Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanmakta olan tüm yapıtlar eser statüsünde olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır. Sitede bulunan yazı ve görsellerin site sahibinden izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması yasaktır.
Gelin bugün de Amerika’dan ‘bağımsız sinema’ örneklerine bakalım sizinle… Anlam yüklü, yaşanmış olaylara dayanan ancak bir türlü hasılat rekoru kıramayan filmler bunlar.
Konumuz; diş çürükleri ile mücadelede tıbbın en büyük savunma silahı ‘flor’ün engellenemez yükselişinin ardındaki gerçekler, içiçe geçmiş çıkar ilişkilerinin boyunduruğu altında icra edilemeyen bilim, devlet (ve ayrılmaz parçası endüstri) eliyle yürütülen kontrollü ve bilinçli dezenformasyona karşı dik duruşunu bozmayan birkaç dürüst biliminsanı ve ihbarcının dünya kamuoyuna uyarıları.
Doğrudan Türkiye’nin gündeminde değil elbette şehir şebeke suyu florleme çalışmaları çünkü bilindiği kadarıyla bizde böyle bir uygulama yok. Ancak Türkiye coğrafyası doğal olarak içme suyunda flor oranlarının oldukça yüksek olduğu (doğal su kaynaklarında flor miktarı 1.5 – 12.5 ppm arasında değişiklik gösteriyor), buna müteakip diş ve kemiklerde oluşan flor zehirlenmesi vakalarına dair literatürde çok sayıda araştırmanın bulunduğunu gördüğümüz bir jeolojik yapıya sahip. Türkiye’nin tüm illerini kapsayan ayrıntılı su floru haritası için “Diş hekimliğinde florun, insan vücudu ve dişler üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi” başlıklı derlemeye bakabilirsiniz.
Ve fakat işin teknik ve bilimsel yanı bir tarafa, bugün toplum sağlığı adına devlet eliyle uygulamaya konulan programların ağırlıklı kısmının daha ziyade politik ve ekonomik motiflere dayandığını bildiğimizden, Amerika’nın onca masrafa girerek bizler için çektiği bu uzun metrajlı “halk sağlığı üzerine denemeler ve istikrarlı şekilde yanılmalar” kategorisindeki filmler tıbben Amerikan modelini benimsemiş bizim gibi ülkeler için oldukça anlamlı.
İçme suyunun florlenmesi ile ilgili tartışmalar yarım yüzyıldır kesilmiş değil Amerika’da. Bizde de akislerini ara ara gördüğümüz bu tartışmalarda, bir yanda florleme savunucusu Amerikan Sağlık Bakanı (Surgeon General) ve meslek örgütü Amerikan Diş Hekimleri Birliği (ADA) ve diğer yanda karşıt görüş bildiren bağımsız bilimadamları ve aktivistlerden oluşan tarafların tartışmalarında genellikle eksik bırakılan bir nokta da, diş macunlarından tanıdığımız ‘sodyum florür’ ile ABD’de suya katılan ve birlikte “silisyum florürler” diye anılan ‘florosilisik asit’ veya ‘sodyum silikoflorür’ adındaki kimyasalların farkı. Sağlığa etkilerinde bir fark olsa gerek bunların, zira CDC’nin florlü jeller veya ağız çalkalama suları ile ilgili raporlarında bu ürünlerde kullanılan kimyasallar gayet detaylı şekilde belirtilirken, iş suya katılan kimyasallara geldiğinde bilgi verilmekten özenle kaçınıldığını görüyoruz.
Florün Periyodik Cetveldeki Yeri
Flor bir element. Hiçbir zaman serbest halde bulunmayan, zehirli ve tehlikeli elementler olarak bilinen ‘Halojen grubu’ üyesi, liste başı bir gaz kendisi. Diğer minerallerle mikroskopik ölçekte kurduğu bağlar sayesinde ‘iz mineral’ ünvanını kullanmaya hak kazanabiliyor. Fakat bu, endüstrinin kulağımıza fısıldamaktan hiç geri durmadığı gibi besleyici bir ‘esansiyel mineral’ yapmıyor kendisini. 1950’lerde diş hekimliği dünyası florün düzenli olarak vücuda alınması gereken bir besin öğesi olduğuna karar vermiş, ancak bugün biliniyor ki florün ne diş ne de vücuttaki herhangi başka bir doku veya hücresel işlem için gördüğü bir fonksiyon yok.
ABD’nin suyu florlenen alanlarında kullanılan florür ise %90 oranında alüminyum, demir-çelik, çimento, fosfat ve nükleer silah sanayiilerinin üretim artığı, florün hidroflorik asit ismi verilen bir bileşiği, bir kimyasal atık. Bu insan yapımı bir madde. Bu haliyle florürün hiçbir besleyici değeri olamaz, yok da! Dünyanın en aşındırıcı, yakıcı, kostik sanayii kimyasallarından biri.
Florür, fare zehri ve hamamböceği tozlarının aktif maddesi.
Hidroflorik asit ise yüksek oktanlı benzin rafinasyonunda; derin dondurucu ve klimalarda kullanılan florokarbon ve klorokarbonların yapımında; bilgisayar ekranı, florosan lamba, yarıiletkenler, plastik malzemeler, zırai ilaç ve dişmacunu yapımında kullanılan madde.
Florürün ayrıca değdiğinde eti kemiğe kadar yakıp delme özelliği var, gözle teması hayli sorunlu, gaz hali solunduğunda ise ciğer dokusu ağır zarar görüyor ve kişi deyim yerindeyse kendi vücut sıvılarında boğuluyor.
İnsan vücuduna alındığında florürün tek işlevi var; enzimleri yok etmek. Bunu da yapılarını değiştirmek suretiyle yapıyor. İnsan biyo-kimyasında, kişinin hayatta kalabilmesi için her an her saniye gerçekleşmesi gereken çok çeşitli hücresel reaksiyonda kullanılıyor bu enzimlerin binlercesi. Enzimler olmadan bir saniye dahi canlı kalabilmemiz mümkün değil.
Florürün tarihçesi
Amerika’da suyun florlenmesine 1940’ların ortasında başlanıyor ilk, bakalım diş çürüklerini azaltmada bir etkisi olacak mı bu hidroflorik asidin nötralize edilmiş hali olan ‘sodyum florür’ün diyorlar. (Bu tarihlere dikkat lütfen, bulmacanın önemli parçaları zira bunlar.) Bu denemeye geçmeden önce yapılan tüm güvenlik çalışmaları da tahmin edebileceğimiz üzere ‘sodyum florür’ üzerine oluyor. Ve fakat, 1950 yılında ‘Halk Sağlığı Hizmetleri’ dairesince alınan kararla, sodyum florür yerine o güne kadar sağlığa ve insan davranışlarına etkisi ne olur diye hiçbir şekilde test edilmemiş ‘silisyumflorürler’in içme suyuna katılmasının önü açılıyor. Yani bugün 320 milyon nüfuslu Amerika’nın 3’te 2’sinin içme suyuna katılan flor çeşidi çokça bu ‘silisyumflorürler’ olarak da bilinen ve aralarında hidroflorosilisik asidin de bulunduğu tür florür, ancak sadece ‘sodyum florür’ katılan yerler de var.
Buraya kadar özetleyecek olursak:
- Sağlığa etkisi ve güvenlik profili hiç bir şekilde test edilmemiş ‘silisyum florürler’ adı altındaki kimyasalların halkın içme suyuna katılmasına devlet birimleri göz yummuş, hatta karşı çıkan sesleri bertaraf etmek kaydıyla 60 seneyi aşkın zamandır desteklemiş Amerika’da. Amerikan Çevre Koruma Dairesi EPA’nın bugünkü itirafı, içine bu tür florürlerin katılmış olduğu suyu kullananlarda “kronik maruziyet” sonucu oluşacak etkilerin ne olduğunu bilmedikleri yönünde. Evet, halk sağlığını korumakla yükümlü kurumların bu tür ihmalleri, hatta suç tanımına girecek kasıtlı dezenformasyon, bilimsel veri manipülasyonu ve yapılan sahtekarlıkları örtbas çalışmaları Amerika’da istisna değil maalesef, adeta kural.
- Silisyum florürler su kaynaklarına verildikten sonra tamamen çözünmüyor ve yarattıkları biyokimyasal etkiler de selim değil.
- 400 binlik çocuk grupları üzerinden yapılan geniş veri analizlerinden, silisyum florürlerin kullanıldığı bölgelerde yaşayan çocukların çevre kaynaklı kurşunu (en basitinden su tesisatında kullanılan metal alaşımda var kurşun) çok daha yüksek seviyede emdikleri biliniyor. Bu kimyasalların incelendiği başka çalışmalarda da, kurşun toksisitesine bağlı davranış problemlerinin daha fazla gözlemlendiği çıkıyor ortaya. Çocuklarda ve gençlerde hiperaktivite, öğrenme güçlükleri, uyuşturucu madde bağımlılığı, şiddet eğilimi ve suç işleme oranlarında artış gibi etkileri saptanıyor. Bu tip bulgular, çevresel risk faktörlerine “kümülatif yükleme” modeliyle bakıldığında aşikar hale geliyor.
Minvalde CDC ve EPA hiçbir şekilde objektif bilimsel araştırmalara geçit vermiyor, hatta belli ki kendi onaylarıyla uygulamaya alınan bu silisyum florürlerin toksisite ve zararlı etkilerini ortaya koyan verileri örtbas yoluna gidiyor. Uzun bir bekleyiş sonrası ancak 2001’de ortaya koyabildikleri “Florürün ABD’de Diş Çürüklerini Önlemede Kullanımına Dair Tavsiyeler” adlı raporlarında yer verdikleri çalışmalar için fon tahsisi örüntüsü, hangi isimlerin eskiden beri değişmeden CDC’ye bu konuda aynı aklanmış(!) sonuçları veren çalışma sağlamış olduğuna bakmak isteyenler için adres “MMWR, Aug. 17, 2001, 50 [RR14] 1-42)”.
Çocuklarda diş çürüklerini azaltacağız diye devletin başlattığı programın üzerinden elli yılı aşkın zaman geçip de zaman aşımından bazı resmi belgeler üzerindeki gizlilik kalktığında ise bu tartışmalı halk sağlığı uygulamasını farklı bir ışık altında görmemizi sağlayan gerçekler su yüzüne çıkıyor. İkinci dünya savaşı yıllarının siyah-beyaz ekranına insanlığın nükleer çağa geçişinin filmi düşüyor.
Halk sağlığı liderlerinin florürün düşük dozlarda insan sağlığına zararlı olmadığı gibi, üstelik bir de çocukların diş sağlığı için faydalı olduğunu keşfi dediğimiz gibi ABD’nin ikinci paylaşım savaşını dünyanın ilk atom bombasını yapması sayesinde galibiyetle kapatmasına denk geliyor.
Ancak güvenlikle ilgili verilen o teminatların, Joell Griffiths ve Chris Bryson tarafından ele geçirilen dönemin–Amerikan silahlı kuvvetleri bünyesinde atom bombası geliştirmek üzere kurulan özel grubun yürüttüğü ‘Manhattan Projesi’ne ait belgeler de dahil olmak üzere–gizli belgeleri ışığında yeniden ziyaret edilip değerlendirilmesinin vaktidir.
Florür, atom bombası yapımındaki kilit kimyasal bu belgelere göre. Soğuk Savaş dönemi boyunca üretilen nükleer silahların yapımında kullanılan bomba özellikli uranyum ve plutonyumun elde edilebilmesi için milyonlarca ton florür gerekiyor. Bilinen en toksik kimyasallardan olan florür böylelikle hızla, ABD’nin yürüttüğü atom bombası programı yüzünden hem fabrika çalışanları hem de civar bölge sakinleri için bir numaralı sağlık tehdidi haline geliveriyor.
Belgelerde başka neler mi ortaya çıkıyor:
Florür düşük dozda insan sağlığına zararsızdır diyen orijinal delillerin büyük kısmı, herhangi bir zarar olması durumunda halkın açacağı davalarda savunma amaçlı kullanılmak üzere özel talimatla atom bombası programında görevli bilimadamlarına hazırlattırılıyor. Hakikaten de ABD’de atom bombası programı yüzünden açılmış ilk davaların konusu radyasyon filan değil, florür yüzünden oluşmuş zararlar.
İnsan deneyleri gerekiyor tabii güvenilirliği göstermek için. Amerika Birleşik Devletleri’nin içme suyu florleme uygulamasının sağlığa etkilerini çalışan 1945’ten 1956’ya dek sürecek New York, Newburgh merkezli en büyük deneyinin tasarım ve implementasyonunda bizzat bomba programının bilimadamlarını lider pozisyonda görüyoruz. Gizli adı “Program F” (F Programı) olan operasyon için bu bilimadamları, New York Eyaleti Sağlık İdaresi personelinin de işbirliği ile Newburgh ahalisinden gizlice kan ve doku örnekleri alarak analiz ediyor.
Bu iki gazetecinin ele geçirdiği belgeler arasında, ‘Program F’de görevli bilimadamlarının Journal of the American Dental Association (Amerikan Diş Hekimleri Birliği Dergisi)’nde 1948’de yayımlattıkları ve ABD Atom Enerjisi Komisyonu (AEC), ki Soğuk Savaş Dönemi’nin en önemli ve güçlü dairesi olarak kabul edilir, tarafından ‘milli güvenlik’ gerekçesi ile sansürlenmiş çalışmanın, florürün sağlığa olumsuz etkilerini gösteren orijinalleri de bulunuyor
Bomba programının florürle ilgili güvenlik çalışmaları Rochester Üniversitesi’nde yürütülüyor. Burası, Soğuk Savaş döneminin en korkunç radyasyon deneylerinin hastanedeki hiçbir şeyden haberi dahi olmayan hastalara toksik dozlarda radyoaktif plütonyum enjekte edilmek suretiyle yapıldığı yer. Florür çalışmaları da işte burada, “milli güvenlik” ve devletin çıkarları karşısında hiçbir ahlaki kıstasın engel teşkil etmediği aynı ortamda yapılıyor.
Amerikan devletinin bu açık menfaat ihtilafı ve dolayısıyla florürü “güvenli” gösterme ihtiyacının ardında yatan nedenler 1950’lerden bu yana aynı şiddette süregiden floridasyon tartışmalarında ne kamuoyu ne sivil araştırmacılar, sağlık profesyonelleri veya gazetecilerce fazla bilinmiyordu.
Oysa şimdi gizliliği kalkmış bu belgelerden öğrendiklerimiz, çevredeki florürün sağlığa etkileri ile ilgili geçen bunca yılın ardından birikmiş yığınla bilimsel kanıtla ve akıllardaki yığınla soruyla birebir örtüşüyor.
İnsanoğlunun florür maruziyeti 2. Dünya Savaşı’nın ardından birden inanılmaz yüksek seviyelere ulaşıyor; yalnız florlenmiş su ve dişmacunu meselesi değil tabii bu, alüminyumdan zırai ilaç endüstrisine kadar kilit roldeki bu kimyasalın çevre kirliliğinde payı büyük.
Florürün insan sağlığına etkisini görmek isteyenler çocukların yüzüne, gülüşlerine baksalar kafi. ABD’de genç nüfusun %80’inin dişlerinde aşırı flor maruziyetinin vücuttaki ilk işareti olan dental fluoroz görülmekte diyor ABD Ulusal Araştırmalar Konseyi.
Kamuoyunca daha az bilinen bir gerçek de florürün kemiklerde birikme özelliği:
“Kemiklerde ne olup bittiğinin fotoğrafını verir size dişler”, diyor NY, St. Lawrence Üniversitesi’nden Kimya Profesörü Paul Connett.
Son yıllarda ABD’deki pediatrik ortopedi uzmanlarından gençlerde artma eğilimindeki stres kırıklarına dair uyarılar geliyor. Connett ve diğer bilimadamlarınca da, ta 1930’lardan beri kemik hasarı ile ilişkisi çok çeşitli çalışmalarla ortaya konmuş florürün etkisi açıkça dillendiriliyor. Düşük dozda florürün çocukların kemik gelişimine zararı olmadığına dair kanıtların çoğu Amerikan bomba programında görevli bilimadamlarından geldiğine göre, epey geç kalınmış gibi gözüküyor Amerikan çocuklarının kuşaktan kuşağa aktarılan sağlıksızlığını geri çevirmek için.
Bahsi geçen resmi belgeleri inceleyen araştırmacılar, Soğuk Savaş yıllarının milli güvenlik gerekçelerinin, florürün toplum sağlığına hayati önemdeki olumsuz etkilerinin bilimsel açıdan objektif şekilde değerlendirilmesini önlemiş olduğunu ifade ediyorlar.
Boston’daki Forsyth Diş Merkezi’nin eski toksikoloji şefi Dr. Phyllis Mullenix, “Bilgi hasır altı edilmiş”, diyor açıkça. Mullenix ve meslekdaşlarının 1990’ların başında yürüttüğü hayvan deneylerinde örneğin florürün (beynin bir parçası olduğu) merkezi sinir sistemi için son derece zehirli olduğu, düşük dozlarda dahi insan beyninin çalışmasını olumsuz etkileyebileceği gösteriliyor. (Tabii son dönemde Çin’den gelen epidemiyolojik veriler de bu bulguları destekler yönde; çocuklarda düşük doz florür maruziyeti ile zeka düşüklüğü arasında korelasyon gösteriyor çalışmalar.) Mullenix’in bulgularının 1995’te hakem kontrollü itibarlı bir bilim dergisinde de yayımlandığını görüyoruz. Duyan olmuş mu? Hiç sanmıyoruz.
Florür Hasta Ediyor
Florür kümülatif, yani zaman içinde iç organlarda birikme özelliği olan bir zehir.
Suyla alınan florürün %98’e yakını mide-bağırsak yolundan kanınıza emiliyor. Oradan da vücudunuzu oluşturan hücre dokularına nüfuz ediyor. Her gün ağızdan aldığınız florürün ortalama yüzde 50’sini böbrekleriniz aracılığıyla vücuttan atıyorsunuz.
Gerisi ise dişlerinizde, kemiklerinizde, beynin epifiz bezinde, kalsifikasyona giden kan damarlarınız da dahil olmak üzere diğer dokularınızda birikmeye başlıyor. 2012’de Nuclear Medicine Communications dergisinde yayımlanan bir çalışmaya göre:
“İncelenen hastaların 54’ünün (%96’sının) damar yollarındaki 361 noktada florür alımı tespit edilmiş olup, 49 hastada da (%88) damarlarda kalsifikasyona rastlanmıştır.
Karın damarı (abdominal aort) hariç, atardamar çeperlerinin büyük kısmında florür alımı ile kalsifikasyon oluşumu arasında önemli ilinti görülmüştür.
28 hastada (%46) koroner arterlerde (kalp atardamarlarında) florür alımı tespit edilirken, 34 hastada da (%56) kalp atardamarlarında kalsifikasyona rastlanmıştır.”
Avusturyalı araştırmacılar ise 1970’li yıllarda 1 ppm* gibi düşük konsantrasyonda dahi florürün DNA tamir enzimlerini %50 oranında tahrip ettiğini kanıtlamış. DNA’nın hasarlı hücreleri onaramaması demek, hızla yaşlanmamız demek.
Florür bedeni vaktinden önce yaşlandırıyor, kullandığı ana mekanizma da enzimlerin şekillerini bozması. Enzimlerdeki bu şekilsel bozulma kolajen yıkımı, egzama, doku hasarı, citte kırışıklık, gen hasarı ve bağışıklık sistemi zayıflaması olarak kendini gösteriyor. Bu ne demek peki? Bu noktada aklınıza gelebilecek her hastalığa açıksınız demek! Tüm vücut sistemleri enzim bağımlı çalıştığına göre, florür bu enzimleri değiştirdiğinde şu noktalarda hasar meydana geliyor:
– immün sistem
– sindirim sistemi
– solunum sistemi
– kan dolaşımı
– böbrek fonksiyonu
– karaciğer fonksiyonu
– beyin fonksiyonu
– tiroid fonksiyonu
Eğilip bükülen bu enzimler aslen protein, fakat artık vücuda yabancı protein haline geldiler. O halde bugün mekanizması çok daha iyi anlaşılmış olan lupus, artrit, astım, arteroskleroz ve benzeri otoimmün hastalıkların kaynağını da bir yönüyle izah etmiş oluyor muyuz?
Florür ve Osteoporoz
Ulusal Sağlık Federasyonu adlı kurumun eski bilim direktörlerinden biyokimyager John Yiamouyiannis (florürün sağlığa etkilerine dair açıklamaları kitabından fotoğraflar eşiliğinde buradan görebilirsiniz), 1990’da tamamlanmış ve 541,000 osteoporoz (kemik erimesi) vakasına bakılmış çalışmayı işaret ediyor bizlere. JAMA’da yayımlanmış bu çalışmada 65 yaş üstü kadınlarda görülen kalça kırıkları ile florür seviyeleri arasında kesin bağlantı ortaya konmuş durumda. Büyük çaplı diğer pekçok çalışmada da sonuç aynı: floridasyon, yaşlılarda görülen kalça kırıklarıyla reddedilemez bağıntı halinde.
Kemik yaşayan, canlı bir dokudur.
Kemik yapılanması son derece hassas dengelere dayanan, hayli komplike bir proses. Florürün ise bu prosesi sekteye uğrattığı 1930’lardan beri biliniyor. Kaliforniya Tıp Derneği’nin başkanlığını yapmış Dr. Alesen, florürün kemik oluşum sürecine ne yaptığını tüm ayrıntılarıyla izah ediyor. Uluslarası dergilerden florürün binlerce osteoporoz, iskelet incelmesi, kırıklar, “elastikleşmiş kemikler”, anemi ve raşitizme yol açmış olduğunu yine hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlayan düzinelerce yayına atıfta bulunarak soruna dikkat çekiyor.
Peki öyleyse su floridasyonuna neden halen devam ediliyor?
Tek kelime ile özetleyebiliriz….para!
Ağır sanayinin toksik atıklarından kurtulma mücadelesi. EPA (Çevre Koruma Dairesi)’nin 1970’lerde yükselişi. Geçtiğimiz onyıllarda çevre bilincindeki artışın yaratılmaya çalışılan güvenlik ilüzyonu için politikaya alet edilmesi.
Florür, insan yapımı kimyasalların üretim prosesinin açığa çıkardığı toksik bir yan ürün.
ABD’de şehir su şebekelerinin florlenmesine geçildiği 1945 öncesi dönemde florür açıkça zehir sınıflandırmasında yer alıyor. American Dental Association (Amerikan Diş Hekimleri Derneği) dergisinin 1936 yılı sayısında, 1 ppm’lik konsantrasyonda florürün arsenik ve kurşun derecesinde zehirli olduğu yazıyor.
The Journal of the American Medical Association‘ın 18 Eylül 1943 sayısında ise florürler, bazı enzimlerle hücre membranı geçirgenliğini değiştirme kapasitesine sahip genel protoplazmik zehirler olarak geçiyor. Aynı derginin 1 Ekim 1944 tarihli editoryalinde geçen ifade ise şu:
“İçme suyunda 1.2 ppm gibi düşük oranlarda dahi florür gelişim bozukluklarına yol açacaktır. Böylesi ciddi sistemik bozukluklar yaratmayı göze alamayız. Oluşacak muhtemel zarar açıkça faydasından fazladır.”
Satılığa çıkmış bilim…
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, 2. dünya savaşı ve sonrasındaki soğuk savaş sürecinde yaşanan nükleer silahlanma yarışında kullanılacak bomba yapımına uygun uranyum ve plutonyumun elde edilebilmesi için tonlarcasına ihtiyaç duyulan florür için Manhattan Project ekibi 1946’da toksik etkilerini belirlemek üzere çeşitli deneyler düzenliyor. Tabii o ana kadar üretim yerleri civarındaki tarım ve hayvancılık alanlarında yaşanmış zehirlenme vakaları var, florür hızla endüstrinin sorunlu çocuğu olarak ilgi çekmeye başlamış ve halk florür emisyonlarının sağlıklarına etkisi konusunda sesini yükseltmeye başlamış. Bu endişelerin giderilmesi ve elbette kapıda bekleyen ve endüstrinin mahvı anlamına gelecek büyük çaplı davaların engellenmesi lazım.
Su floridasyon fikrinin mucidi ne tıp ne de diş hekimi, ne de bir halk sağlığı çalışanı… Kendisi Pittsburg’daki Mellon Enstitüsü’nde çalışan bir araştırmacı, ismi Gerald Cox. Endüstri o ana kadar elindeki florür atıklarından yasal olarak ancak az miktarlarda böcek ilacı ve fare zehri imalatçılarına satarak kurtulabiliyor. Ancak daha büyük çaplı ticari bir alan bulunması lazım acilen florüre ve Cox, dönemin en büyük alüminyum üreticisi Aluminum Company of America (ALCOA)’nın laboratuvar direktörü Francis C. Frary’den gelen yönlendirmeyle florürün dişler üzerindeki etkisine eğiliyor. Frary’nin endişesi ise elbette fabrikasının yarattığı çevre kirliliği yüzünden peşpeşe açılmaya başlamış davalar. Alüminyum tesislerinin zehirli atığı sodyum florürden kurtulmak endüstri için kısa sürede hayli masraflı bir probleme dönüşmüş durumda zira.
Gerald Cox’un da kendi özel nedenleri var elbette zehirli florür atıkları sorununa çözüm bulmak için. Çalıştığı ‘Mellon Institute’un kurucusu ABD Hazine Müsteşarlığı yapmış Andrew Mellon ve sonraki yıllarda Mellon’lar demir-çelik endüstrisinin ilahı meşhur Carnegie’lerle ortaklığa gidiyor. Bürokrasi, teknoloji, bilim ve tıp sanayiinin bu mutlu beraberliğinin meyvelerinden sadece Amerika değil, tüm dünya “yararlanıyor” biliyoruz ki. The Mellon Institute, firmalara ücret karşılığı bilimsel araştırma sağlayan bir kuruluş. Sorunu olan firma kendilerine başvuruyor, onlar da gerekli bilimsel çalışmaları kendilerine sağlıyor. Enstitüyü o dönem en ön safta asbest endüstrisini savunurken görüyoruz; asbestin nasıl zararsız olduğunu, işçilerin sağlık problemlerinin nasıl başka nedenlere dayandığını ispat için “bilimsel” araştırma üzerine araştırma çıkarıyorlar. Alüminyum endüstrisi de elbette ellerindeki florürün Asbest endüstrisinin mahvına sebep olmak üzere olan çapta tazminat davalarına kapı aralayacağını sezmekte gecikmiyor. Filmimizin başrol oyuncularından Cox’un Mellon Enstitüsü ile bağlantısı, bunların da endüstriye “bilime dayalı” koruma sağlama geçmişleri yanyana konulduğunda elbette bir sonraki hamlenin, kendisinin tavsiyesi ile zehirli bir atığın “halk sağlığı” için ülke çapında kullanılabilecek bir “sağlık ürününe” dönüşmesine şaşırmıyoruz.
ALCOA’nın Mellon Institute’taki adamı, biyokimyager Cox hemen deney kuruyor, birkaç laboratuvar faresine florlü su veriyor ve kalkıp evet, florürün diş çürüklerini azalttığı görülmüştür diyor. Ve bu çalışmayla ‘diş çürüğü ve florürün faydası’ konusunun ispatlanmış, ‘konunun kapanmış’ olduğunu ileri sürüyor. Bu tarihi açıklamanın yapıldığı tarih 1939. Bütün ABD genelinde halkın içme suyu kaynaklarının florürlenmesi teklifi dediğimiz gibi bir doktordan veya diş hekiminden filan değil Cox’tan, florürün verdiği zarardan ötürü kapısında tazminat davalarının beklediği bir firmaya iş yapan bir endüstri bilimcisinden geliyor.
Cox çıkıyor ve bu ‘bir işe yaramaz yanürün’ün kullanımının (düşük dozlarda) insan sağlığına bir zararı olmadığı gibi üstüne bir de faydası olduğunu açıklıyor; çocuklarda diş çürüğünü azaltabilir bu, diyor. Tüm ülkenin su kaynaklarına florür eklenmesi yönünde teklif fikri şekillenmekte gecikmiyor. Endüstrinin mottosu “The solution is dilution!”, yani zehri seyreltir verirsen sorun kalmaz diye düşünülüyor. Endüstri elimizdeki tonlarca zehirli florür atığından bir servet ödemeden nasıl kurtuluruz diye düşünürken, ustalıkla yürütülen bir halkla ilişkiler kampanyasıyla (bilim değil!) birden ülke çapında su florlemesi için yüzbinlerce ton florür ihtiyacı yaratılmış oluyor!
Devlet ve endüstri, özellikle de ALCOA, içme suyunun florlenmesi fikrinin en büyük savunucuları olarak muazzam bir halkla ilişkiler çalışması başlatıyorlar ve böylelikle bir kalemde bilimadamları ve halk yıllar boyu konuya itiraz dahi edemeyecek pozisyona düşürülüyor. Siz dişçilik, tıp ve toplum sağlığı camiasının önderlerini içme suyunun florlenmesine destek için ikna ettiğiniz ve bunun ‘güvenlik marjının oldukça geniş’ olduğu yönünde kamuyouna açıklama yapmalarını sağladığınız takdirde, ileride çıkıp bir daha, evet endüstrinin çevreye florürle verdiği zarar tehlikelidir diyebilirler mi? Elbette hayır.
Siz devlet ve özel sektör olarak elele çıkmış florürün üstelik bir de çocukların menfaati için çevreye verilmesi lazım gelen sağlık katıcı bir madde olduğunu “bilimsel kanıtları” ile ortaya koymuşsunuz, o halde bu kararı sorgulayacak ve aksini göstermeye kalkacak herkes artık ya “şarlatan” yada “kaçık” demektir.
ABD’deki kimya endüstrisinin yayını Chemical Week endüstrinin heyecanını şu sözlerle aktarıyor:
“Tüm ülkede hesap cetvelleri ısınmaya başladı; su arıtma ve dağıtım tesisi mühendisleri şebeke suyuna florür katmanın maliyet hesaplarını yapmaya çoktan başladı. ABD Halk Sağlığı Hizmetleri, Amerikan Diş Hekimleri Derneği, Federal Diş Sağlığı Direktörleri, çeşitli federal ve yerel eyalet sağlık kurumları, bir yakadan diğerine aktivize olmuş kadın örgütlerinin omuzlarına yüklediği görevi yerine getiriyorlar. Tüm taraflar için bu çok iyi iş imkanı demek ve pekçok firma, eyaletlerde birer birer florleme uygulamasına geçildikçe PHS ve benzer gruplara alkış tutuyor.”
Görüldüğü üzere herkes memnun; sağlık camiası da halk da devlet de endüstri kolları da… İçme suyunda florür kullanımı böylesi bir heyecanla kabul görünce devlet de endüstri de ihtiyatı elden bırakıp aceleci davranıyor maalesef. Pilot bölge olarak seçilen Michigan’ın Grand Rapids şehrinde 15 yıl sürecek bir deneme yapılmasına karar veriliyor başta. Bu süreçte uygulamanın sağlığa faydaları ve varsa tehlikeleri araştırılacak yetkililerce. Ancak deneye başlanmasının üzerinden daha 1 tam yıl geçmeden, 1946’da başka altı şehirde daha uygulama başlatılıyor. 1947’de 87 ilde daha insanların içme suyu florlenmeye başlıyor; bu gayribilimsel aceleciliğe yetkililerin resmi bahanesi ‘halktan gelen yoğun talep’ oluyor.
Evet hakikaten de halk ve kanaat önderleri destekliyor floridasyon programını, ancak bu devlet eliyle yürütülen dev halkla ilişkiler (o dönemki adı ‘propaganda’dır bunun) kampanyasından sonra oluşmuş bir destek. Bugün dahi şapka çıkarttıran etkinlikle devam eden bu propaganda elbette gerçek bir ustanın elinden çıkıyor; Sigmund Freud’un Amerika’ya yerleşmiş yeğeni, ‘halkla ilişkiler’ adı verilen ve bilimsel manipülasyona dayanan pazarlama tekniğinin mucidi, “ikna mühendisi” Edward L. Bernays’den başkası değil bu zat. Usta stratejist Bernays’in dokunuşuyla, o dönem bir yandan fare zehri ve böcek ilacı olarak satılmaya devam ederken florür adeta akşamdan sabaha bir anda ‘popüler’ bir imaja kavuşuyor, ışıl ışıl parlayan dişlerin, kendine güvenli gülümseyişin simgesi haline geliyor, müşfik ve babacan devletin güvencesi altında mutlak surette zararsız ilan edilen bu kimyasal üstelik çocukların sağlığına da iyi geliyor. Bu imaja karşı çıkmaya cesaret eden talihsizler ise toplum hafızasına sonsuza dek ‘çatlaklar’ ve ‘sağcı kaçıklar’ olarak kazındıklarıyla kalıyor.
Tıp ve tıbbi araştırma sektörünü boyunduruğu altına almış Carnegie ve Rockefeller Vakıfları ile Ford Vakfı gibi kuruluşlar ile özellikle tıp ve dişçilik meslek örgütlenmelerinde başrolde olduğunu gördüğümüz Colgate, Kellogg ve eski Farben’in diğer ortakları ile Crest macunlarının sahibi Procter and Gamble gibi şirketler ortaya konan “bilim”i doğrudan etkiledikleri gibi, halk sağlığını sistematik olarak tahrip etmekle mükellef tıbbi dernek ve grupları vasıtasıyla “araştırma” ve “eğitim” için anahtar rol oynayacak bireylere maddi açıdan inanılmaz kazançlı pozisyonlar önermekten de geri durmuyorlar.
Ve bir bakmışsınız ki, zehirli atıklarımızı arıtmak ve yok etmek için milyarlarca doları nasıl öderiz diye ter dökerken endüstri, şimdi kalkmış ülke çapında su şirketlerine aynı toksik florürü satıp üstüne bir de kar sağlar hale gelmiş!
Yani ülkenin şebeke suyu kaynaklarını kendi endüstriyel atıklarını boşaltacakları atık su kanalı, bir nevi lağım olarak kullanıyorlarmış ve bu soytarılık onyıllardır işin ucunda para var diye devam ediyor, içine girilen fasit daireden bir türlü çıkılamıyormuş.
Peki ya gerçek uzmanlar ne diyor?
Biyokimya alanında en fazla atıfta bulunulan makalenin yazarı; 250’nin üzerinde bilimsel yayını var; B7 vitamini olarak da bilinen biyotin’in mucidi; 15 yaşında üniversite hayatına başlayıp 23 yaşında doktora eğitimini tamamlamış; 1937’de Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI)’nın kurucu kadrosu içinde yer almış ve 30 yılı aşkın süre bu kurumun Sitokimya departmanını yönetmiş; dünyanın belki de gelmiş geçmiş en iyi biyokimyageri ve aynı zamanda da bir tıp hekimi olan Nobel ödüllü Alman Otto Warburg ile yıllarca birlikte çalışmış, birlikte kitap yazmış Dean Burk’e uzanıyoruz şimdi.
Dean Burk’ün eğitim hayatının bir kısmı Almanya ve Rusya’da geçiyor. Florürle ilk tanışıklığı da kariyerinin başında, 1929’da Meyerhof’un Berlin’deki laboratuvarında Fritz Lipmann’ın florür deneyleri yaptığı döneme dayanıyor. 1975’te Ulusal Kanser Enstitüsü’nden emekli olduktan sonra biyokimyager John Yiamouyiannis’in ısrarıyla flor ve kanser arasındaki ilişkiyi incelemeye başlıyor ve yaptıkları çalışmada hakikaten de suyu florlenen şehirlerde kanser ölümlerinin, florlemeye geçilmeden önceki onyılda diğer şehirlerle aynı kanser ölüm oranlarına sahipken tırmanışa geçtiği, 100 bin kişi başında fazladan 20-30 kanser ölümüne neden olduğu, halbuki suyu florlenmeyen şehirlerde kanser ölümleri eğrisinde eskisine göre fark oluşmadığı ortaya çıkıyor.
Ulusal Kanser Enstitüsü çok sert ve düşmanca tepki veriyor ve flor-kanser ilişkisini tümüyle reddediyor. Yasalar karşısında kendilerini çok zor durumda bırakacak böyle bir ilişkiyi halen bugün de inkara devam ediyorlar. Hatta diş çürüklerine karşı net hiçbir fayda sağlanmadığı yarım yüzyıldır görülmesine, bilinmesine rağmen, su florleme uygulamasına yeşil ışık yakarak desteklemiş devletin tüm resmi kurumları bu ilişkiyi sonsuza dek reddetmeye bir yerde mecburlar da. Zira halkın içme suyuna veya yiyeceğine herhangi tipte bir karsinojen madde koymak Amerikan kanunlarına aykırı.
Burk ve çalışmayı beraber yürüttüğü meslekdaşlarının çağrısı şöyle oluyor:
“Elde ettiğimiz sonuçlara göre yapay floridasyon uygulaması, 15 ila 20 sene sonunda her 100,000 kişilik popülasyonda fazladan 20-30 kanser ölümüne yol açmış gözükmektedir. Bu bulgular ışığında dünyanın medeni ülkelerinin hükümetlerine çağrımız halkın içme suyu kaynaklarının florlenmesi uygulanmasına ivedilikle son verilmesi yönündedir.”
Onbinlerce gereksiz yere oluşmuş kanser ve buna bağlı ölümden bahsediyoruz, hatta bir defasında Burk, yaptığı hesaplamalara göre yalnız ABD’de önlenebilecek kanser ölümü sayısının 40,000 olduğunu söylüyor. Tabii Burk’ün çıkış noktası insan hayatı kurtarmak ve apoleti böylesi kalabalık bir bilimadamı olarak hayatının en önemli çalışmasının florle ilgili olanı olduğunu söylüyor. Haksız da değil, zira ajandasız bilim icra etme geleneğinden henüz ödün vermemiş ülkeler kendisinin çalışmalarına ve çağrısına kulak veriyor ve örneğin Hollanda’da, kendisinin uzman tanıklığı sonrasında su florleme uygulamasına son veriliyor. Bugün Avrupa’nın %97’sinin suyuna flor katmaması, ABD’nin ise yarım yüzyılı aşkın florleme çalışmalarına rağmen nüfusunun %98’inde diş çürüğü ve diş eti hastalığının olması, ağır dental fluoroz vakalarının çokluğu, başta kemik kanseri olmak üzere florle ilişkilendirilmiş diğer pekçok kanser türünün en çok görülen kanser türleri arasında üst sıralarda yer alması, tiroit bezinin çalışmasını yakından ilgilendiren bu kimyasalın yoğun kullanımı ile bugün Amerikan nüfusunun en az %30’unda tiroid rahatsızlıkları görülüyor olması arasındaki ilişki hayli manidar.
Şimdi bu değerli bilimadamının görüşlerini kendi sesinden dinleyelim (altyazı seçeneğini açmayı unutmayınız):
Evet, “bu ülkede floridasyon yüzünden son 30 yılda kansere yakalanıp ölenlerin sayısı, askeri tarihimiz boyunca verilmiş tüm kayıpların toplamından fazladır” sözlerinin de sahibi Burk’ün uyarıları tahmin edilebileceği üzere dikkate dahi alınmıyor.
Şimdi gelin diğer uzmanlara da kulak verelim:
“Tarihçiler ileride bu dönemi yazarken, floridasyonu kamu sağlığı politikaları arasındaki gelmiş geçmiş en büyük hata olarak not düşecekler.” – Biyokimyager Paul Connett
“Suya florür katılması uygulaması devlet teşviği ile yapılmış, finansmanı halkın vergisiyle sağlanmış, ADA ve AMA (Amerikan Tıp ve Diş Hekimleri Birlikleri)’nin yardım ve yataklığı ile gerçekleştirilmiş, yeryüzü tarihinin gelmiş geçmiş en büyük bilimsel sahtekarlık vakasıdır.”- Diş Hekimi David Kennedy, Uluslararası Ağız ve Diş Tıbbı ve Toksikoloji Akademisi (International Academy of Oral Medicine and Toxicology) başkanı.
“Sodyum florür tescilli bir fare ve hamamböceği zehridir. Uzun zamandır korunup kollanmakta olan bir kirleticidir.” – Bilim doktoru William Hirzy, EPA (Çevre Koruma Dairesi) İşçi Sendikası başkanı
“Sodyum florür hayli toksik bir kimyasal olup enzimleri zehirler, tahriş edicidir ve kalsiyum inaktivatörüdür. Gelişmekte olan diş minesi ve kemikler ile reaksiyona girerek geri çevrilemez hasara yol açar.” – Amerikan Beslenme Akademisi başkanı Dr. Granville Knight’ın 31 Temmuz 1956 tarihli Meclis Duruşmasındaki ifadesi
“Topluma ilaç vermek için içme suyunun araç olarak kullanılması fikri dehşet vericidir. Florür aşındırıcı bir zehirdir ve uzun vadede ciddi etkiler oluşturacağı kesindir. Suyu bu şekilde kullanmaya kalkmak esef vericidir.” – AMA (Amerikan Tıp Birliği) başkanı Dr. Charles Gordon Heyd
“Aklı başında hiçbir hekim içi tehlikeli ilaçla dolu şişeyi hastasına verip canının istediği miktarda kullanabileceğini söylemez. Oysa bugün Halk Sağlığı Hizmetleri dairesinin topluma aynen yapsın diye giriştiği büyük çaplı propaganda programının mantığı tam da budur. Florür katılmasının sebebi güvenli ve saf içme suyu elde etmek filan değil, yaşa veya fiziksel durumuna bakılmaksızın tüketiciyi toplu halde ilaca bağlamak amacıyla bilakis suyun tehlikeli, toksik bir ilaçla kontamine edilmesidir.” – Kaliforniya Tıp Birliği başkanı Dr. L. Alesen
“Floridasyon tarihin en büyük aldatmacasıdır ve başka hiçbir aldatmacada olmadığı kadar çok insanın mağdur edildiği bir alçaklıktır.” – Streptomisin adlı antibiyotiğin mucidi, Nobel bilim ödülü sahibi Albert Schatz
“Floridasyon yüzyılın, hatta belki de tüm zamanların en büyük bilimsel sahtekarlık vakasıdır.” – EPA’da görevli bilimadamı Robert Carton
CDC’nin raporuna göre hangi ürünlerde hangi tip flor kullanılıyor?
- Ağız çalkalama sularında sodyum florür
- Yenilebilir flor desteklerinde sodyum florür
- Jel ve köpüklerde tartarik asitli fosfat florür, sodyum florür veya kalay florür
- Florlü vernik/cila preparatlarında sodyum florür veya diflüorsilan
Evet, CDC’nin 2001 tarihli raporunda diş çürüğüne karşı mücadelede ilk sırada yer alan diş macunları ve sudaki flore dair bir açıklama, bunlarda hangi spesifik flor kimyasallarının kullanıldığına dair bilgi yok. Acaba nedeni CDC’nin silisyum florürlerin bugüne kadar hiçbir şekilde çalışılmamış olduğu gerçeğini açık etmeme gayreti olabilir mi?
Diş macunları ile ilgili bir ilginç durum daha verelim; 1950’lerde ABD’de florürlü diş macunlarının üzerinde, suyu florlenen bölgelerde kullanılmaması gerektiği uyarısı yer alıyor. En çok verilen örnek ‘Crest’ marka diş macunları üzerindeki şu ibare:
“Dikkat: 6 yaşın altındaki çocuklar Crest kullanmamalıdır.”
Sonra bakıyorsunuz 1958’de bu düzenlemeler rafa kaldırılıyor, oysa doz aşımının insanların sağlığı için tehlikeli olmadığını gösteren birtakım yeni çalışmalar filan ortaya konmuş değil, politik bir kararla uyarıya son veriliyor.
Bugün diş macunlarındaki florür seviyesi genellikle 1000 ppm’de. Kimyager Woodfun Ligon da der ki, çok küçük miktarda dahi yutulsa bu florür, vücudun total flor alımını hayli büyük oranda etkilemiş oluyor. Diş hekimlerinden duyduğumuz, çocukların diş macunundan genellikle günde 0.5 mg florürü yuttuğu. CDC de yaşlara göre çocukların fırçalama başına macundan yuttuğu flor miktarını ve bunların sadece dişlerde kendini belli eden dental fluoroz riskini net bir şekilde anlatıyor raporunda.
Peki floru başka ne yollarla alıyor vücudumuz dersek:
- Suları doğal olarak flor içeren yerleşim bölgelerinde günlük içtiğimiz, banyo/duş aldığımız, yemeğe koyduğumuz, çay yaptığımız sudan
- Topraktan bol miktarda flor çektiği bilinen çaydan
- Flor bazlı böcek öldürücü tarım ilacı sıkılmış her gıdadan; başta üzüm, üzüm suyu, patates, tahıllar, marul, turunçgiller olmak üzere organik sertifikalı olmayan her ürün ve bununla hazırlanmış hertürlü hazır gıda/içecek ve/ya restoran yemeğinden
- Bebeklere yönelik formül mamalardan,
- Deniz ürünlerinden, özellikle de konserve olarak satılanlardan
- Meyve suyu, bira ve şaraplardan
- Sigaradan
- Florlenmişse sofra tuzunuzdan
- Enflurane, Isoflurane ve Sevoflurane gibi anestezi ilaçlarından
- Florokinolon antibiyotikler olarak bilinen flor ihtiva eden antibiyotiklerden; karaciğer, kalp ve böbrek zehirlenmesine yol açmaları, ayrıca hipoglisemi ve hiperglisemi sorunlarına neden olmaları nedeniyle bu türden pekçok antibiyotiğin yakın geçmişte toplatıldığını hatırlatalım. Özellikle popüler antibiyotiklerden Cipro ve İngiltere’de yol açtığı ölüme vakalarına dair haberlere internetten ulaşabilirsiniz. En son yine aynı grup antibiyotiklerden Levofloxacin’in sadece 2 dozda 41 yaşında genel olarak sağlıklı bir yetişkin erkeği öldürdüğüne dair haberler de ilginizi çekebilir.
- Fabrikada mekanize sistemle kemikleri çıkartılan hayvan etlerinden. Flor kemikte birikme yapıyor biliyoruz ki, işte fabrikada et kemikten ayrılırken ufalanan kemik parçalarından flor yediğimiz ete de karışıyor.
- Teflon tava/tencerelerden; içine koyduğunuz suda hiç flor olmasa da teflon tava / tencere ile pişireceğiniz yemekle 2 ppm’lik florü yemeğinizde garantilemiş oluyorsunuz. Suyu doğal olarak florlü yörelerde yaşayanlarımız da yemek yapmak veya çay içmek için ısıtılan suda flor konsantrasyonunun arttığını unutmasınlar lütfen.
- İşyeri maruziyetinden; endüstriyel çalışma alanlarındaki havada florür kontaminasyonu gayet yaygın. Alüminyum, gübre, demir-çelik, yağ rafinasyonu sanayiilerinde çalışan işçiler maalesef rutin olarak havadaki bu yoğun florüre maruz kalıyor ve solunum yolları hastalıkları bu grupta sık görülüyor.
- Rutin diş muayenelerinden; flor vernik, flor tabletleri, florlü köpük uygulamalarını rutin olarak yaptırdığınızda, yutmasanız dahi ağız içi mukozadan bu kimyasalların büyük kısmının doğrudan kana karışacağını ve kan flor seviyelerinizin artacağını, bunun özellikle kilo bakımından bir yetişkine göre kat be kat küçük olduklarından çocuklar için çok daha yüksek toksisite manasına geldiğini unutmayınız.
Anestezikler (genel) | Antimalaryal ilaçlar | İştah kesici ilaçlar |
Antasitler | Antilipidemik (kolesterol düşürücü) ilaçlar | (Römatoid) Artrit ilaçları |
Antihistaminler | Anti-anksiyete ilaçları | Psikotropik (zihni etkileyen) ilaçlar Antipsikotikler |
Antibiyotikler (Florokinolonlar) |
Antimetabolitler (kemoterapi) |
Steroidler / antienflamatuvar ilaçlar |
Antidepresanlar | Anti-fungal antibiyotikler |
Yukarıdaki tabloda verilmiş ve içinde flor bulunan ana ilaç kategorilerine tek tek tıklayarak bireysel ilaç isimlerini görebilirsiniz.
Seçim sizin …
Flor maruziyetinizi verdiğimiz tüm bu bilgiler ışığında kendiniz ve çocuklarınız için değerlendirdikten sonra, diş sağlığı için etkisi hiçbir zaman kanıtlanmamış bu uygulamayı sürdürmek isteyip istemediğinize yönelik karar elbette sizin takdiriniz.
Konuyla ilgili araştırmalarınızda sizlere yardımcı olacak bazı kaynakları aşağıda bulabilirsiniz. Bu uzun dosyayı kapatmadan önce ise son kez, diş sağlığı için olduğunu düşündüğünüz bu uygulamayla vücuda aldığınız ‘florür=zehir’in kısa ve uzun vadede doğurabileceği sağlık sorunlarının pek de kısa olmayan kısmi listesini vermek istiyoruz.
Sağlıklı günler dileriz.
Faydalı linkler:
Bu yazı için geniş şekilde yararlandığımız; bilimdoktoru, araştırmacı ve ödüllü belgesel yapımcısı Gary Null tarafından kaleme alınmış, florün tarihçesi üzerine makale.
Fluoride Action Network tarafından hazırlanmış ve florür toksisitesinin 80 farklı yönünü belgeleyen kapsamlı bilimsel yayın arşivi. İşin bilimsel tarafıyla ilgilenen herkesin mutlaka görmesi gereken bir başvuru kaynağı oluşturmuşlar.
Florün sağlık için gerekli bir “besin öğesi” olmadığını gösteren yayın ve resmi açıklamalar.
Florür tedavisi ve osteoporozlu hastalarda kemik kırıkları oluşumu ile ilgili literatür.
Florür maruziyetinin vücudun kalsiyum ve D vitamini ihtiyacını arttığını ortaya koyan yayınlar.
İçme suyu ve diş macunlarında kullanılan flor kimyasallarının zırai ilaçlar, hamamböceği ilaçları, ahşap koruyucularında kullanıldığını gösteren sayfa.
11 Şubat 2016 tarihli, çeşitli bilimadamı ve tıp hekimlerinin içme suyunun florlenmesi uygulamasına karşı çıkmaları için Amerikan Tiroid Derneği’ne yaptıkları çağrı metni.
Yazıda “The Fluoride Deception” adlı kitabına atıfta bulunulan Christopher Bryson ile yapılmış söyleşiden oluşan ‘The Fluoride Deception’ – ‘Florür Aldatmacası’ adlı belgesel
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanmakta olan tüm yapıtlar eser statüsünde olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır. Sitede bulunan yazı ve görsellerin site sahibinden izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması yasaktır.
En Son Yorumlar