Monsanto’nun herbisiti RoundUp’a dayanıklı bitkilere ‘RoundUp-Ready Crops’ [Roundup’a Hazır Ekin] deniyor malum. Bu bitkilerin genetiği değiştirilerek galon galon alacakları herbisite rağmen ölmemeleri sağlanıyor. Böylelikle çiftçi ayrık otlarıyla hiç uğraşma zahmetine girmeden, RoundUp’ını sıkıyor, canı isterse bir daha sıkıyor ve ekini onca herbisite rağmen sapasağlam büyümeye devam ediyor. İşte endüstriyel tarımda geldiğimiz nokta bu. Peki bu uygulamanın ekolojiye, yiyeceklerimize ve sağlığımıza etkileri ne olmuş olabilir diye merak ediyorsak elbette pusulayı yine Amerika’ya çevirip, tecrübelerini mercek altına almalıyız ki gerekli dersleri daha da geç olmadan çıkarabilelim, yapılan yanlıştan dönebilelim.

Ne mi olmuş Amerika’da GDO teknolojisinin uygulamaya alındığı 1996 yılından beri?

  • İnfertilite oranları yükselmiş, artık her 7 kadından 1’i kısırlık tedavisi görmek zorundaymış. Yapılan araştırmalar 2020’de bu oranın iki katına çıkacağını ve doğurganlık sorununun neredeyse her 3 kadından 1‘inde görüleceğini öngörüyormuş.
  • Obezite ve nörogelişimsel sorunlarla boğuşan yepyeni bir nesil nedeniyle Amerika askere alacak genç bulamaz olmuş.
  • Aynı anda üç ya da daha fazla kronik hastalıktan muzdarip Amerikalıların oranı sadece 9 yılda neredeyse iki kat artarak %7’den %13’e çıkmış.
  • Gıda alerjileri fırlamış. Kime sorsan gluten, soya, süt, yumurta ve daha bir dolu gıdaya alerjisi varmış.
  • Otizm, diyabet, sindirim sistemi rahatsızlıkları ani yükselişe geçmiş.
  • Nadir görülen otizm artık her 50 çocuktan birini pençesine alacak kadar yaygınlaşmış.
  • Tip 2 diyabette artık yaş sınırı kalkmış, 7-8 yaşında çocuklar teşhis almaya başlamış. Amerikan tarihinde ilk defa bu jenerasyonun anne-babasından daha kısa yaşayacağı öngörülüyormuş.
  • Çölyak, kolit, irritabl bağısak sendromu, SIBO (ince bağırsakta bakteriyel enfeksiyon), reflü ve tabii bugün artık otoimmün hastalıkların tümünün önşartı olarak kabul edilen geçirgenleşmiş bağırsak sendromu gencinden yaşlısına tüm Amerikan nüfusunu esir almış.
  • Amerika kişi başına en fazla sağlık harcaması yapılan ülke olarak sağlıkta gelişmiş ülkelerin hepsinin gerisinde gidiyormuş, tabiri caizse hasta adammış.

monsanto2Biyoteknoloji ve tarım endüstrisinin eski çalışanları bir bir devletin idari kurumlarında kadro sahibi olur ve eski şirketleri lehine kararlar çıkartılmasını sağlarken, bazı biliminsanları da çökmekte olan bir sağlık sistemi içinde insanların dertlerine çare olmak için bulmacanın parçalarını tek tek birleştirmeye, sorunun kaynağını keşfe çalışıyorlarmış.

Bunlardan biri de MIT’den (Massachusetts Institute of Technology) bilim doktoru Stephanie Seneff’miş. 170’in üzerinde akademik yayını bulunan ve son 8 yıldır otizm üzerine araştırmalar yürüten Seneff, GDO üzerine sunumların yapıldığı bir konferansın katılımcılarını şu açıklamalarıyla şoke etmiş:

“Bu hızla giderse 2025’e gelindiğinde Amerika’da doğmuş çocukların yarısı otizm teşhisi almış olacak.”

Diğer pekçok kişi gibi o da otizmin salt genetikle açıklanamayacağını, sorunun çevresel faktörlerden kaynaklandığının neredeyse kesin olduğunu söylüyor. Bu faktörlerden yalnızca bir iki tanesini vermek gerekirse, Monsanto’nun RoundUp’ı (glifosat) ve alüminyum da dahil olmak üzere yoğun ağır metal maruziyeti.

Seneff, devlette çalışan bilimadamı ve hekimlerin kurmaktan özellikle kaçındıkları, hatta aktif olarak halka ulaşmasını engelledikleri bilgi ve bağlantıları bakın nasıl gözler önüne seriyor.

2014’te Autism One kongresinde yaptığı 2 saatlik sunumda yeterli gün ışığı görmeme, kötü beslenme, aşılar (özellikle ihtiva ettikleri cıva ve alüminyum açısından) ve bunların yanında da RoundUp’taki glifosat toksinlerinin yüzde 4500 gibi bir oranla artışa geçen otizme neden oluş mekanizmasını açıklıyor.

Alüminyum ve Glifosat

Alüminyum ve glifosat özellikle beynin epifiz bezinin işleyişini (melatonin sülfat) bozmak suretiyle otizm oranlarının artmasına neden oluyor. Seneff’in en ince ayrıntısına kadar açıkladığı bu mekanizmayı merak ediyorsanız sunumu burada bulabilirsiniz.

Ayrıca, glifosat vücuttaki manganeze bağlanarak emilimini engelliyor. Dr. Seneff’e göre tek başına vücudun bozulan manganez dengesi bile yaratacağı domino etkisiyle otizme giden yolun taşlarını döşeyebiliyor. Glifosat ayrıca dokuların daha fazla alüminyum almasını sağladığı gibi bağırsaklarımızın amino asit alım yolu olan “Shikimate izyolu”nun çalışmasını da bozuyor. Bu izyolu ne tesadüftür ki vücudu zehirlerden, yani başta RoundUp olmak üzere diğer pestisit ve herbisitlerden arındırma mekanizmasının bir parçası.

Monsanto RoundUp’ın insanlar için zararsız olduğu iddiasında. Bakteri, mantar, alg, parazit ve bitkilerin aromatik amino asit biyosentezinde kullandığı 7 aşamalı bir yol Shikimate ve glifosat bu döngüyü inhibe ederek bitkinin ölmesini sağlıyor; herbisit olarak gayet etkili olmasını sağlayan da bu. Ve Monsanto’nun bugüne kadar ardına sığındığı sav da insanlarda işte bu Shikimate izyolu olmadığından kullanımında hiçbir sakınca olmaması.

Ve fakat gelin görün ki, bağırsaklarımızda milyonlarcasını taşıdığımız bakterilerin var Shikimate izyolu. Bu ne demek?

Öncelikle bilmemiz gereken, vücudumuz için kritik önem taşıyan amino asitleri bize sağlayanın bizzat bağırsak florasını oluşturan bu bakteri, parazit ve mantarlar olduğu. RoundUp bu yararlı bakterileri öldürüyor, hastalık yapan patojenlerin üremesinin yolunu açıyor; metiyonin de dahil olmak üzere amino asit sentezini sekteye uğratıyor, bu da kritik önemdeki nörotransmitterler ile folatın yeterli düzeyde yapılamaması demek; demir, kobalt, manganez gibi önemli minerallerle bağlanarak vücuttan atılmasına neden oluyor [şelasyon ajanı olarak çalışıyor]; ve zincirleme etki bu şekilde devam edip gidiyor.

Daha da kötüsü, Seneff’in dediğine göre RoundUp’taki diğer kimyasallar “inert”, yani ‘etkisiz’ kabul edildiğinden bugüne kadar test edilmemiş dahi. Oysa 2014’te BioMed Research International dergisinde yayımlanan bir çalışmaya göre bu inert kabul edilen kimyasallar RoundUp’ın toksik etkilerini bin kata kadar arttırma kapasitesine sahip.

Glifosatın Amerikalı annelerin sütünde, Avrupa’da içme suyunda bulunmasına izin verilen üst sınırın 760 ila 1,600 kat üzerinde oranlkarda çıktığını bir diğer haberimizde paylaşmıştık. Yapılan idrar tahlilleri de Amerikalılarda Avrupalılara oranla on kat daha fazla glifosat birikimi gösteriyor.

Bunun anlamını da perspektife oturtalım. Otizmin temel olarak gelişmiş ülkelerin sorunu olduğunu biliyoruz. Gelişmiş ülkeler arasında ise Amerika’nın hem takvim(ler)e [bebek, çocuk, ergen, yetişkin ve yaşlılık dönemi aşıları olmak üzere] sığdırılan aşı sayısı hem 1 yaş altı bebek ölüm oranları hem de otizm ve diğer nörogelişimsel sorunlarda başı çektiğini de… Bütün bu sorunları hatalı genlere, talihsizliğe, tesadüfe ve tıbbın daha iyi tanı koyma kabiliyetine bağlamaya çalışan yetkililer başlarını kuma gömmüş yıllardır çözümsüzlük üretirken, birebir bu sorunları yaşayan halk çoktan noktaları birleştirmiş durumda.

Seneff’in bulguları da glifosatın diğer çevresel toksinlerle birlikte aşılardaki alüminyumla da sinerjetik şekilde çalıştığını destekler yönde. Şöyle ki:

“Normalde vücut alüminyumu dışarıda tutmayı gayet iyi beceriyor aslında. Yiyecek/içecek kanalıyla vücuda alınan alüminyumun çok az bir kısmı bağırsaklardan emiliyor…tabii bağırsaklarınız sağlıklıysa mümkün bu. Glifosat bağırsakları geçirgenleştiriyor, bu da alüminyumun kana geçiş izni alması demek. Şu anki düşüncem, aşılardaki alümünyumun kanda bir de glifosatın bulunmasıyla çok daha toksik hale gelmiş olduğudur. Bu ikisi sinerjik çalışıyor bakın; glifosat alüminyumun etrafına adeta bir kafes örüp dışarı atılmasını önlüyor. Glifosatın kıskacındaki alüminyum biriktikçe birikiyor, beyin epifizine ulaştığında uykuyu bozuyor, beyinde domino etkisiyle sayısız soruna yol açıyor. Glifosat ve alüminyum birlikte, tek başlarına olacağından çok daha toksik şekilde çalışıyorlar.”

glifosat

1990 – 2010 yılları arasında otizm teşhisi almış çocuk sayısı ile glifosat kullanım oranlarının (kırmızı çizgi) mükemmelen örtüştüğünü gösteren grafik.

Bebeklerin “kusurlu” kabul edilen bağışıklık sistemlerini desteklemek, basit çocukluk çağı hastalıklarından korunmalarını sağlamak için vurulan aşılardaki alüminyumun glifosatla elele bizzat bağışıklığın beşiği bağırsakları, ikinci beynimizi dağlıyor olması ironik hakikaten.

“Sorun şu ki, bakterilerin shikimate izyolu, bizim de bağırsaklarımızda milyonlarca dost bakterimiz var-bağırsak florasından bahsediyoruz burada. Bu bakteriler sağlığımızın vazgeçilmez parçası. Bağırsaklarımız yalnızca sindirimden değil, aynı zamanda bağışıklık sistemimizden de sorumlu. Glifosat vücuda alındığında bağırsaklarımızı perişan ediyor, böylelikle bağışıklık sistemimizi de yıkıyor.”

. . .

“Sinsice çalışan bir mekanizma bu. Glifosatlı bir şey yediğinizde farkına bile varmıyorsunuz, ancak ne oluyor, bir süre sonra bedeninizde zamanından çok önce yaşlanma belirtileri ortaya çıkıyor.”

Glifosat her yerde

Glifosat mısır veya soya üretiminde kullanıldığından, Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) ile tatlandırılmış piyasadaki tüm meşrubat ve şekerler ve elbette dolgu malzemesi olarak soya kullanılan tüm cips ve kahvaltılık gevreklerde glifosat var.

Burada da kalmıyor, ülkemizin de ayak uydurduğu bir başka gelişme; fabrika hayvancılığı… Kırmızı et, beyaz et, süt ve süt ürünlerinin elde edildiği hayvanlar genetiğiyle oynanmış mısır ve soya ile besleniyor. Tüm bu konvansiyonel ürünlerdeki sentetik hormonlar, antibiyotikler, çeşitli kimyasallar ve metallerin yanında glifosat da arz-ı endam ediyor.

Ben ne yiyorum, hergün çocuğuma ne yediriyorum, karnımdaki bebeği neyle besliyorum diye düşünmeye ve yüzünüzün şeklinin değişmeye başladığını görür gibiyim…

Ve fakat daha bitmedi… Son yılların dünyayı kasıp kavuran fenomeni “gluten intoleransı” da nedir, nerden çıkmıştır diye düşündünüz mü hiç? Şöyle ki: GDO olsun olmasın tüm buğday ekini hasattan hemen önce RoundUp’la spreyleniyor. Bu da organik olmadığı takdirde yediğiniz hertürlü ekmek ve unlu mamülün (makarna, börek, poğaça, kek, pasta, kurabiye, kuru pasta vs.) glifosat toksisitesi kaynağı olması demek. Salt buğday da değil, glifosat tam 160 ayrı bitkiye hasat öncesi kurutucu (nem alıcı) ajan olarak sıkılabiliyor. Buğdaydan sonra en sık uygulandığı ürünler arasında arpa, yulaf, kanola, keten, bezelye, mercimek ve kuru fasulye bulunuyor.

Gıda alerjisi oluşumunun yolunu hatırlayın; hazmedilememiş, yeterince parçalanmamış gıda proteininin geçirgenleşmiş bağırsaktan dışarı, yani kana sızması ve vücudunuzun bağışıklık sistemi elemanlarının tespit ettikleri bu “yabancı cisim”lere saldırması.

Otoimmün hastalıkların mekanizması da benzer şekilde biliyoruz ki; gıda proteinleri ile vücudun kendi dokularının yapı taşı olan proteinler birbirine oldukça benziyor. Vücudun savunma elemanları, kana karışmış gıdanın amino asit dizisi ile birebir eşleşen vücut dokusu bulduğunda ise bu defa bu dokulara saldırmaya başlıyor. Sinir proteinleri eşleşir de vücut buraya saldırırsa bunun adı multipl skleroz oluyor; tiroid bezinize saldırırsa adı otoimmün tiroid veya Haşimoto oluyor vs.

Hepsi için ortak nokta ve önşart nedir peki? Bağırsağınızın hasarlı ve geçirgen olması. Baş müsebbibini artık tanıyoruz sanırım; baş harfi ‘g’.
Elbette tıpta ‘molecular mimicry’ (moleküler benzeşme) olarak adlandırılan bu alerji ve otoimmün hastalık mekanizmasının bir müsebbi daha var; glifosatın can dostu aşılarda kullanılan gıda proteinleri.

Pediyatrik aşılarda kullanılan gıda proteinlerinden yalnızca bazıları şunlar: dana eti, yumurta, domuz eti, balık, süt ve süt ürünleri, soya ve keneotu (hintyağı/kastor bitkisi), jelatin, maya vs.

Aşı patentleri incelendiğinde bu listenin hakikaten hayli uzun olduğu görülüyor, elbette burada ayrıca aşılarda kullanılan Polisorbat 80 ve MSG konusuna hiç girmiyoruz. Ancak bilinmesi gereken nokta şu; vücut dokularının proteiniyle “benzeşecek” gıda proteinlerinin bağırsağı geçmesine de gerek yok aşıların durumunda biliyoruz ki; bunlar doğrudan kas içinden kana karışıyor zaten ve “adjuvan” alüminyumla etkileri de kat be kat arttırılıyor. Anafilaktik şok ve alerji kelimelerinin 1800’lerde aşılanan çocuklarda ortaya çıkan bu garip durumu (serum hastalığı) tanımlamak için ilk kez kullanıldığını ve böylelikle literatüre geçtiğini bilirsek, sanırım taşlar daha da güzel yerine oturacaktır.

Sağlıkta ve tarımda Amerikan modelini takip etmekte olan Türkiye’de de 15 senedir aynı herbisitin kullanıldığını ve son senelerde ulusal aşı takvimine ardı ardına yeni aşılar eklendiğini düşünecek olursak yaşamakta olduğumuz sıkıntıların nedeni ve çözüm yolu hakkında bir fikrimiz olabilir. En kısa zamanda Türkiye’de de aynı tip tahlil ve değerlendirmelerin yapılmasını, sağlık istatistiklerinin incelenerek çalışma konusu yapılmasını ve giderek artan otizm oranlarının önüne geçilmesini diliyoruz. Durumun aciliyetini Türkiye’de artan kronik ve otoimmün hastalıklar ile çocuklarda gün geçtikçe tırmanan davranış bozuklukları, gelişim geriliği ve doğum kusurları ile nörogelişimsel bozukluk tablosuna bakıp da anlamayanlar için Seneff’in şu yorumu yardımcı olacaktır:

“Bulunduğumuz noktanın telafisinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Çok büyük çaplı değişikliklere gidilmesi lazım.”

Toplum olarak el birliğiyle aynı değişikliğe imza atabilmek dileğiyle …

why

NEDEN Monsanto’nun eski başkan yardımcısı şimdi Gıda ve İlaç Dairesi’nin başında? Eski Mosanto avukatlarından biri NEDEN şimdi Yargıtay’ın başında?