla, beslenme biçimini değiştirmeden iyileşemezsiniz çünkü o beslenme biçimi sizi hasta ediyorsa, onu bırakmadan iyileşmeniz mümkün değil zaten.
Şimdi, homeopati otoimmün hastalıkları, adrenal bozuklukları tedavi eder. Fakat sadece homeopatik tedavi alarak bu hastalıklardan kurtulmak çok daha uzun sürer. Eğer bir hastalığın kökeninde yanlış beslenme olduğunu saptayabiliyor isek kişinin hem beslenmesini düzeltmemiz gerekiyor hem tedavisini doğru yapmamız gerekiyor.
Sadece şunu yapmıyoruz; aynı anda, aynı dönem içinde hem beslenmesini değiştirip hem de ilaç tedavisi yapmıyoruz. Bunun da çok basit bir nedeni var, çünkü iki şeyi birden değiştirdikten sonra kişi düzelirse, hangisinin etki ettiğini bilemeyiz. Yani doğru ilacı mı verdik yoksa beslenmeyi değiştirdiğimiz için mi düzeldi bilemeyiz. O yüzden şöyle bir protokol izlenir; eğer kişi çok acı çekmiyorsa, yani yavaş ve sakin bir tedavi için vakit varsa önce beslenme biçimi değiştirilir, beslenmeyle alınacak yol alınır, biraz iyileşme gerçekleşir ve iyileşmenin tekrar tıkandığı noktada homeopatik tedavi başlatılır. Böylelikle, bir kerede bir değişiklik yapılmış olur. Eğer kişi çok kötü hissediyorsa, günlük hayatı çok aksıyorsa, o zaman da doğrudan homeopatik tedavi ile başlanır, beslenmesine hemen karışılmaz ama homeopatik tedavinin tıkandığı noktada, yani ilaçların artık işe yaramamaya başladığı bir tıkanma noktasında, yeni bir şey denemeden/başka bir ilaca geçmeden önce kişinin beslenmesi değiştirilir, beslenmeyle alınacak yol da alındıktan sonra yeniden ilaç tedavisine geri dönülür.
AD: Peki, bir parçası tedavinin beslenme de ama ben şeyi merak ediyorum Serdar Bey, bu Homeopati eğitim müfredatı içerisinde yer alır mı beslenme?
SB: Homeopatinin eğitim müfredatı içinde yer almaz fakat bence her terapistin, yani doktorların, diş hekimlerinin, homeopatların, akupunkturcuların ve şu ana kadar aklıma gelmeyen ne kadar terapi metodu varsa herkesin doğru beslenmeyi çok iyi öğrenmesi gerekir.
Ta antik Yunan döneminde Hipokrat bile “Bırakın ilacınız gıdanız, gıdanız ilacınız olsun” demiştir ve bütün hastalıkların bağırsakta başladığını söylemiştir. Dolayısıyla, seçmiş olduğunuz terapi metodunun seçiminde kapsamlı bir beslenme protokolü yoksa bile, doğru beslenme konusunda her terapist öğrencisinin kendini geliştirmesini ben tavsiye ediyorum. Bu konuda ben de oldukça emek harcadığımı söyleyebilirim.
Burada sadece şöyle bir sıkıntı var; doğru beslenme konusunda maalesef çok kafa karıştıran bilgi var. Yani, kimi diyor ki sadece meyvayla beslenmek sağlıklı; kimi diyor ki insanların birincil kalori kaynağı yağdır, bol bol yağ yiyin; kimi diyor ki sakın ha karbonhidrat yemeyin, yağ da yemeyin, sadece protein yiyin…
İşte mesela Dr. Atkins çıktı dedi ki, tavuk bile yerken derisini soyun, sırf tavuk göğsü yiyin dedi.
Ondan sonra, Montignac çıktı Akdeniz Diyeti yapın dedi.
Bizim doktorlarımızdan Prof. Dr. Ahmet Aydın Taş Devri Diyeti diye kitap yazdı ve ilk çağ insanları gibi düşük karbonhidratlı, yüksek proteinli ve yağlı bir diyet önerdi.
Daha sonra Prof. Dr. Canan Karatay biraz daha Türk insanının uygulamasını kolaylaştıran, işte “biraz lahmacunun zararı olmaz, kısır da yiyebilirsiniz” filan deyip ortayı yumuşattı, iyi de oldu çünkü böylelikle diyet yapmakta zorlanan birçok kişi bu diyeti uygulayarak gerçekten kilo verdiler ve hastalıklarından kurtuldular.
Dolayısıyla, peki “doğru” olan nedir?
Ben size kendi tecrübelerimden bir doğru üreteceğim. Yani bunun doğru olduğunu iddia etmiyorum, kendi tecrübemi paylaşıyorum. Bu aynı zamanda yani, benim şahsi bakış açım olduğu kadar içinde bir miktar homeopatinin bakış açısı da var.
Bir kere, uzmanlık alanı ne olursa olsun, bütün insanlara aynı diyeti önermek doğru değildir.
- Yani, herkes aynı miktarda su içmeye ihtiyaç duymaz.
- Herkes aynı miktarda protein yemeye ihtiyaç duymaz.
- Herkes aynı miktarda yağ yemeye ihtiyaç duymaz.
- Yağ yiyince kötüleşen insanlar vardır, şeker yiyince kötüleşen insanlar vardır.
Dolayısıyla, birinci altın kural, kişilerin kendilerine iyi gelen beslenme biçimini bulmaları lazım.
Ama ne var? Herkes için yanlış olan şeyler var.
- Bugün, çok şekerli beslenmenin yanlış olduğunu ve herkesin sağlığını bozduğunu biliyoruz.
- Sigara içmenin sağlığı bozduğunu biliyoruz.
- Alkol içmenin sağlığı bozduğunu biliyoruz.
Dolayısıyla, en temel yanlışlardan herkesin uzak durması lazım. Ama kendimiz için doğruyu araştırmamız gerekebilir.
AD: Kesinlikle katılıyorum Serdar Bey, çok iyi ifade ettiniz.
Sonuçta, insanların atıldıkları hastalık kategorilerine göre aynı ilaca bağlandığı devir bitiyor artık; ‘kişiye özel tıp’tan bahsediyoruz bugün, tıpkı Homeopatinin 200 yıldır dediği gibi…
Nasıl ki ilaçta, tedavide kişiye özel yol çiziyoruz, çoğu zaman tedavinin omurgası olan beslenmede de herkese kalkıp aynı gömleği giydiremeyiz.
Herkes için tek doğru diyet olmadığını anlamamız, kitaba bakarak değil midemizin sesine kulak vererek beslenmenin doğasını bozmamamız gerek aslında.
“Birinin şifası, diğerinin zehridir” diyorlar. Esasında çok iyi açıklıyor bunu.
Tabii günümüzün bu dejeneratif kronik hastalıkları için kısa ve orta vadede uygulanan tedavi edici bazı özel diyetler var; belirli bazı hastalık gruplarına iyi geliyor bunlar. Fakat bunlarda bile, kişinin çerçevesi çizilmiş bu diyeti yine kendi bireysel ihtiyacına göre değiştirip uyarlaması gerekebiliyor.
Bu oldukça geniş konuyu da belki ayrı bir bölümle ele alırız ileride.
SB: Çok ufak bir tüyo daha vereyim. Genellikle, hani hanımlar bunu çok iyi bilirler, hamilelik sırasında ‘aşerme’ dediğimiz bir olay var. Eğer canınız bir gıdayı gerçekten, içtenlikle istiyorsa, muhtemelen o size iyi gelen gıdadır. Ama şöyle de bir uyarı yapmak zorundayım, mesela şeker metabolizmanız bozulduğu için eliniz sürekli kurabiyelere gidiyorsa, tabii kastettiğim aşerme bu değil.
Ama mesela diyelim ki hastasınız veya hastalıktan yeni kalktınız, canınız deli gibi nar istiyor. İşte o zaman narı yiyin, çünkü muhtemelen vücudunuz o sırada nardaki bir şeye gerçekten ihtiyaç duyuyor.
AD: Antioksidanlar! İhtiyaç! Evet, doğru söylüyorsunuz.
Çok iyi hatırlıyorum, yılbaşında grip oldum, yatarak geçirdim. Ve hastalığın üçüncü gününde—hiçbir şey yemeden geçirdim zaten ilk iki günü– üçüncü günde 1 kavanoz Sauerkraut‘u bitirdim. O Alman turşusunu… İnsanın işte canı çekiyor, neye ihtiyacınız varsa. Oradaki işte o dolu C vitamini, o antioksidanlar, içsel pusula doğrudan yönü veriyor size.
İnsanın biraz kendi vücudunu dinlemeyi öğrenmesi lazım. Hep başkalarını dinliyoruz biz, hep başkaları versin bize akıl istiyoruz.
Biraz kendi vücudumuzu dinleyelim….vücut bize her şeyi anlatıyor zaten. Dediğiniz gibi, ne istediğini ne istemediğini bizim o “hastalık” etiketi taktığımız belirtiler ile zaten anlatıyor bize. Kulak vermek lazım.
Deyip, bir sonraki soru için ben hemen tekrar Dilek’e pas atmak istiyorum.
DÖ: Bendeki soru Sümeyye/Eren Bintaş‘ın ortak sorusu ve eminim birçok takipçimizin de sorusu.
Şöyle derler, ııh, aşı meselesi…
“Serdar Bey aşı meselesi hakkında ne der, kronik bir hastalıkta iyi bir sonuç almak ve ilaç/aşı geçmişini temizlemek adına neler önerir? Çünkü biliyoruz homeopatide hızlı sonuç alabilmek için aşı, ağrı kesiciler, kimyasallar, steroidler etkili oluyor, floramızın ve auramızın bozulmamış olması gerekiyor.”
Bu konuda ne önerirsiniz Serdar Bey?
SB: Aşı konusu çok hassas bir konu. Biliyorsunuz, aşının mutlaka yapılması gerektiğini düşünen doktorlar var, az sayıda doktor aşının yapılmasını tavsiye etmemekte. Bazı doktorlar da bazı temel aşıları tavsiye etmekte ama hepsini tavsiye etmemekte. Bu konuda onlar arasında da çok büyük bir fikir birliği yok. Bazı aşılar zaten Sağlık Bakanlığı tarafından bunlar zorunlu bunlar zorunlu değil diye ayrılmış durumda.
Bu konuda ben çok basit bir öneride bulunmak istiyorum. Bilgisayar ortamında aşı grupları var. Bu gruplarda aşıların neden yapılmaması gerektiğine dair değişik kaynaklardan pekçok bilgi paylaşılmakta. Şimdi, bize neden aşı olmamız gerektiğini anlatan pekçok bilgiye sahibiz, fakat aşıların riskleri ve de ‘aşı olmazsak ne olur’u anlatan çok az bilgiye sahibiz.
Benim bu konuda endişeli olan ebeveynlere tavsiyem şudur: Facebook’ta en az 5 tane sayfa veya grup var—sadece facebook’ta– ve bunun dışında YouTube’da birsürü eğitim videosu var ve birsürü internette websitesi var bu konularda (alternatif) bilgi veren. Amazon.com’da bu konuda yazılmış pekçok kaynak kitap var… Benim ebeveynlere tavsiyem, bir de alternatif görüşü okusunlar, araştırsınlar ve ondan sonra nihai kararlarını versinler.
DÖ: Son karar kendilerinin diyorsunuz.
SB: Son karar kendilerinin, çünkü şöyle söyleyeyim, ben size kendi tecrübemi söyleyeyim… Benim iki tane kuzenim var ve bunların da yeni bebekleri olduğunda ben onlara homeopatinin bakış açısını anlattım ve şu cevabı aldım: “Hastalanırsa sen mi bakacaksın?” Ve bütün aşılarını eksiksiz yaptırdılar benim kuzenlerim.
Dolayısıyla bu soru gerçekten sadece ebeveynleri ilgilendirir ve ebeveynlere tek tavsiyem yaptırın veya yaptırmayın şeklinde değil, araştırmanızı iyi yapın şeklinde.
DÖ: Peki aşılar homeopatik tedavi süresini uzatır mı?
SB: Şimdi o da şöyle… Şimdi, sağlıklı çocuklar aşı yapıldığında bu aşıdan daha az etkilenirler. Fakat sezaryenle doğmuş olan çocukların, başka sebeplerle, başka genetik hastalıklarla doğmuş çocukların aşılardan daha fazla etkilendiğine dair kanıtlar var. Böyle çocuklara arka arkaya çok sık aşı yapıldığında bu çocukların sağlığı ciddi bir şekilde bozulabilir. Ve bu olduğunda ve böyle bir çocuk homeopatik tedavi almaya başladığında, o zaman o çocuğun homeopatik tedavisi doğal olarak biraz daha uzun sürecektir.
Bu normal, yani bunu yalnızca aşılara bağlamak ve aşıyla ilişkilendirmek de o kadar doğru değil. Şöyle anlatmak daha doğru; bir kişi ne kadar ilerlemiş bir hastalığa, ne kadar büyük bir hastalığa sahipse, o kişinin tedavisi o kadar uzun sürecektir.
AD: Ben biraz daha geliştirmek istiyorum bu soruyu izninizle. Benim sorum da çünkü bunla bağlantılıydı:
“Bugünün koşullarında homeopatide detoks 200 yıl önceye göre daha ön planda olmalı mı, mevcut detoks yöntemleri nedir homeopatide?” diye soracaktım. Çünkü çocuklar kanlarında 300’e yakın kimyasalla dünyaya geliyor bugün biliyoruz ki, ki bunun da bir 3’te 2’si kanserojen kategorisinde olan kimyasallar. Eh, üzerine de doğum anından itibaren sürekli şekilde eklemeye devam ediyoruz toksinleri. Genç yaşta bu yüzden salgın boyutta kronik hastalıklı bir nüfus var elimizde. Bunun homeopati gibi ince, hassas etkileşimlerle çalışan bir tıp dalıyla daha çabuk ve kalıcı şekilde çözümlenebilmesi için önden acaba bunları bir arındırma yoluna mı girsek? Sonrasında başlanacak homeopatik tedavi acaba bu şekilde daha etkili olur mu diye merak ediyorum. Hani bir önceki soru da sanki daha ziyade detoksa giriyordu.
SB: Detoks için mesela, biraz daha spesifik açıklayabilir misiniz, nasıl bir detokstan bahsediyoruz?
AD: Homeopati özelinde mesela kullanılan, bizim de kullandığımız, özellikle Almanya’da geliştirilmekte olan lenf drenaj remedyleri var popüler mesela. Bunun dışında özellikle Almanya ve Amerika’da çok tutulan ve otizm tedavisinde bayağı başarılı sonuçlar veren ‘Homotoxicology’ diye özel bir dalı da var homeopatinin bugün.
Bunun da bugünün içinde yaşadığımız total kimyasal stresin neden olduğu yeni tip, hani 200 yıl öncesinin rahatsızlıklarından çok daha farklı ve çözümü zor hastalıklardaki artışın mecbur kıldığı bir gelişme olduğunu düşünüyorum homeopatide ve genel olarak doğal tıp dallarında.
Modern tıp hala karaciğeri kamçılamaya devam ediyor biliyoruz hani, çatlatana kadar. O kanattan pek ümidimiz yok detokstan yana, biz de o yüzden homeopatinin detoks çözümleri neler, onu öğrenmek istiyoruz. Çünkü bu artık bir lüks değil, günlük bir zaruriyet haline geldi.
SB: Tamam. Şimdi şöyle; burada kişinin yaşı önemli. Hangi detoks protokolünü yapacaksınız? Çünkü oruç da bir detoks protokolü ama bebeğe nasıl oruç tutturacaksınız?
Şimdi, bazı hastalarda homeopatik ilaçların çok zor çalıştığını görüyoruz. Aslında bunun sebebi o kişilerin vücutlarının aşırı derecede kimyasallarla kirlenmiş olması.
Bunu geçenlerde, bütüncül tedavi konusunda özellikle kendisini yetiştirmiş bir diş hekiminden dinledim. Vücudumuzun bütün bilgi alışverişini yaptığı dokusu ‘bağ dokusu’ dediğimiz, aslında sert bir doku olmayıp bütün sinir uçlarının, kılcal damarların uçlarının birarada buluştuğu hücrelerarası bir sıvı ortamı olan bağ doku.
Şimdi bu bağ doku ağır metallerle, kimyasallarla çok kirlendiğinde, işte burada alışveriş gerçekleşmiyor, yani kan damarlarıyla lenf sıvılarıyla hücrelerarası alışverişin gerçekleştiği bu sıvı kirlendiğinde, bunlar birbirlerine aktarmaları gereken besinleri aktaramıyorlar ve toplamaları gereken kirleri de toplayamıyorlar ve burada giderek daha fazla arzu edilmeyen materyal birikiyor. Ve böyle bir durumda homeopatinin de ilaçları çalışamayabiliyor. Ve bunun da temizlenmesinin önerilen pekçok yolu var, bir tane yolu yok. Yani, bu bir işte oruç olabilir ama bu oruç İslam’daki oruç gibi suyun bile içilmediği bir oruç değil de yani mesela, meyvesuyu içme orucu—yani katı gıdaların, proteinlerin, yağların alınmadığı bir oruç–, sadece su orucu olabilir, birtakım bitkisel desteklerin de yutulduğu–spirulina ve chlorella gibi bitkilerin yutulduğu—bir oruç olabilir, egzersiz olabilir, lenf masajları olabilir, birtakım doktor kontrolünde uygulanması gereken şelat kimyasal maddelerin damar içi verilmesi gerekebilir.
Dolayısıyla, bu detoks konusu zaten başlıbaşına bir konu ve detoks konusunu da kafanıza göre–hadi işte bu hafta bir detoks yapayım diye—yapmanızı pek önermem. Yani, bir günü etsiz ve yağsız geçirmek, sadece sebze yemekleri yemek çok sorun değil. Bunu kendi başınıza ve doktor kontrolü olmadan yapabilirsiniz, özellikle hani şeker hastalığınız filan yoksa ama ağır şikayetleriniz varsa bu detoks protokollerini kendi başınıza yapmanızı önermem. Mutlaka doktor kontrolünde yapmanızı öneririm.
Dolayısıyla, böyle ağır rahatsızlıklar öncesinde evet, detoks gerekebilir. Şimdi, bahsettiğiniz homeotoksikolojinin öteki adı Tautopati diyoruz biz ona. Mesela, diyelim ki siz bir antibiyotik tedavisinden sonra kendinizi çok kötü hissediyorsunuz ve bir daha hiç düzelemiyorsunuz, yaptığınız hiçbir şey de sizi kurtarmıyor. O zaman homeopatların bir kısmının kullanmayı tercih ettiği bir metod var–dediğim gibi klasik homeopati değil—Tautopati diye biliniyor, sizi geçmişte hasta eden antibiyotik tedavisindeki antibiyotikten homeopatik ilaç yapıyoruz, o homeopatik ilacı kullanarak o antibiyotiğin vücudunuzda yarattığı hasarı onarıyorsunuz.
Bu arada, hastalık deyince bir parantez açmak isterim; yani hastalık illa işte bir kimyasal ilaçtan bir aşıdan olacak diye bir şey yok. Mesela bir travma da sizi hasta edebilir. Yani mesela küçük bir çocuk azarlanmadan sonra hasta olabilir, ciddi hasta olabilir yani ölümcül hasta olabilir. Ruhu hassas bir çocuğu çok kötü azarlarsanız, çocuk bu azarlanmanın ardından çok ölümcül bir hastalığa yakalanabilir. Ve klasik tıbbın ilaçla yapacağı tedavi o çocuğu kurtarmaya yetmeyecektir çünkü homeopati gibi o çocuğun ruhunu onaracak, aurasını onaracak, enerjisini dengeleyecek bir tedaviye ihtiyaç vardır.
AD: Anladım, Bir sonraki soru da esasında bununla bağlantılı gibi geldi bana Serdar Bey.
Nihal hanım, homeopatinin hücresel işleyişe ne gibi etkide bulunduğunu merak ediyor. Şöyle soruyor:
“Zararı mı ortadan kaldırma prensibi var, yoksa yararlılığı arttırma mı?”
Bu sorusuna biraz da açıklık getirmek istemiş, şöyle diyor:
“Mesela benim kızımın çoklu gıda alerjisi var. Homeopati bu duruma bağırsak duvarını onarma ve zararlı patojen mantarları yok etme yoluyla mı çözüm üretiyor, yoksa yararlı bakterileri arttırma yoluyla mı? Hücresel çalışma prensibi nedir?” diye sormuş, “çünkü hücrede yabancılaşma olduğu takdirde çözümler hep geçici oluyor. Hatta bu yabancılaşma bir tarafı onarırken başka bir yerde yıkıma sebep veriyor”, demiş.
SB: Şimdi bu tıbbi bir bakış açısı; tıp için doğru, homoeopati için alakasız. Çünkü biz zaten hücreye etki ederek çalışan ilaçlar vermiyoruz. Yani diyelim ki bağırsağınızda mantar saptandı, diyelim ki—yani şu anda çok yaygın olduğu için onu kullanıyorum—kandida mantarı saptandı. Kandida mantarı için eczaneye gittiğinizde Nystatin diye bir kimyasal veriyorlar. Bu Nystatin, kandida mantarının dış zarını parçalayarak onu öldürüyor. Ondan sonra da probiyotik kullanıyorsunuz, kandidaları öldürmüştünüz, şimdi de probiyotik bakterileri arttırmak için probiyotik hap alıyorsunuz. O da laktobasili grubu yararlı bakteri sayısını arttırıyor.
Bu modern tıbbın çalışma şekli ama homeopatinin çalışma şekli değil.
Kandidası olan biri için verilen homeopatik ilaç bağırsakta hiçbir şey yapmıyor. Yani oradaki mantarla doğrudan temas etmiyor, neden? Çünkü homeopatik ilacın içinde zaten madde yok. Yani oradaki kandida mantarıyla fiziksel temas kuracak, onun işte dış zarını yırtacak falan bir ilaç vermiyoruz biz homeopatide. Ya da bizim verdiğimiz ilacın içinde yararlı bakteri de yok. Bizim verdiğimiz ilacın içinde maddesel düzeyde/hücresel düzeyde hiçbir şey yok.
Biz organizmaya, onun iyileşmesi için gereken bilgiyi veriyoruz, onun bozulan dengesini düzeltecek dengeleyici enerjiyi veriyoruz. Bunu şöyle örneklendirebilirim: Şimdi istila altında kalmış bir ülke düşünün, sınırlarını iyi koruyamıyor çünkü bu konudaki haberleşmesi zayıf. Şöyle bir dış yardım geldiğini düşünün bu ülkenin savunma sistemine, ordusuna… Uydu fotoğraflarını bu ülkenin siz ordusuna/karargahına gönderdiğinizde aslında düşmanı doğrudan öldürmüyorsunuz. Asker de göndermiyorsunuz ama düşmanın nerede olduğunu gösteren fotoğraflar gönderiyorsunuz. Şimdi işte o ülkenin ordusu tankları nereye yönlendirip, saldıranları nerede nasıl vuracağını bilmekte. Doğru mu? Yani siz sadece yardım etmek istediğiniz ülkeye bilgi verdiniz, yani uydu fotoğrafları verdiniz, düşmanın nerede olduğunu gösterdiniz. Ama o düşman askerlerini bizzat vurmadınız, askeri yardım da yapmadınız, yani kendi askerlerinizi onların askerlerine ilave kuvvet olarak da göndermediniz.
Homeopatinin yaptığı yardım işte böyle bir yardım.
AD: Vücudun kendi kendini iyileştirmesine yardımcı olacak bilgiyi sağlıyor.
SB: Evet, yani bozulan bilgiyi onarıyor, vücudun ihtiyaç duyduğu bilgiyi veriyor, bozulan enerjetik dengeyi düzelten dengeleyici enerjiyi sağlıyor.
AD: O zaman da bu bahsedilen hücresel boyutta bir etki yok diyorsunuz.
SB: İlacın içinde biyokimyasal etki eden hiçbir şey yok. Ama sonucunda, orada kandida gidiyor mu, gidiyor. Probiyotik bakteri sayısı artıyor mu, artıyor. Neden? Çünkü dengeler düzeliyor.
Şöyle düşünün, hani bizim Türkçemizde çok güzel bir deyim var ‘balık baştan kokar’ diye. Şimdi, savaşan iki orduyu düşünün, güçleri eşitse bu ordulardan hangisi savaşı kazanır?
AD: İkisi de kazanamaz.
SB: Yok, komutanı iyi olan kazanır.
AD: Doğrudur.
SB: Peki komutan dediğimiz nedir, hani askeri dehadır, yani zihinden, bilinçten bahsediyoruz. İşte homeopatinin yaptığı şey de böyle bir şey. Yani vücudun kaynaklarını homeopati sayesinde daha doğru, daha verimli yönetiyoruz. Ama hastalığı vücudumuz yönetiyor, vücudumuzun kaynakları yönetiyor. O yüzden altını çizmek istediğim çok önemli bir konu var:
Yardım dışarıdan gelmiyor!
Ve bu yüzden de yaşam enerjisi tükenmiş olan kişiler için homeopati bile ideal bir tedavi metodu olmayabilir. Yani homeopatiyle kendini düzeltebilenler, yaşam enerjisini kaybetmemiş olan kişiler. Sağlığını sonuna kadar yitirmiş ve enerjisi hiç kalmamış kişiler için homeopatinin de yapacağı bir şey kalmıyor.
AD: Tamam, ‘homeopati kimler için değildir‘ sorusunu da böylelikle cevaplamış oldunuz. Bir diğer alakalı soru da, Homeopatinin DNA boyutunda etkisi olduğundan bahsediliyor. Birinci sorum o: Doğru mudur yanlış mıdır bu? Varsa bu etki, olumlu mudur olumsuz mudur?
SB: Önce kolay tarafından başlayayım, ‘olumlu mudur olumsuz mudur’dan. Eh, doğru yapılan tedavi olumludur yanlış yapılan tedavi olumsuzdur. İlacınız doğru seçilmişse tabii ki iyileşeceksiniz ve işinize gelecek, olumlu olacak sonuç.
İlacınız yanlış seçilmişse ilk etkiler olumsuz olabilir. Yani sorunuzun ikinci kısmının cevabı bu.
İlk bölümü ise, yani ‘Homeopatik ilaç DNA’ya etki eder mi?’, eder ama şöyle… Şimdi, DNA konusundaki bilgilerimiz maalesef yanlış ve bunun yanlış olduğu da ortaya çıkalı çok oluyor ama bu yine de yayılmadı bu şekilde.
Rupert Sheldrake diye bir bilimadamı var ve morfogenetik üzerine konuşuyor… Bizim zaten genlerimiz çevremizdeki enerji alanları tarafından aktive ediliyor. Yani biz bir hastalığa yatkın olarak doğabiliriz ama bu illa o hastalığa yakalanacağız anlamına gelmiyor. Sadece hayatımızın içinde, bizim yatkın olduğumuz hastalığı tetikleyecek bir unsur karşımıza çıkarsa, o zaman o gen aktive oluyor ve o hastalığa yakalanıyoruz.
Ve homeopatinin de, hastalıklara olan yatkınlıklarımızı iyileştirdiği çok iyi bilinen bir gerçek. Yani homeopatik tedavinin gerçekleştirdiği en önemli mucize zaten bu.
Yani sık nezle olan biri sadece yakalandığı anda sırf nezleden kurtulmuyor, sık nezle olmaktan da kurtuluyor. E bu nasıl oluyor? İşte yatkınlık ortadan kalktığı için oluyor. Yatkınlık ortadan kalktığına göre demek ki bu kişinin genlerinde birtakım düzelme olduğunu varsayabiliriz.
AD: Esasında doğru söylüyorsunuz, çünkü madem açıklayamadığı her şeye genetiktir diyor hakim tıp, fakat siz bundan kurtulabiliyorsunuz da homeopatik tedaviyle, o zaman genlerimize, DNA’mıza bir etki var evet, ama olumlu.
SB: Evet.
AD: Evet. Bir sonraki soru da bununla alakalı Serdar Bey. Homeopatik ilaçların yapıldığı materyalleri merak ediyoruz. Yine içinde hayvan dokuları olabileceği için çekince koyan arkadaşlarımız var. Bu konuda da bizleri aydınlatabilir misiniz?
SB: Homeopatik ilaçları doğada gördüğünüz herhangi bir maddeden yapmak mümkün. Yaptınız mı derseniz, tabii yapmadık çünkü bu kadar zamanı kimse ayırmadı. Yani yaklaşık olarak 4,000 tane ilaç var şu anda bilinen ama doğada milyonlarca madde var. Dolayısıyla, doğada var olan bütün maddeler sayısından hareket edersek tabii ki 4,000 küçük bir sayı. Ama 4,000, bir eczanede bulundurmak için oldukça büyük bir sayı. Ama prensip ne diye sorarsanız, herhangi bir şeyden ama herhangi bir şeyden homeopatik ilaç yapmak mümkün. Ama o ilacı kullanmadan önce tabii neye iyi geldiğine dair bir ilaç denemesi yapmak zorundasınız. Yani sadece ilaç yaptım, hadi şimdi kullanayım, e nerede kullanacağım? Kullanamazsınız, nerede kullanacağınızı bilmek için o ilacı önce bir grup sağlıklı insana vereceksiniz, o ilacı kullanarak onlar birtakım semptomlar geliştirecekler. O geliştirdikleri semptomlardan yola çıkarak siz bu ilacı nerede, nasıl, hangi şartlar altında kullanabileceğinizi öğreneceksiniz.
Sonra karşınıza doğal yollarla o semptomu gösteren biri gelirse, o zaman bu ilacı o hastalıkta kullanmak üzere hasta olan kişiye verebilirsiniz. Homeopatinin çalışma prensibi buydu, önceki derslerimizde böyle olduğunu işlemiştik zaten.
Dolayısıyla, homeopati keşfedildiğinde ilk yıllarda 60 civarında ilaç, daha sonra birkaçyüz ilaç, homeopatinin ilk elli yılı içinde de böyle 600 civarında ilaç kullanıma sunuldu. Daha sonra bu ilaçların sayısı hızla arttı ve günümüzde yaklaşık 4,000 kadar ilaç var.
Peki nelerden ilaç yapıyoruz? Bitkilerden yapıyoruz, hayvanlardan yapıyoruz…
Hayvanlardan değişik şekillerde yapabiliyoruz, mesela yılan zehrini kullanabiliriz, bir şahinin tüyünü ve kanını kullanabiliriz, bir kurbağanın derisindeki zehirden yararlanabiliriz, gibi…
Ve minerallerden ilaç yapıyoruz; kükürt, silika gibi…
En çok ilaç yaptığımız 3 grup bunlar; hayvanlar, bitkiler ve mineraller.
Bunun dışında biraz evvel bahsi geçen ‘ilaçlardan ilaç yapma’, yani klasik tıbbın ilaçlarından homeopatik ilaç yapma mümkün. Bu da işte Tautopati denilen dalın tercih ettiği, bir ilaçtan dolayı hastalanan kişiye o ilaçtan yapılmış homeopatik ilacın verilmesi metodu için üretilmiş özel ilaçlar.
Bir de sağlıklı ve hastalıklı dokulardan ilaç yapmak mümkün. Örneğin çok sık kullanılan bir kanser ilacı meme kanserine yakalanmış bir insanın kanserli dokusundan elde ediliyor.
Ve de sağlıklı dokulardan da ilaç yapılabiliyor, mesela sütten; insan sütünden, kedi sütünden, köpek sütünden, fil sütünden yapılmış ilaçlar var. Ama bunlar en çok kullanılan ilaçlar kategorisinde değil, yani daha az sıklıkta kullanılan ilaçlar kategorisinde ama var mı, var.
AD: Peki. Başka bir kategoriden sorucam ben. Neşteri atacağım burada. Dinimizce veya diğer dinlerce helal kabul edilmeyen hayvanların kullanımı sözkonusu mu homeopatik remedylerde?
SB: Bu konuyu hiç araştırmadım ama zaten İslam’da çok fazla haram yok, bir tek domuz haram. Domuz dokuları kullanılarak yapılan ilaç var mı hiç araştırmadım, karşıma da çıkmadı bugüne kadar. Ama varsa bile bu bütün homeopatiyi değil, sadece o ilacı mundar kılabilir, o da sadece böyle düşünen kişiler için… Yani ben dini konularda otorite değilim ama bu konularda bir de şöyle fetva istenebilir; “bir müslümanın hayatı tehlikedeyse ve böyle bir ilaç o müslümanın hayatını kurtaracaksa, bu müslüman ölüme terk edilmeli midir yoksa bu ilaç verilerek hayatı kurtarılmalı mıdır?”, diye bu konudaki otoritelere sorulabilir. Bu benim uzmanlık alanım değil.
AD: Bir de şöyle bir iç rahatlatıcı bir şey yok mu esasında Serdar Bey, içinde madde yoktur diyoruz zaten. Yani o kullanılan dokunun, maddenin enerjik izi, imzası kalmıyor mu ilaçta? Hani diğer ilaçları, aşıları veya transplantasyonları filan düşünecek olursak, hakikaten belirli doku ve hücreleri alıyorsunuz vücudunuza orda. Fakat homeopatide sadece o varlığın doğadaki enerji izini alıp bilgi olarak yüklüyorsunuz sisteminize. Benim anladığım en azından budur. Ama bu koşer midir helal midir, onu bilmiyorum.
SB: Yani ona, o konunun otoriteleri cevap versin. Biz bir madde transferi olmadığını söylemekle yetinelim. Bir de olup olmadığını bilmiyorum çünkü araştırmadım ama varsa bile diyelim ki bir veya iki ilaç, bütün ilaçlar değil. Yani dediğim gibi 4,000 tane ilaç var, diyelim ki bir veya iki tanesi bu şekilde yapılmışsa, yani kaynağı bu şekilde mundar olan maddelerden yapılmışsa onları kullanmayıverirsiniz. Veya bir otoriteye “benim sağlığımın düzelmesi için kullanmam lazım, benim acı çekmem mi gerekiyor yoksa bu ilacı kullanmam mı gerekiyor” diye bir otorite bunun cevabını verebilir.
AD: Çok teşekkürler.
DÖ: Bir sonraki soru Betül Döven Yolcu‘ya ait. Der ki, “homeopati ile vitamin ve mineral eksiklikleri giderilebilir mi, örneğin bebeklerde demir veya D vitamini eksikliği gibi?”
Yine bir başka takipçimiz de kansızlığı sormuş, homeopatik çözüm olabilir mi diye.
SB: Bu, biraz önce bahsettiğimiz bağırsak problemi ile ilişkili. Bu sorunun cevabı, evet. Çünkü vitamin ve mineral eksikliğinin tek sebebi yetersiz beslenme değildir. Aslında çoğu kez yeterli besleniriz, fakat sindiremeyiz. Yani faydalı şeyler yeriz, ağzımızdan içeri girer, ama bağırsaklarımızdan kanımıza geçmez. Bu da bağırsak sağlığımız bozuk olduğu için böyledir. Bunu da düzeltmenin yolunu biraz önce konuştuk; hem probiyotik takviyesi ve beslenme kontrol edilmeli hem de homeopati gibi bir tedavi ile sağlığımızın dengesizliği düzeltilerek emilim bozukluğumuz tedavi edilmeli. Bu sorunun cevabı bu şekilde.
DÖ: Teşekkürler.
AD: Takipçilerimizden gelen son soruya geçiyorum, sonra Dilek’le bizim bir iki sorumuz olacak size Serdar Bey.
İsimsiz takipçimiz, “Homeopati kadın hastalıkları ile ilgili nasıl bir çözüm yöntemi sunar?” demiş. “Örneğin, rahimde bulunan yaralar nasıl tedavi edilir?”
SB: Homeopatik tedavide hastalığın ne olduğundan çok, kişinin nasıl biri olduğu önemlidir. O yüzden, hani rahim tedavisinde kullandığımız ilaç budur diye hazır bir cevap vermem mümkün değil. Kişinin bir homeopata gidip, homeopatik konsültasyondan geçmesi ve kendisine uygun olan homeopatik ilacın alınıp kullanılması gerekmekte.
Homeopati pekçok kadın hastalığı için son derece başarılı bir tedavi metodu. Aynı şekilde, adet öncesi dönemlerde yaşanan duygusal aşırılıklar, ağrılar için de çok iyi bir tedavi metodu.
Çoğu kadının adet öncesi ağrı yaşamayı normal saydığını, homeopatik tedavi etmeyi öğrenirken hayretlerle öğrendim. Vücudun bütün fonksiyonları doğal ve acısız olmak durumundadır; yani sağlıklı biri için baş ağrısı normal değildir, adet ağrısı normal değildir, kabızlık normal değildir, yani tuvalette 1 numarayı da 2 numarayı da rahat rahat çıkarabiliyor olmamız gerekiyor, adet döneminde ağrı çekmememiz gerekiyor. Fakat çoğu kişi daha ilk adetinde yani 12-13 yaşında ilk adetini gördüğünde ağrı çektiği için yatkın olduğu diğer hastalıklar nedeniyle, direkt ağrı kesici almaya başlıyor ve bunu da hani kadın olmanın normal bir süreci zannediyor. Biz olur mu öyle şey bunun çaresi var dediğimizde gerçekten de hayret ediyorlar. Ama homeopatide çaresi var.
AD: Ve üstelik homeopatinin de zaten iddiası, kalıcı iyileşme sağlaması, çünkü vücudu düzeltiyor. O yüzden de mesela menapoz öncesi yaşanan birtakım belirtiler filan da “normal” değil esasında. Fakat sık ve yaygın görüldüğü için normal kabul ediliyor, aynı bu regl ağrıları veya PMS dediğimiz o semptomlar gibi. Fakat, tavsiyemiz en kısa zamanda uzman bir homeopata gözükmeleri kendilerinin.
SB: Evet.
DÖ: Serdar Bey benim bir sorum olacaktı. Homeopati meme kanseri tedavisinin neresinde? Bununla ilgili örnekler var mı?
SB: Var. Hem de çok örnek var. Hindistan’da sadece kanserle ilgilenen klinikler var. Dünyanın kanserle ilgili çok başarılı kliniklerinden biri homeopati alanında İsviçre’de. Bu konuda yazılmış kitaplar da var .
Homeopatinin bir şansı bir kişinin kansere doğru gittiğini bile yakalayabilir. Yani batı tıbbı kanser teşhisi koymadan, homeopati birinin kanser olma olasılığının çok kuvvetli olduğunu saptayabilir yaptığı görüşmelerde. Kanser olmuş biri de homeopatik tedavi ile kanserinde iyileşme görebilir.
Yalnız burada yasal durumu da hatırlatmak isterim. Türkiye’deki Sağlık Bakanlığı bu konudaki yönetmeliği çıkarırken şunu söyledi: Tıp doktorları ve hatta onkologlar da dahil olmak üzere hiç kimse kanseri homeopati kullanarak tedavi edemez, dedi. Bu bilgiyi de paylaşmış olalım.
DÖ: Serdar Bey homeopati ile kanser tedavisinde izlenen yol nasıl bir yol? Sağlıklı dokular ya da sağlıksız dokular kullanılarak mı yapılan bir tedavi var ya da nasıl bir yol izleniyor?
SB: Biz cerrahi hiçbirşey yapmıyoruz. Sağlıksız dokuları ordan almak ya da biryerlere doku takviyesi yapmak homeopatların işi değil kesinlikle. Biz kişiyle homeopatik görüşme yapıyoruz. İhtiyaç duyduğu ilacı saptıyoruz. Ona bu ilacı verdiğimizde kanser içerden iyileşiyor. Homeopatinin kanseri iyileştirme şekli diğer hastalıkları iyileştirme şeklinden farklı değil.
DÖ: Daha önce konuştuğumuz bir konuda meme kanseri tedavisi için kullanılan homeopatik ilacın içeriklerinden bahsederken konusu geçmişti. Remedynin içeriği nasıl? Yani sağlıklı ya da sağlıksız memelerden alınan bir şeylerle mi yapılan bir remedy?
SB: Hayır hayır. Bizim 4000 tane ilacımız var ya? Onlardan sadece 1 tanesi meme kanserli bir kadının memesinden alınmış doku ile yapılmış bir ilaç. Ama bu herkese verilecek ve meme kanseri olan herkesin ilacı budur demiyorum zaten. Size başka bir ilaç da verilebilir kanser tedavisinde. Sadece böyle de bir ilaç var dedim, kanser tedavisi için söylemedim bunu. İlaçların kaynakları konusunda konuşurken söyledim.
DÖ: Anladım. Sakıncası yoksa İsviçre’deki klinikle ilgili isim vermemiz mümkün mü? Çünkü çok kadın muzdarip. Belki üstüne gitmek isteyenler olur.
SB: Doktorun adını vereyim. Facebook’ta bulabilirsiniz, Google’da da bulabilirsiniz: Dr. Dario Spinedi.
AD: Yazılmış kitaplar da var dediniz. Belki onlarla da ilgilenenler olabilir. Aklınızda varsa isimleri tabii.
SB: Ezberimde yok ama Amazon.com’da homeopati ve kanser ya da hastalığınızın adını birlikte yazdığınızda pekçok kitap çıkacaktır.. Yalnız ben hastaların bu kitapları okumalarını pek önermem. Bu kitaplardan öğrenilen homeopati ile siz zaten kendinizi tedavi edemezsiniz. Böyle ciddi hastalıkları olanların mutlaka bir homeopata gitmesi gerekir.
AD: Tabi tabi. Kendi kendini tedavi amaçlı değil ama başka bir yöntem tercih edecekse en azından tedaviye bilgi sahibi olarak girmesi, inanarak güvenerek devam etmesi için fikir verici olacaktır diye söylemiştim.
SB: Tedavi yöntemini hakkıyla öğrenmek için benim tavsiyem Türkçe yazılmış kitapları alıp okusunlar. Daha kolay. Zaten satılıyor. Şu an piyasada yaklaşık 10 adet kitap var satılan. Homeopatinin iyileştirme yönteminin nasıl olduğunu daha iyi anlamak için bu podscast’ları dinlesinler. Başka bir homeopatın deneyim kazanırken işine yaraması için yazılmış bir kanser kitabı okuması bir kanser hastasının hiçbir işine yaramayacaktır. Ağır gelecektir.
AD: Tamam. Ben biraz daha bize yakın, anneleri ilgilendirecek soruma geçiyorum. Bu soru da benden gelsin.
Ateşe homeopatinin yaklaşımı nedir? Müdahale gerekli midir? İlaç/remedy seçiminde dikkat edilecek noktalar nelerdir ?
SB: Çok güzel bir soru, çok da faydalı bir soru. Biz ateşin sağlıklı olduğuna inanıyoruz. Aslında böyle olduğunu düşünen pek çok çocuk doktoru da var. Batı tıbbının pek çok doktoru da artık eskiden olduğu gibi ateşe hemen müdahale etmiyorlar.
Yani vücudun sıcaklığı bazı insanlar için 35.5 tan başlıyor çok soğuk kanlı kişiler için, 36 -37 derece hiç korkulacak şeyler değil zaten. Pek çok doktor 38.5 dereceye kadar hiç korkmaya gerek yok diyor. Özellikle de çocuk zaten böyle bir ateşe sahip olmasına rağmen hala yemek yiyorsa, oyun oynuyorsa, mışıl mışıl uyuyorsa, işte bu ateşe hiç müdahale etmek gerekmiyor. Homeopatik ilaç dahi vermek gerekmiyor.
Homeopatik ilaç dahi; çocuğun iştahı kapanmışsa, kusuyorsa, uykusu bozuluyorsa, huysuzsa, hırçınsa, ağlıyorsa o zaman vermek gerekiyor. Tabii ilaç seçimini bir homeopatın yapması gerekiyor. Ya da annenin en azından bir homeopatik ilkyardım kursuna gitmiş olması ya da evinde bir homeopatik ilkyardım kiti bulundurması ve yine de hiç olmazsa güvendiği bir homeopatla telefonda görüşüp akıl aldıktan sonra çocuğuna ilaç vermesi gerekiyor. Çünkü biz bir hastalık durumunda kişilerin kendi kendilerini ya da çocuklarını tedavi etmelerini önermiyoruz. Biz kişilerin ilkyardım, yani kaza ve yaralanmalarda kendi kendilerini tedavi etmelerini teşvik ediyoruz. Hastalıklarda önermiyoruz. Hastalık konusu biraz daha ciddi.
Toparlarsak, ateşe çok yüksek olmadığı sürece zaten hiçbir şekilde karışmıyoruz çünkü ateş aslında hastalığın değil vücudun ürettiği bir şey.
Niye karışmadığımızı da söyleyeyim iyicae anlaşılsın: Ateş hastalığın değil, vücudumuzun hastalığı yenmek için ürettiği bir şey. Gelen mikrobu yakarak öldürmek için ürettiği bir şey. Biz batı tıbbının ateş düşürücüleri ile ateşi düşürdüğümüzde mikrobun ekmeğine yağ sürüyoruz. Ateşi düşürmezsek mikrop ölecek o sıcaklıkta ama biz ateşi düşürünce mikrop daha çok ürüyor. Ve dikkat edin, eğer birinin ateşini düşürürseniz, o kişi ardından antibiyotiklik olur. Belki antibiyotiklik olmayan birine ateş düşürücüyü verirseniz onu antibiyotiklik yaparsınız.
Bu konuda söylemek istediğim bir şey de şudur; bazı aşılardan sonra çocukta ateş görülebilir. Özellikle bu ateşin düşürülmemesi gerekmekte. Çünkü aşı sonrası ortaya çıkan ateşi ilaçla düşürürseniz, o zaman aşının yapması gereken bağışıklık sistemi etkisini de bozma riskiniz var. Çünkü bağışıklık sisteminde antikor oluşturma sürecinin bir parçası bir parçası ateş.
Eğer bir çocukta aşı yaptığınız günün akşamında ateş olursa ve siz bu ateşi kimyasal vererek, ateş düşürücü vererek düşürürseniz aşının da etkisini bozma riskiniz var.
AD: Bu konuda çok enterasan bir makale okumuştum. Yeri geldi çok kısa anlatayım isterseniz.
Asetaminofen (Tylenol’ün etken maddesi) otizm salgının arkasındaki faktör müdür diye 2013’lerde haberler çıkmıştı biliyorsunuz.
Küba aşılamadaki başarıları nedeniyle DSÖ’nün, tüm dünyanın da parmakla göstediği ülke. Onlar da kongrelerde falan iftiharla çıkar anlatırlar aşılamayla ilgili başarılarını. Küba’nın kişi başına düşen gelir seviyesi Amerika’dan 8 kat düşük fakat düşük olan bir şey daha var; Otizmli insan sayısı da Amerika’dan 298 kat daha düşük Küba’da.
Aşılamıyorlar mı nüfusu? Hayır gayet yüksek katılımla aşılıyorlar hem de. Ama hem aşılarının %90’ını– belki daha fazlasını–kendileri üretiyorlar ki bunların arasında homeopatik aşılar da var, hem de Kübalı hekimler aşılanan çocuğa asla ne aşılama öncesinde ne de sonrasında ateş düşürücü, ağrı kesici vermiyor. Amerika’daysa bazı hekimlerin anne babalara aşılamadan önceki 5 gün boyunca çocuklara Tylenol vermeyi öğütlediğini biliyoruz.
Tylenol veya parasetamol’ün otizm, astım, dikkat eksikliği ve hiperaktivite oranlarını arttırdığını ortaya koyan çalışmalar da literatürde mevcut. O yüzden anne babalar aşılamaya bağlı ateş konusunda bu noktaya çok dikkat etmeliler hakikaten. Sizin açıklamalarınız da bu konuda çok aydınlatıcı oldu. Teşekkürler.
DÖ: Antibiyotiksiz iyileşmez denilen hastalıklar için homeopatinin çözümü var mı, Serdar Bey?
SB: Tabii ki var. Ben direkt kendi örneklerimi vereyim. Mesela apseli bir dişimi antibiyotiksiz çektirdim. Zatürre oldum antibiyotiksiz iyileştirdim homeopatiyle.
Homeopati ilk keşfedildiği yıllarda en sık görülen hastalıklar tifo, kolera gibi belalı hastalıklardı. Böyle bir hastalığı günümüzde mutlaka antibiyotikle iyileştiriyor doktorlar. O zaman, hiç antibiyotik kullanmadan–çünkü antibiyotik yoktu zaten–homeopati ile çok büyük başarı oranları elde edildi.
Dolayısıyla evet, antibiyotiksiz iyileşmez zannedilen hastalıklar için homeopatinin çözümü var. Ama böyle bir şeyi [homeopatiyi] az bilenlerin yapmasını önermem. Bunu mutlaka tecrübeli bir homeopatın tavsiyesi ile yapmanız lazım.
AD: Gayet güzel. Serday Bey, son soru… Cevaplamak isteyip istemeyeceğinizi bilmiyorum ama her şeyi göze alıp soruyorum: İlacı almak için kullanılan suyun özelliği remedy’nin etkisini değiştirebilir mi? Bu da benim sorum.
SB: Harika bir soru.
Bu şey gibi… Diyelim güzel bir yemek yaptınız. Bunu plastik tabağa da koyabilirsiniz, porselen tabağa da koyabilirsiniz. Bu sizin yemeğinizi bozar mı? E evet biraz bozar. Kullandığınız plastik tabak çok ucuz, kokulu filan bir plastikse yemekten alacağınız keyif bozulur. Dolayısıyla, ideal olarak hazır cam şişede satılan kaynak suyu kullanmanız lazım. Olmadı filtre edilmiş musluk suyu kullanmanız lazım. O da olmadı hiç değilse dişinizi fırçalayacağınız kadar temiz bir musluk suyu kullanmanız lazım. Bundan daha pis bir su kullanırsanız hiç bir şey olmazsa, yani homeopatik ilacın etkisi hemen bozulmasa bile homepatik ilacın kendisi hemen bozulacaktır. Çünkü o su küflenecektir, paslanacaktır ve bu değişimi geçirdikten sonra da ilacın etkisi azalır veya tamamen kaybolur veya değişebilir de.
AD: Harika. Hani biliyorsunuz yeni cihazlar çıktı. ‘Structured water’ diyorlar, ‘yapılandırılmış su’… Madem enerji tıbbı icra ediyoruz, sudaki bu yapısal değişiklikler de acaba kurcalar mı ilacın etkisini diye düştü aklıma.
Arıtılmış olması belki bir yere kadar ama daha ayrıntılı çalışan cihazlar da var. Bu tip cihazlarla ilacın etkileşimi olabilir mi ?
SB: Sanırım olabilir, fakat ben zaten o kadar alengirli bir suyun içme suyu olarak da kullanılması taraftarı değilim. Ben kendim filtre edilmiş musluk suyu kullanıyorum. Yani öyle alkali su, yok işte efendim içine mıknatıs koyduk çevirdik çalkaladık filan–ki denedim, denememiş de değilim, yani mıknatıs filan da taktırdım içme suyuna fakat sonra içim rahat etmedi ve söktürdüm. İçim niye rahat etmedi? Aslında somut bir semptom geliştirmedim fakat sezgisel olarak içim rahat etmedi, faydasına aklım yatmadı ve zararlı olabileceği şüphesi taşıyarak kanıta dayanmaksızın–yani sağlığımda bir bozulma olmaksızın–taktırdığım mıknatıslı parçaları filan söktürdüm. Normal musluk suyu içiyorum şu anda.
AD: Harika. O zaman hiç yatırım yapmayalım bari. Erken bir uyarı oldu bu da bizim için.
Ve bu yayınımızın da sonuna geldik.
Bu 5. özel ‘Soru-Cevap’ yayınımızda oldukça uzun bir süre sorularımıza yanıt verdiniz tek tek. Çok teşekkür ediyoruz gerçekten size.
Heyecanla beklediğimiz yepyeni bir yayında yeniden birlikte olmak dileğiyle diyorum Serdar Bey.
DÖ: Teşekkür ederiz.
SB: Ben de teşekkür ediyorum, görüşmek üzere.
Bölümü Sunan:
Dilek Özenel
Yeşile tutkun Karadenizli, zeytin ağaçlarına vurgun Egeli, Vitamingiller İstanbul Şubesi.
Aydın dağlarının zirvesinde ürettiği sızma zeytinyağının kokusu onlarca eve yayılan bir zeytin üreticisi.
Kendi mutfağından başlayıp Vitamingiller mutfağına uzanan “holistik mutfak”yolculuğunu ‘Tarifler’ sayfasından paylaşır.
Şifalı bitkiler, bağışıklık güçlendiren sağlıklı mönüler, lakto–basil bakteriler, fermente gıdalar ve glutensiz sofralar üzerine çalışmalarını sürdürmeye devam ediyor.
Dostlar kendisini ‘İnstagram@dilekozenel’ adresinden izliyor.
Daimi Uzman Konuğumuz:
Sn. Homeopat Serdar Büyüközer
Homeopati öğrenmeye 2010 yılında, İstanbul’daki Homeopati Derneği’nde başlayan, bu eğitime ek olarak Türkiye’de yaşayan veya Türkiye’yi ziyaret eden yabancı öğretmenlerden de ek dersler alan
araştırmacı, üretken ve mütevazı homeopatımız.
Sınıf eğitimlerine ek olarak internet üzerinden kısa süreli ve uzun süreli eğitimler alıyor. Örneğin, 4 yıllık bir kurs olan ve David Little tarafından hazırlanan Homeopathic Online Education kursunu tamamlıyor.
2014 Aralık ayında bir yerli ve bir yabancı “doktor-homeopat” eğitmenin yaptığı sözlü sınava girerek Homeopati Derneği kursundan mezun oluyor. Ayrıca, üç tane Türkiye içinde (İstanbul-2013, İstanbul-2015, İzmir-2015) ve üç tane yurtdışında (Ekvator-2013, ABD-2014, Fransa-2014) olmak üzere toplam 6 tane uluslararası homeopati kongresine katılmışlığı var.
Homeopati ile ilgili olarak iki de kitabı var bu çalışkan homeopatımızın.
Çalışmalarını takip etmek ve kıymetli bilgilerinden yararlanmak isteyenler nereye mi baksın?
Blogu: Homeopati Öğreniyorum
İnternet sitesi: Homeopati
Facebook sayfası: Homeopati Öğreniyorum
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanmakta olan tüm yapıtlar eser statüsünde olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır. Sitede bulunan yazı ve görsellerin site sahibinden izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması yasaktır.
En Son Yorumlar