PROBİYOTİKLER – NİYE ÖNEMLİ?

İnsan Genomu Projesi 2003’te tamamlandı ve hemen ardından 2007’de İnsan Mikrobiyomu Projesi’ne start verildi.

Bu hızlı geçişin sebebi ne olabilir acaba?

Çünkü:

İnsan, sadece bağırsaklarda tam

  • 40,000 bakteri türüne,
  • 9 milyon ayrı bakteriyel gene,
  • 100 trilyon da mikrobiyel hücreye sahip.

Oysa aynı insanın kendi gen sayısı sadece 22,000, kendi hücre sayısı sadece 10 trilyon.

Mikroplarımız Amazon yağmur ormanıysa, biz Akdeniz kıyılarındaki maki topluluğu kadarız, fark bu.

İlişkimiz tamamen simbiyotik mikroplarımızla, fakat görünen o ki hayatta kalmak için bizim onlara, onların bize olduğundan daha fazla ihtiyacımız var.

İyiler, kötüler ve kendi halindekiler diye 3 gruba ayrılan mikroplarımızı içimizde, dışımızda, esasen her yerimizde taşıyoruz. Fakat vücutta bir yer var ki mikroplarımız özellikle mesken tutmuş, tüm ülkeyi besleyen çiftçiler gibi tümgün durmadan bizim için çalışmaktalar. Bu makama ‘ikinci beyin’ de diyorlar, gerçek efendi kim, hala tartışılıyor. Probiyotikler, bu makamın iyi huylu, dost, çalışkan sakinleri işte. Eksikliklerini çok çeşitli semptom, sendrom ve bozukluk şeklinde derinden hissettiren dostlar bunlar.

Ağızdan anüse uzun ince bir yol – sindirim sistemimiz

Eğlenceli hap bilgilere bakalım mı biraz da:

  • Tüm vücut sistemleri ağırlığı karnımızda olan sindirim sistemiyle bağlantılı.

Misal, bizi hastalıklardan koruyacak, enfeksiyonlarla savaşacak bağışıklık sistemimizin %70’ten fazlası burayla bağlantılı.

Sık hastalananlar, enfeksiyonlardan başını kaldıramayanlar, otoimmün hastalığı olanların nereye bakması lazımmış sorunun kaynağını bulmak için? Karna; sindirim sistemi organlarına.

  • Bağırsak yolunu uzun bir boru olarak düşünüyoruz, iç yüzeyi iyi ve kötü bakterilerden oluşan bir tabakayla kaplı bu borunun. Sadece buradaki bakterilerin toplam ağırlığı 1.5 kilo desek, zannediyorum bağırsak yolunun gerçekte ne uzun ince bir yol olduğu hakkında fikir verecektir. Yine de, akılda kalsın diye uzmanlar bağırsakların iç yüzeyinin açıldığında bir tenis sahasını kaplayacak alana sahip olduğunu söylüyor bize.
    hqdefault
  • Sinir sistemine bakalım biraz da. Karnımızda taşıdığımız sinir hücresi sayısı beynimizde veya periferal sistemde taşıdığımızdan daha fazla.

Kendi sinir sistemi var karnımızın, adına enterik sinir sistemi diyorlar ve vücudun geri kalan her yerinden daha yoğun bir sinir ağına sahip bu sistem.

Misal; yemek borusundan anüse uzanan sindirim sistemi organlarında omuriliğin tam 5 katı, yani 500 milyon nöron taşıyoruz. Karnımızda olup bitenin beyne ve tüm sinir sistemine etkisinin ne olabileceğini düşünebiliyor muyuz?

“Deliliğin esas makamı genelde mide ve bağırsak civarıdır.” – 1807, Modern psikiyatrinin kurucusu sayılan Fransız psikiyatrist Phillipe Pinel.

Nörotransmitterleri duymuşuzdur; serotonin, dopamin, GABA, glutamat, histamin etc. Bunlar da ‘made in gut’, yani karnımızdaki çiftçilerin imalatı.

Mutluluk, canlılık, zindelik kaynağı serotoninin %95’inin üretim ve depo yeri karnımız deniyor. Probiyotik gıdalar yediğimizde veya probiyotik destek kullandığımızda birden kendimizi iyi hissetmemizin sırrı buymuş meğer… Depresyona girdiğimizde ilk bakmamız gereken yer beyin değil miymiş yani şimdi? İlginç…

“Şizofreni, depresyon, bipolar bozukluk veya yetişkinlikte görülen epilepsi vakalarının büyük bölümü veya herhangi başka bir bozukluk olsun, tıbben verilen etiket her ne olursa olsun bugün hangi psikiyatrik hastalığa bakarsanız bakın bunların hepsinin GAPS bireyleri (karnındaki fiziksel arazların beynini olumsuz etkilemekte olduğu bireyler) olduğuna hiç şüphem yok. Bu insanların bağırsak florası bozuk. Ürettikleri toksinlerin üstüne bir de bağırsaklardaki bu mikroplar bağırsağın duvarını da zedeliyor. Bağırsak çeperine açtıkları delikler bağırsağı geçirgenleştiriyor ve dışarı sızıntı başlıyor. Ne oluyor, yenilen gıda daha tam sindirilemeden emilerek kana karışıyor. Bu insanlar yedikleri hiçbir proteini düzgün sindiremiyorlar, kısmen hazmedilmiş şekilde kana geçiyor hepsi. Kanda dolaşıp duran düzgün hazmedilmemiş, yanlış formattaki bu proteinleri immün sistem yakaladığında bunlara şöyle bir bakıp, sen bir besin molekülü değilsin diyor. Bunları gıdaya benzetemediğinden ve yabancı madde olarak algıladığından da saldırı başlatıyor. ”

Dr. McBride yukarıda bizlere gıda alerjilerinin oluşum mekanizmasını açıklamış oldu. Ancak aynı mekanizma karşımıza astım atağı veya anksiyete bozukluğu veya herhangi başka bir bozukluk olarak da çıkabiliyor.

Özet olarak,

  • Beyin ve merkezi sinir sisteminin sağlığı doğrudan enterik sinir sistemine bağlı;
  • Enterik sinir sisteminin sağlığı sindirim sistemine;
  • Sindirim sisteminin sağlığı da mikroplarımıza bağlı.
    Hani şu vücudumuzun %90’ını oluşturan mikroorganizmalara.

Kötü Haber:

Enterik sinirbilim dalı tıpta son 8-10 yılda ortaya çıkmış yeni bir disiplin. Sadece doktora sonrası akademik eğitimine devam eden hekimler veya bilimadamları dünyada sayılı birkaç üniversitede bu disiplinde eğitim alabiliyor. Yani hekimler henüz okulda bu konuyu öğrenmiyorlar demek oluyor bu.

O yüzden, bağırsakta flora bozukluklarının ve yol açtığı geçirgenleşmiş bağırsağın yarattığı geniş spektrumdaki hastalıklar ile boğuşan milyonların sorunlarına, son bilimsel bulgular müfredata ve dolayısıyla klinik uygulamaya yansımadığından çözüm getiremiyor doktorlarımız.

İyi Haber:

“Olsun,” diyor Dr. Natasha Campbell-McBride, “bağırsaklarınızı sadece yiyecekle iyileştirmeniz kesinlikle mümkün”, diyor ve ekliyor:

“Doktorunuz bilmiyor olabilir sizi nasıl iyileştireceğini ama bu ortada buna dair bilgi olmadığı ve iyileşmenizin imkansız olduğu anlamına gelmez.”

O halde Alman, Rus ve Doğu Avrupa toplumlarının geleneksel mutfağından bağırsak dostu, probiyotik deposu Sauerkrautun nasıl yapılacağını, 2. bölümde Rus asıllı İngiliz hekim Dr. Natasha Campbell-McBride kitabından, Amerikalı Dr. Suzanne Humphries de mutfaktan anlatsın bizlere.