Koronavirüs operasyonunun özünü “virüs yanılgısı” oluşturuyor, zira ‘mikrop teorisi’ ve ortada dolaşan katil virüs hikayesi olmasa, kimse COVID propagandasının YDD (yeni dünya düzeni) direktifli resmi hikayesine inanmaz. 2017 yılında Alman virolog Stefan Lanka’nın olağanüstü bir çabayla ta Anayasa Mahkemesi’ne kadar götürdüğü ve sonunda kazandığı davayı hatırlarsınız. Lanka burada, kızamığa yol açanın virüs filan olmadığını ve hatta ortada kızamık virüsü diye bir şey de olmadığını kanıtlamıştı. Lanka şu an hummalı şekilde çalışarak, kaleme aldığı makalelerde (İngilizce’ye çevrilmiş hali, “The Misconception Called Virus”) anaakım bilimin yaptığı çıkarımların nasıl yolunu fena halde şaşırmış olduğunu, hatta bunların çıkarımdan ziyade varsayımlardan ibaret olduğunu, hastalık yapma kabiliyeti (patojenisite) bile olmayan gariban virüsün nasıl yersiz yere şeytanlaştırıldığını anlatıyor.

Virüs Yanılgısı: Bir tarafta Katil Virüs hikayesi, diğer yanda Nutrient Yetmezliği ile elele vermiş Toksisite

Lanka’nın makalesinin ana fikri şu: Modern bilimadamları hastalıklı dokuyla çalışırken, orada mevcut virüsleri hastalığa neden olmuş şey olarak algılıyorlar. Halbuki değerlendirmedikleri şey, bu dokunun canlıdan (kişiden) kesilip vücut dışına alınmış olduğu, dokuyu hastalandırıp öldürenin herhangi bir virüs filan değil, bizzat bu bütünden ayırma işlemi ve doku üzerine basılan antibiyotiklerle zehirleme işlemi olduğudur, diyor. Şunları söylüyor Lanka:

“Virüsün hastalık yaptığını söyleyen tüm iddialar yanlıştır ve gayet rahat anlaşılıp doğrulanabilecek yanlış anlaşılmalara dayanır… Laboratuvarda virüslerle çalıştığını zanneden bilimadamlarının hepsi aslında, özel şekilde hazırlanmış spesifik doku  ve hücrelerin ölme aşamasında açığa çıkardığı partikülleri görmektedir. Onlar, bu doku ve hücreler virüsle enfekte oldu diye ölüyor zanneder. Halbuki doku ve hücreleri öldüren, laboratuvarda geçirildikleri işlemler esnasında besinsiz [aç] bırakılmış olmaları ve üzerlerine zehir basılmasıdır.”

” … doku ve hücreler, “enfekte” olmamış genetik materyal eklendiğinde de tıpatıp aynı şekilde ölürler. Virologlar bunu kaçırmış herhalde? İlmi şekilde akıl yürütmenin ve bilimsel kurallara uygun şekilde çalışmanın yolu, kontrol deneyleri yürütmekten geçer ve bu yapılmamıştır. “Virüs propagasyonu” [virüs üretme/çoğaltma] denilen yeni keşfedilmiş yöntemin teyidi için bilimadamlarının, hücre kültürüne steril madde eklemek suretiyle ‘negatif kontrol deneyleri’ yürütmüş olmaları lazımdır.”

“Bu kontrol deneyleri bugüne kadar resmi “bilim” tarafından tek bir defa dahi yapılmamıştır. Kızamık virüsüyle ilgili davada, bağımsız bir laboratuvara bu bahsettiğim kontrol deneyini yaptırdım ve gördüğümüz sonuç şu oldu: doku ve hücreler laboratuvar koşullarında, “enfekte” olduğunu iddia ettikleri materyalle temas halinde nasıl ölüyorsa aynen o şekilde ölüyor zaten?”

Başka bir deyişle, çalışılan doku ve hücreler ortada virüs olsun olmasın, birebir aynı şekilde ölüyor; öyleyse hastalık yapıcı ve ölüme götürücü etken olarak virüsü gösteremeyiz. İlginçtir bakın, çoğu sağlıkçıdan duyduğumuz da bu değil midir? Hastalığa yol açanın 2 şey olduğunu söylerler hep: Yetersiz besin (mineral/vitamin yoksunluğu) ve toksisite. Yine Alman kökenli dahi doktor Max Gerson’dan kliniği devralan kızı Charlotte Gerson’dan hastalığın ve kanserin ortaya çıkma nedenleri olarak duymadık mı bunu? Vücuttan ayırdığınız hücre ve dokuları, yaşamalarını sağlayan enerji/besin kaynağından ayırmış olursunuz ve çarçabuk yoksunluğa düşerler; karışıma bir de antibiyotik ilave ettiğinizde ortamı zehirlemiş olursunuz. Ortada halihazırda besleyici vitamin/mineral yoksunluğu ve toksisite varken kalkıp hastalığa virüsün yol açtığı söylenmekte bize. Virüsle ilgili yanlış anlaşılmanın temelini bu hata oluşturuyor işte.

Virüs Yanılgısının 1858’e uzanan kökeni ve 1954’te bu yanlışın nasıl kalıcı olarak kök salmış olduğu

Virüsle ilgili yanılgının ortaya çıkış tarihini 1858’e, Rudolf Virchow’un ‘hücre teorisi’ne dayandırıyor Lanka. Virchow’un teorisine göre, tüm hastalıklar da tüm yaşam da tek bir hücrede başlıyor. Bu tek hücre bir şekilde bir virüs tarafından ele geçiriliyor, içeri sızan virüs hücreyi zayıf düşürerek burada kendi kendine çoğalmaya gidiyor. Lanka bu açıklamayla ilgili 2 probleme dikkat çekiyor: 

“Hücre teorisinin ortaya çıkışı Rudolf Virchow’un dokularla ilgili hayati keşiflerin üzerini örtmesine dayanır. Oysa ta 1858’de yaşamın vücut bulabilmesinde dokuların oynadığı merkezi rol de bilinmekteydi, bunların yapı ve işlevi ile ilgili ortaya konmuş bulgular da hücre teorisini yerle bir etmeye yetiyordu. Tabii hücre teorisi ile birlikte geçersiz kılınan aynı zamanda, bu teoriden hareketle geliştirilmiş tüm genetik, immün ve kanser terapileriydi.”

“Enfeksiyon teorilerinin global dogmaya dönüşmesi ise Nazi Almanyası’nın keskin politikaları ve katı öjeni felsefesi ile mümkün olabilmiştir. 1933’den önce bilimadamları bu teoriye karşı seslerini çıkarıp, karşı fikir belirtebiliyordu. 1933’den sonra ise, karşı görüş bildiren bilimcilerin sesi zorla kesildi.”

Lanka’nın burada “enfeksiyon teorileri”nden kastı, mikrop teorisi, yani bugünkü modern Batı Tıbbı’nın üzerine inşa edilmiş olduğu teori. Lanka daha sonra 1952-1954 sürecinde virüsle ilgili algıda nasıl bir paradigma değişimi meydana geldiğini açıklıyor:

“1952’ye dek virüs, protein şeklinde patojenik [hastalık yapıcı] bir zehir olarak tanımlanmaktaydı. Enzim olarak kabul edilen bu protein açıklamayan / bilinmeyen bir şekilde hasara yol açıyor, bu hasar hastalığa dönüşebiliyor ve bulaşıcı da olabiliyordu. 1953’te DNA olduğunu ileri sürdükleri sarmal protein yapı [alpha helix] dünyaya duyrulduğunda ise, virüs fikri de proteinden bir kılıfa sarılı kötü huylu (malign) bir genotipe dönüşüverdi. Böylece 1952 – 1954 yılları arasında virüsün imajında paradigma değişimi meydana gelmiş oldu.”

Ardından, teorinin Anaakım Bilim Kilisesi’nde (Bilim Dini – Scientism) tartışılamaz kural/kaide olarak addedilme, yani dogmaya dönüşme sürecini anlatıyor Lanka:

“Bilimle hiçbir şekilde bağdaşmayan bu yaklaşım 1954 haziranında, gayri bilimsel ve yanlışları rahatlıkla gösterilebilecek tamamen spekülatif bir makalenin yayımlanması ile ortaya çıktı; laboratuvarda deney kabına alınan dokunun ölmesi, virüsün varlığına kanıttır deniyordu.  Altı ay sonra, 10 Aralık 1954’te, fikrin sahibi olan makale yazarına, bir bu kadar spekülatif bir başka teorisi için Nobel Tıp Ödülü de verildi. Öyle olunca, hazirandaki spekülasyon da kendiliğinden bilimsel hakikat mertebesine yükselip dogma haline gelmiş, bugüne kadar da kimse tarafından sorgulanmamıştır dahi. 1954 haziranından bu yana, laboratuvar kabındaki doku ve hücrelerin ölümü, virüs mevcudiyetine delil addedilmektedir.”

Koch Postülaları’nı Yeniden Ziyaret Ediyoruz: İzolasyon Yok, Saflaştırma Yok

Araştırmacı Makia Freeman’ın “COVID-19 şemsiye tabiri altında oynanan sahte pandemi oyunu: Tek 1 hastalık yok, tek 1 neden de yok”, başlıklı kapsamlı makalesinde ortaya koyduğu gibi, günümüz anaakım bilimcileri Koch Postülaları’nın olmazsa olmaz adımı, virüsün izole edilip saflaştırılmasından oluşan 2. adımı atlıyorlar. Yağmurlu bir günde kazara şemsiyeyi evde unutup biraz ıslanmaya benzemez bu unutkanlık. Bahsi geçen yazıda anlatıldığı gibi, ortada yeni bir virüs var mı yok mu belirlemenin ve varsa hastalık yapıp yapmadığının belirlenebilmesinin olmazsa olmazıdır bu aşama. Hukuki tabirle sine qua non’dur. Virüsü izole edemiyorsanız, hiçbir şey İSPATLAYAMADINIZ demektir, çünkü hücreden dışarı sürgün vermiş yapıları görüp de istilacı virüs zannettiğiniz o şeyler pekala eksozom veya vücudun kendi yaptığı partiküller olabilir. Bütün bu COVID propagandası sırasında bu SARS-Cov-2 denilen virüsün elektron mikroskobuyla çekilmiş tek bir fotoğrafının olmadığı gerçeğine o yüzden hiç mi hiç değinilmiyor işte. Elektron mikroskobu postülaların 1. Adımı, yani virüsün görülmesi, gösterilmesi ve tanımlanmasına yarayan azami önemde bir araçtır. Lanka sözlerine şöyle devam ediyor:

“… bugüne kadar izolasyon kelimesinin manasına uygun biçimde virüs izolasyonu yapılmamıştır hiç; ne fotoğraflanabilmiş ne de tek başına bir bütün olarak yapısının biyokimyasal özellikleri tanımlanabilmiştir. Virüs olduğu öne sürülen yapıların elektron mikrografilerinin gösterdiği şey aslında, ölmekte olan doku ve hücrelere ait gayet sıradan partiküller olup, çoğu fotoğraf da esasen bilgisayarla oluşturulmuş modellerdir (CGI – computer generated images: bilgisayarla yaratılmış görüntü).”

Peki tüm bunların COVID’le alakası ne?
Şu an yaşanmakta olan planlı COVID salgın kurgusunda da yukarıda saydığımız tüm varsayımlar ile delil yetersizliği aynen işin içinde:

“Ölü doku ve hücrelere ait partiküllerden birtakım moleküller alınıyor, virüse ait parçacıklar bunlar diye yanlış yorumlanıyor, bu parçalar sonra tamamen teorik bir şekilde birleştirilip ortaya bir virüs modeli çıkarılıyor … Kızamık “virüs”ü için neyin ne olduğu, hangi molekülün virüse ait hangisinin olmadığı üzerinde uzlaşıya varabilmek camianın onyıllarını almış, uzun yıllar boyunca görüşme ve tartışmalar devam etmişken, bu yeni oluşumlu dedikleri Çin Koronavirüsü 2019 (2019-nCoV) üzerinde mutabakata varmaları fareyle birkaç tıktan öteye geçmemiş gözükmektedir.

Bugün salt bir iki fare tıkıyla bilgisayar programı size, ölü doku ve hücrelere ait nükleik asit parçacıklarının moleküllerinden istediğiniz biyokimyasal kompoziyona sahip virüsü yaratabilir. Bunları dilediğiniz aranjmanda birbirine ekleyip daha uzun bir genotip oluşturabilir, sonra da bakın işte yeni virüsün komple genomu budur, diyebilirsiniz … “Virüs DNA’sı”nın bu şekilde tamamen teoriye dayalı inşaatı çıkılırken, yapıya uymayan sekanslar (gen dizileri) ordan burdan kırpılıp “düzlenir”, eksik-gedik yer varsa, oralar da dolduruluverilir. Alın size hiçbir zaman bulunmamış, bir bütün olarak bilimsel manada mevcudiyeti ortaya konulmamış, gerçekte var olmayan, fakat imal edilmiş bir DNA sekansı.”

Yani, Batılı anaakım bilimadamları ile aynı teori dahilinde iş görmekte olan Çin’in anaakım bilimle iştigal eden bilim camiası bu SARS-CoV-2 için yeni bir teorik model uyduruyorlar, sonra çıkıp yeni oluşumlu bir virüs bulduk diyorlar, fakat virüsü gösteren ne elektron mikrografileri var ellerinde ne bir şey.

Sonuç: Bugüne kadar virüs olduğu öne sürülen yapıların doğruluğu teyit edilebilir görüntüsü sunulamamış durumda, elde yalnızca bilgisayarla üretilmiş grafik tasarımları var. Kimsenin de sorgulamasına izin verilmiyor, otoritenin sözüne güvenmemiz gerektiği söyleniyor. Bu yapılan bilim midir yoksa bilim müritliği mi? İnsanlığa gösterilen acaba dünyanın hakiki yüzü mü? Nasıl ve ne boyutta bir aldatmaca ile karşı karşıyayız?

Lanka’ya göre aşıların tehlikeleri

Virüsler, hastalık denilen süreç, immün sistem, ortam/ekoloji/alan teorisi (terrain theory) ve çok daha fazla konudaki bilgisizliğimiz, aşı gibi tehlikeli tıbbi girişimleri dayatmak için ilaç tekellerince fena halde suistimal edilmekte. Aşıların yarattığı tehlike ve işe yaramamaları konusunda Lanka’nın görüşleri ise şöyle:

“Maymunlar ve inek ceninlerinin ölmek üzere olan doku ve hücreleri üzerine ilave edilen toksik antibiyotiklerden oluşan bir tertip … “canlı” aşı olarak kullanılan budur bugün, çünkü sözümona “zayıflatılmış” virüs taşır bunlar … yabancı proteinlerden tutun yabancı nükleik asitler (DNA/RNA), sitotoksik [hücre eritici] antibiyotikler, dünyanın mikrobu ve sporu ile dolu [bu] toksik (zehirli) karışımın ismi “canlı aşı” oluyor. Aşılama yoluyla çocukların daha çok kaslarına yerleştirilen bu karışımı bu miktarlarda tutup damara enjekte etseniz anında ölümle sonuçlanır… Aşıların zararlı olmadığını, yan etkilerinin de bulunmadığını, varsa da çok çok hafif olduğunu, sizi hastalıktan koruyacağını söyleyen bilimadamı ve siyasilerin toplum için yarattığı tehlike ve göstermiş oldukları mesleki ihmalkarlık verili gerçeklerle ortaya konmuş durumdadır. Bu bildirimlerinin hiçbiri ne gerçek ne de bilimsel olup, aksine, titizlikle yürütülecek bilimsel analizle aşıların zerre işe yaramadığını ve ilgili literatürün de aşıların koruyuculuğunu gösteren delillerden mahrum olduğunun itirafı rahatlıkla görülebilir.”

Kapanış

Virüsle ilgili bu yanlış anlaşılma uzun zamandır bizimle. Tamamen korku politikaları neticesinde insanların maske takmadır, sosyal mesafe bırakmadır gibi deli saçması kurallara biatı sağlanmışsa da, bir yandan da, bu Koronavirüs Operasyonu sayesinde gözü açılanların olduğunu unutmamız lazım. Kimi şuuru tamamen bir yana bırakıp yeni koruyucu ekipman edinme peşinde koşarken (“patent almak üzere olan elektrikli N95 maskemize terfi edin gibi mesela), kimi de bu koronavirüs darbesinin gerçekte neye hizmet ettiğini pekala görüyor: insanlar korkudan beyni uyuşmuş şekilde adeta uykuda yürür gibi etrafta doşaşırken, hızla inşasına geçilen muazzam kontrol sistemi mimarisini görüyorlar. Hangi devlet olursa olsun, iktidardakilerin beyanlarını dayandırdığı varsayımları sorgulamak her zaman için iyi fikir, zira hakikate ulaşmamızı sağlayacak portalı açacak olan şey budur.

Ed-Not: Bu yazı Makia Freeman’ın makalesinden Türkçeye uyarlanmış olup, virolog Stefan Lanka’nın makalesini Almanca orijinalinden okumak isteyenler buraya tıklayabilir.