İçimizde, üstümüzde barındırdığımız bakteri ekosistemini keşifte henüz emekleme döneminde bile değiliz. Fakat öğrendiğimiz bir şey var, o da sağlığımızı ve karakterimizi belirleyenin bu halen gizemini koruyan muhteşem ekosistem olduğu.

“Bakteriler yaşayan canlılardır. Ne bize zarar vermektir dertleri ne de yardımcı olmak. Hayatta kalmaya bakarlar sadece, tıpkı diğer herkes gibi.”

ABD’deki Doğal Tarih Müzesi’ndeki “İçimizdeki Gizli Dünya” adlı serginin açılış sözleriymiş bunlar. Vücudumuzu mesken tutmuş bu gözle görünmez, muhteşem ve çeşitte sınır tanımayan yaşam formlarına “insan mikrobiyomu” adını veriyor günümüz biliminsanları ve bu sergiyle bu gizli dünyanın kapısından içeri bakış atabiliyoruz.

Her insanın parmak izi nasıl birbirinden farklıysa, mikrobiyel evrenimiz de bize özel, tek.
Varlık olarak da insan diye soyutlayamıyoruz artık kendimizi, çünkü hepimiz birer ekosistemiz aslında.

3053260-inline-i-2-5b-eyelash-mites

Kirpik Akarı

TEK DEĞİL, PEKÇOKUZ

30 trilyon ila 100’lerce trilyon arasında olduğu ifade edilen vücut mikroorganizmalarımızın sayısı Samanyolu’ndaki yıldız sayısından fazla.

Toplasanız 1.5 kg’ı buluyorlar, yani beynimiz kadar varlar ve belki de bu yüzden ayrı bir organ diye bakılıyor artık mikroplarımıza. Yediklerimizin hazmından psikolojimizi düzenlemeye kadar yapmadıkları iş yok.

Peki şuna ne dersiniz? Mikrobiyel genlerimiz kendi insan DNA’mızın 100 katı daha fazla.

MİKROBİYOMUN DOĞUŞU

Anne karnında bebeklerin tamamen steril bir ortamda büyüdüğü düşünülürdü eskiden, ancak plasentanın da kendi mikrobiyomu olduğu bugün artık biliniyor. Ancak ileride bebeğin bağışıklık ve sindirim sistemleri ile beynini şekillendirecek asıl mikrop kolonizasyonu bebek doğum kanalından geçerken oluşuyor biliyoruz ki. Hatta çoğu bebek daha hiç süt almadan, anne sütünün hazmedilmesi için gerekli Laktobasili bakterilerini bu kanaldan geçerken topluyor.

Sezaryen doğumlarda evet, bebeğin bağırsak kolonizasyonu daha ziyade doktorun ellerinden veya içine doğduğu hastane ortamından aldığı mikroorganizmalara göre şekilleniyor, ancak yine de, plasenta yoluyla annenin mikrobiyomundan hiç yararlanmıyor değil bu bebekler.

Sezaryen bebeklerde normal doğanlara oranla astım, gıda alerjileri, bağırsak enfeksiyonları biraz daha fazla görülüyor ve bağışıklık sistemi gelişiminde gecikmeler olabiliyor. Ancak sezaryenle doğmuş olsa bile bugün annenin vajina probiyotikleri doğar doğmaz bebeğin ağzına sürülerek kolonizasyon yapılmaya çalışılabiliyor.

3053260-inline-i-9-14-toxoplasma-gondii

Toksoplazma-gondii: Tüm insanların yaklaşık 3’te 1’inde olan bir parazit, davranış değişikliği yapabiliyor.

ANNE SÜTÜNÜN MİKROBU

Bebeğin bağışıklık sisteminin eğitmeni annesütü. Emzirdikçe çeşitli bakteri tiplerini bebeğe aktarıp, tanıtıyoruz. Bunun yanısıra, bebeğin kendi bakterilerini besleyecek öğeleri de içeriyor annesütü. Sütteki besleyici öğelerin %10 kadarı bebeğe değil, bakterilerine yönelik, insanda hazmı mümkün olmayan besin öğeleri bunlar zira.

Kolik konusunda kimse tam emin değil ancak bazı bebeklerde öne çıkan Proteobakterilerin, bebek bir de annesütünden yeterli iyi bakteriyi almıyorsa gaza neden olabileceği düşünülüyor. Verilen probiyotik desteklerle bağırsak bakterileri dengelendiği takdirde koliğin de geçtiği gözlemlenmiş.

3053260-slide-i-8-12-lactobacillus

Laktobasili bakterisi – yoğurt, turşu bununla yapılıyor.

YAŞAYAN CİLTLER

Cilt mikrobiyomumuzdaki farka göre ayrılıyoruz birbirimizden.

12 yaş altında bir çocukta mesela bu yaşın üstündekilere göre daha az yağ-seven bakteri oluyor ciltte.

Köpek mi besliyorsunuz? Köpeksizlere göre bambaşka bir cilt mikrobiyomunuz var demektir ve hatta köpeğinizle benzer profilde olma ihtimali büyük mikrop profilinizin.

Antiperspiran ürün kullananlarda, normal sabun kullananlara oranla 50 kat az bakteri var koltuk altında.

Kadınların ellerinde laktik asit bakterileri; hani şu yoğurt, turşu, şarap yapımında işe karışan bakterilerin bir benzeri erkeklere göre daha fazlaymış mesela. Nedenini tahmin etmek güç olmasa gerek ama?

Erkek elinde ise enteresandır, Mono Sodyum Glutamat (MSG) olarak bilinen tatlandırıcının yapımında kullanılana benzer Korin Bakterisi hücreleri daha fazlaymış.

Bir ülkede yaşayanın cildi, yabancı ülkede yaşayanınkine benzemez, hatta sağ elinizin mikrobu sol elinizdekiyle aynı olmazmış.

3053260-slide-i-4-7-streptococcus

Streptokok mutan – Dişinizi fırçaladıktan hemen birkaç dk sonra dişteki oyuklara tutunuyor. Tükürüğünüzden kaçmak için plak tabakası yapan bakteri işte bu.

SABAHKİ NEFES KOKUSU NERDEN ÇIKIYOR?

Insan ağzında 1,000’den çok bakteri çeşidi olduğunu, bunların da çoğunun zarar vermeyen, hatta ağzı enfeksiyona karşı aktif olarak koruyan bakteriler olduğunu öğreniyoruz.

Fakat elbette uygun koşullar oluştuğu takdirde bu bakteri çeşitliliği bize diş çürüğü, ağız kokusu ve dişeti hastalığı olarak da geri dönebiliyor.

Ağızdaki bakteriler gece farklı, gündüz farklı oluyor; dildeki bakteriler geceleyin ortada yiyecek olmayınca ve dil kuruyup salyadan da yardım gelmeyince sabah uyandığımızda “sülfürik” kimyasallar bürümüş ağzımızdan etrafa nahoş kokular saçarken buluyoruz kendimizi.

3053260-inline-i-6-10-helicobacter-pylori

Helikobakter-pylori: Midemiz yüksek asiditeye sahip, ancak pekçok mikrobun aksine HP bu asiditede barınabildiği gibi çoğalabiliyor da.

BİRAZ KİRDEN ZARAR GELMEZ

Bağışıklık sistemimizin önüne gelen her şeye tepki vermemeyi öğrenmesi lazım. Belirli bazı mikroplarla karşılaşmanın alerji ve astım riskini azalttığı bile söyleniyor.

Tozdan kirden veya evdeki köpekten Laktobasil Johsonii bakterilerini alan çocuklarda astım veya akciğerle ilgili alerjik sorunlar daha az görülüyormuş.

Yerfıstığı alerjili farelere sıradan bağırsak bakterilerinden birkaç çeşit verildiğinde alerjinin hafiflediği görülmüş. Yakında insanlarda alerji tedavisi bakterilerle yapılacak deniyor.

DAHİLİ SİNDİRİM MAKİNASYONU

Hem insanlar hem de yabanıl canlılarda bağırsak mikropları gıdadan alamadığımız bazı besin unsurlarını sağlıyor bize.

Yeni Gine’deki bazı insanlar mesela %90’ı tatlı patatesten oluşan bir diyetle yaşayabiliyor. Çünkü bu insanların bağırsak mikrobiyomları diyetteki eksik proteini kendi üretecek şekilde evrimleşmiş.

Mikroplar aynı zamanda yetişkinlikte yediklerimizin hazmına da yardımcı oluyor. Mesela çoğumuz deniz yosununu sindiremeyiz ama Japonlar sindirebiliyor. Çünkü bunu sağlayacak mikropları edinmiş durumdalar. Yine benzer şekilde, vücudumuz karbonhidrat sindirimi için 20 adet enzim üretiyor—fakat bağırsaklarımızdaki tek bir bakteri, tek başına 260 enzim daha yapabiliyor!

MİKROBİYOMUMUZ VE YÜKSELEN OBEZİTE ORANLARI

Tüm gelişmiş ülkelerde hızla yükseliyor obezite. İç içe geçmiş pekçok nedenden bahsedebiliriz buna sebep olarak; beslenme, yaşam tarzı, kimyasal maruziyeti, stres vs. Ancak şimdilerde öne çıkan bir başka teori daha var: mikrobiyomumuz.

Çalışmalar zayıf yapılı ve şişman insanların mikrobiyomlarının da farklı olduğunu gösteriyormuş. Yine rahat bırakmamışlar ve farelerde de teorilerini test etmişler ve evet, steril tutulan farelerden bir gruba obez kişilerin mikroplarından verip diğer bir gruba da zayıf insanlardan mikrop vermişler. İki gruba da aynı yiyecekler verilmesine rağmen obez insanlardan mikrop almış fareler daha çok kilo almış.

Antibiyotikler hayvanlara kilo aldırıyor malum. Büyük hayvan çiftliklerindeki damızlıklara düşük dozda antibiyotik verilmesinin sebebi de bu zaten. Peki acaba antibiyotikler insanda da kilo yapıyor mu? Kanıt yok korelasyon var derler, ancak mekanizmanın farklı olması için biyolojik olarak pek bir neden yok.

ABD’de obezite oranlarının en yüksek olduğu iki yerleşim yeri Missisipi ve West Virginia, aynı zamanda en fazla antibiyotiğin kullanıldığı iki yer. Antibiyotik kullanımı mı kilo yaptırdı yoksa bu insanlar aşırı kilolarından dolayı mı daha fazla hastalığa yakalanıyor kesin bir şey söylemek zor. Klasik bir fasit daire durumu gibi gözüküyor buradan sorun.

3053260-inline-i-10-15-rabies

Kuduz virüsü – Memeli canlıların beynini enfekte eden bu virüs canlıyı ısırık atmaya sevk ediyor, tükürük yoluyla da başkalarına bulaşıyor. Mikropların duygu ve davranışlarımızı nasıl etkilediğini merak edenlere bir örnek.

MİKROBİYEL MOOD’UMUZ

Beynimiz karnımızla kesintisiz iletişim halinde. İngilizce’de “gut feeling” diyorlar içgüdünün beşiği olarak karnı işaret ederek. Karından beyne böyle bir yönlendirme olduğu gibi tersi de geçerli; endişelendiğimizde karnımızın ağrıması, bağırsaklarımızın bozulması gibi.

Düşünün bir kere… Karnınızda aradaki Vagus siniri ile doğrudan beyne bağlı tam 500 milyon nöron var! İkinci beyin diye boşuna denmiyor görüyorsunuz karna…

Vücuttaki serotoninin %80’i de burada, karnınızda üretiliyor. Ruh halinizi, uykuyu, hafızayı regüle eden baş hormondan bahsediyoruz ve elbette alınan anti-depresanların baş hedefi olan hormondan… Bağırsak ve sindirim sistemi sorunları olanlarda hastalığa depresyonun da eşlik etmesi ve otizm gibi bazı beyin bozukluklarında çoğu zaman bağırsaklarda da sorun bulunması belki bundandır?

Bağırsak mikropları kişinin davranışlarını değiştirecek güce sahip. Nereden mi biliyoruz?
Maalesef yine farelerden…

Kaygılı, yeni bir alanı keşif için bir türlü adım atamayan bir grup fareyi normal davranan farelerden ayırıyorlar. İki grubun bağırsak mikroplarını alıp yer değiştiriyorlar ve inanılmaz şekilde daha önce çekingen ve kararsız davranan fareler hiç sorunsuz atılıyor, etrafı kolaçan etmeye başlıyor, önceden hiç kaygı göstermeyen grup fare ise tutukluk yaşamaya başlıyor.

Bu sonuçlar oldukça önemli. Bugün psikiyatrik hastalıkların çoğunun temelinde işlevsel sorun yaşanan bağırsaklar olduğu, tedavide ise temiz ve besleyici bir diyetin psikoterapötik ilaçlardan çok daha etkili sonuç verdiği biliiniyor, üstelik yan etki sorunu da olmadan.