Videoyu altyazı seçeneğini açarak Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz.

AutismOne Kongresi – Kerri Rivera – 24 Mayıs 2014

Otizm Olarak Bilinen Belirtilerden Kurtuluş ve Ötesi

 

Bir sonraki konuşmacımız, ki kendisi ablam olur aynı zamanda, iki sene önce kürsüye çıkıp dünya çapında binlerce otizmli çocuk sahibi ailenin hayatını etkileyecek yeni bir akımın doğmasına neden olan mesajını açıklamıştı.

Birazdan sizlere açıklanacak protokolle bugün 133 çocuk otizm tanısını bırakmış durumda.

Bu iyileşmiş çocuklarımızdan bazılarının aileleri de bugün aramızda.

Sunumdan sonra Kalcker’s Kareoke Salonu’na geçip bu ailelerimizle bizzat tanışabilirsiniz.

Şu an Warhol salonundayız, 12.30’da diğer salona geçiyoruz.

Aileler olarak kendi aramızda soru-cevap oturumu şeklinde bilgi alışverişi yapacağız orada, o yüzden sizleri de aramızda görmek isteriz.

Ablamın başlattığı devrim şu an 60’ın üzerinde ülkeye yayılmış durumda ve bilgi 15 farklı dilde insanlara ulaştırılmakta.

Bu şekilde, çocuklarını iyileştirmek isteyen ailelerin birbirlerine yardımcı olarak ilerlettikleri muhteşem bir akım da oluşmuş oldu.

Bundan 11 yıl önce ablamın oğlu otizm teşhisi aldığında, çocuğunu her ne pahasına olursa olsun iyileştireceğine dair kendine söz vermişti.

İşte bizi şu an bu noktaya taşıyan itici güç ablamın bu kararlılığı olmuştur.

133 çocuk tamamen iyileşmiş, binlercesi inkar edilemeyecek kazanımlar edinmiş ve hem çocukları hem de yetişkinleri iyileştirme çatısı altında dünyanın dört köşesinden insanları birleştirmiş bir akım doğmuş durumda.

Sizlere ablam ve candostum Kerri Rivera’yı takdim etmekten gurur duyarım.

 

Sizleri seviyorum.

Hem de çok…

Meleklerimsiniz siz–her sene böyle ağlıyorum işte, kusuruma bakmayın–.

Biri bir mail yazmış bana; bu dediğin şey bunca işe yarıyorsa sen nasıl bu kadar soğukkanlı kalabiliyorsun diye.

Ben soğuk filan değilim, videoyu makaslıyorlar ağlama bölümlerinde, siz görmüyorsunuz o yüzden.

Sunumun için teşekkür ederim canım, çok güzeldi hakikaten.

Makyaj berbat oldu ama neyse, verilecek mesaj makyajdan daha önemli illa ki.

Önce kitabımızı gösterelim…

 

Otizm Olarak Bilinen Belirtilerden Kurtuluş

Yolculuğum–tabii 2006’dan önce başlamıştı benim yolculuğum ama, elbette Dr. Rimland’la tanışmam kesinlikle dönüm noktası oldu benim için.

Beraber öğle yemeği yedik, harikülade bir gündü hakikaten.

Aramızda Dr. Rimland’ı tanımayan var mı bilmiyorum ama otizm için biyomedikal tedavileri başlatan kişidir kendisi ve ta 1964’te çocuğumda bir farklılık var ve bu PSİKOLOJİK BİR BOZUKLUK DEĞİL demiş insandır kendisi.

Dr. Rimland o günün DAN! Protokolü’nü İspanyolca’ya tercüme ettirdi bizlere ve bu tedavileri Latin Amerika’ya ulaştırmamı istedi benden, ki bunu da hakkıyla yerine getirdiğimizi düşünüyorum.

Bugün de, onun onuruna misyonunu devam ettiriyoruz.

 

NEDİR OTİZM?

Şimdi, otizmli çocukların hepsinde gözlemlenen ortak noktalar var.

Virüsler,

bakteriler,

kandida,

parazitler,

ağır metaller,

enflamasyon

ve besin alerjileri.

OTİZM BİR ‘BESİN TAMAMLAYICI EKSİKLİĞİ” SENDROMU DEĞİLDİR.

Bu Mega-Vitamin terapilerine rastlıyoruz genellikle, hayli pahalılar da, fakat istenilen sonucu da bir türlü veremediklerine şahit oluyoruz aynı zamanda bunların.

Otizmde odaklanılması gereken “FAZLALIKLAR”, yani PATOJENLERDİR.

 

NEDİR BU ‘PROTOKOL’?

‘PERHİZ’le başlar protokol.

Ardından oksitlenmeyi hızlandırıcı “KLORDİOKSİT’ gelir.

Okyanus suyu içeriz.

Parazit protokolümüz vardır.

Arada sırada kullandığımız özel birtakım besin tamamlayıcılar vardır.

Bazı çocuklara şelasyon gerekirken bazılarına hiç gerekmez; o aşamaya gelmeden iyileşir bu çocuklar.

Bazı çocuklar Hiperbarik Oksijen terapisi görürken bazılarının iyileşmek için buna ihtiyacı dahi olmayabilir.

Ve tabii GcMAF faktörü var ki tek kelimeyle şahanedir ve protokolde hedefe varmada en önemli adımlardan biri olmuştur.

Fakat yine, her çocuğun buna ihtiyacı olmayabilir, çok daha öncesinde de iyileşebilirler.

Protokol basamakları o yüzden bu sıradadır.

 

BİYOFİLM

Dr. Anju Usman’ın ta 2007 senesinde keşfettiği, bulmacanın bir diğer önemli parçası BİYOFİLM, bağırsaklara süregiden sorunları anlayabilmemiz açısından çok önemliydi.

Dr. Usman’ın yaptığı şey temelinde şu: TÜM PATOJENLERE AYNI ANDA SALDIRI AÇMAK.

Çünkü kiminiz diğer birtakım protokollerden de biliyorsunuzdur, ya tek başına “Antiviral ilaçlar”la gidilir, ya salt “Antifungaller” verilir, veya diyelim bunların bir-ikisi beraber kullanılır, ancak bunların HEPSİ BİRDEN ALINMADIĞI takdirde parçalardan biri illa ki eksik kalacak demektir ve tedavi yine yolundan çıkacaktır.

KLORDİOKSİDİN güzel tarafı ise bunların neredeyse HEPSİNİ birden tek başına haklayabiliyor olması,

ki üzerine bir de Parazit Protokolü eklenince hakikaten soruna tüm açılardan eğilmiş oluyoruz.

 

1. Aşama: PERHİZ

EN ÖNEMLİ şey ‘Perhiz’ protokolde.

İnsanlar mesela “biz bi %90 uyguluyoruz zaten perhizi, bir an evvel başlayalım istiyoruz protokole” diye geliyorlar, onlara diyorum ki; “PROTOKOLE BAŞLAMAK DEMEK; PERHİZİ HARFİYEN UYGULUYOR OLMAK DEMEKTİR.”

Ortalıkta bir sürü GLÜTENSİZ/KAZEİNSİZ perhiz tipi var, her halükarda perhizimizi kendimize göre orasında burasından değiştirip uyarlamamız gerektiğini unutmayalım.

Başlayıp perhize elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.

Perhizimizde Glüten, Kazein, Soya, Şeker vs. yok.

Çocuklara bazen jöleden şekerli ayıcık şeklinde filan birtakım gıda tamamlayıcalar veriliyor, bunları bir temizlememiz gerekiyor baştan ve tabii hertür şekeri kesiyoruz, işin can alıcı noktası burası.

Bu daha işin başlangıcı tabii…

Daha sonra gerektikçe başka şeyleri de çıkartmamız gerekebilir diyetten.

 

MEYVE

Bu protokol için şu meyveler uygun değil maalesef:

ananas, mango ve tüm narenciyeler (limon, misket limonu, portakal, greyfurt).

Nedeni de bunların ANTİOKSİDAN ZENGİNİ meyveler olması, oysa biz protokolde BİYOFİLMİ ve PATOJENLERİ öldürsün diye bir PRO-OKSİDAN (klordioksit) kullanıyoruz biliyorsunuz ki.

O yüzden bunlara çok dikkat etmemiz gerekiyor.

Elma, armut, muza gibi yiyebilecekleri birtakım meyveler de mevcut protokolde.

Fakat tabii iş perhizi kendimize göre uyarlamakta, bazen tutup MEYVEYİ TOPTAN ÇIKARTTIĞIMIZ da oluyor mesela diyetten.

 

MEYVE SUYU YOK!

Organikmiş, evde sıkılmışmış, taze sıkılmışmış hiç farketmez; hiçbir şekil ve tipte meyve suyu yok.

Portakalsuyudur, elmasuyudur, armutsuyudur şu suyudur bu suyudur fark etmez, hepsi için geçerli bu kural.

Meyvesuyu hem ANTİOKSİDAN hem de ŞEKER doludur.

Şekeri mümkün mertebe düşük tutmak istiyoruz, çünkü hem şekeri beyinde istemiyoruz hem de tutup vücuttaki tüm patojenleri beslemesini önlemeye çalışıyoruz.

Kandida mesela, bayılır şekere!

 

Birsürü SORUNLU GIDA BİLEŞENİ bulunmakta.

Özellikle de çocuğun yeni teşhis almış ve biyomedikal tedavi dünyasına yeni adım atmış ailelerimizin şu kutuların arka tarafındaki bilgileri okumayı öğrenmeleri gerekiyor bir an önce.

Kurabiye, kraker veya ekmek poşetinin önyüzünde “GLÜTEN İHTİVA ETMEZ” mi diyor, alıp atıyoruz hemen alışveriş sepetine.

Getirdik eve fakat aynı üründe MAYA var, YAPAY GIDA BOYASI var, YAPAY AROMA var… var da var…

O yüzden, aldıklarınızda bu yazdıklarımız var mı lütfen çok dikkat edin.

Mesela şu aralar birtakım yemiş yoğurtları epey popüler; hindistancevizi yoğurdu mesela, tamam bunda bir sorun yok ama üründe KARAGENAN kullanıldıysa diyelim, bunun BEYİNDE ENFLAMASYON yaptığını bileceksiniz, aynı şekilde bu yemişlerden yapılmış hazır sütler için de geçerli bu; karagenan var mı yok mu dikkat etmeniz lazım.

 

2. Aşama: Klordioksit ve Okyanus Suyu

Perhizi oturttuk, şimdi 2. aşamaya geçebiliriz.

Perhizi TAM oturtabilmeleri için ailelere genellikle 7 ila 10 gün mühlet veriyorum;

mutfak dolaplarından çeri çöpü ayıkladınız, yerine çocuğun yiyebileceği şeyleri koydunuz,

perhizde izinli şeyleri yemeye başladılar, işte şimdi CD dozlarını nasıl alacağımıza odaklanabiliriz demektir.

 

Bu kesinlikle en beğendiğim özlü söz çünkü durumuzu çok iyi anlatıyor:

“Gerçeğin kabule giden yolu hep 3 aşamalıdır.”

“Önce ‘hadi canım sen de’ denir, alaya alınır.”

“Sonra şiddetle karşı çıkılır.”

“En sonunda da tabii ki öyle denilip gerçekliği kabul edilir.” – Arthur Schopenhauer

Diliyorum ki artık 3. aşamada olalım.

 

Otizmden kurtuluş yapbozunun eksik parçası da bana kalırsa CD-KLORDİOKSİT’tir.

Klordioksit patojen öldürür:

– Virüsleri

– Bakterileri

– Kandidayı,

Ve parazitleri!

Dün bir anne bahsediyordu, ki kendisi bugün aramızda da olabilir, çocuğum bir ton kurt döküyor hergün diyordu ki daha özel “parazit protokolü”ne bile geçmiş değiller.

Yine de parazitleri öldürmek için parazit protokolü yapmamızda fayda var diyorum çoğunlukla, fakat CD bağırsak ortamını da değiştirdiğinden tek başına parazit ölümü de sağlayabiliyor bir yere kadar.

Yani tek başına da gayet iyi esasında parazit öldürmede.

Klordioksit (CD) aynı zamanda AĞIR METALLERİ de nötralize edecektir.

Ağır metal şelasyonu yapanlar, ki bunlar arasında benim danışmanlığını yaptığım çocuklardan bazılarına damardan şelasyon uygulayan bir doktor da var, klordioksit metalleri önden büyük ölçüde nötralize ettiğinden, ardından uyguladıkları şelasyon seansıyla çok daha fazla metal çekebildiklerini vücuttan söylüyorlar.

O yüzden, bu ikisi birlikte çok iyi çalışıyor.

CD, patojeni OKSİTLEYEREK öldürür.

Ayrıca vücuttaki ENFLAMASYONUN azalmasına ve hatta ortadan kalkmasına yardımcı olur.

Tabii enflamasyonu yaratan kim? Patojen.

Siz patojeni CD ile ortadan kaldırdığınızda, enflamasyon da otomatikman azalacak demektir zaten.

CD bir yandan İMMÜN SİSTEMİ de stimüle ediyor.

Bu da, VÜCUT artık KENDİSİ DE iyileşmek için bize yardım edecek demektir!

Tabii nihai amacımız herzaman için bu zaten; iyileşmek ve önceki diada da gördüğümüz gibi ‘biyofilm’den kurtulmak.

PEKİ NEDİR BU KLORDİOKSİT?

  • Klordioksit bir pro-oksidan (yani oksitlenme hızlandırıcı) olup, ‘Sodyum Klorit’ ve bir tip asidin birleşiminden meydana gelir.
  • Asit olarak ‘SİTRİK ASİT’ veya %4’lük HCl (HİDROKLORİK ASİT) kullanılabiliyor; farklı tipte asitlerin kullanıldığı oluyor fakat şu anda bizim bu protokol için kullandıklarımız bu ikisi.
  • Klordioksit ‘artı’ yüklü bir moleküldür, insan vücudu da aynı şekilde ‘artı’ yüklü moleküllerden meydana geldiğinden bu ikisi birbirini iter, o yüzden CD vücuda zarar vermez!

Zarar verebileceğini iddia eden insanlar var fakat bugüne kadar otizmden iyileşmiş 133 çocuğumuz var, bunun yanında öldürdüğümüz kimse yok!

Ve bunların da hakikaten durumu en ağır, en hasta çocuklar olduğunu unutmayın, çünkü bu çocukların çoğu bize gelmeden önce diğer bütün dotorların elinden geçmiş çocuklar.

Yani, zarar vermesi mümkün olsa bundan en başta etkilenip hasta düşecek çocuklar bizimkiler.

  • Ve tabii Klordioksitin ülkede tüm şebeke suyunda olduğunu da söyleyelim, ta 1800’lerden beri de bu amaçla kullanılıyor. Öyle bilmediğimiz bir şey değil yani. 60 dakika içinde işini bitirip ortadan kayboluyor bu kimyasal, vücutta birikme gibi bir şey sözkonusu da değil.

 

Klordioksit Çamaşır Suyu DEĞİLDİR!

Öyle olsa hepimiz gider gayet rahat marketten alır kullanırdık.

Fakat ‘KLORDİOKSİT’, ‘KLORLU ÇAMAŞIR SUYU’yla aynı şey olmadığı gibi, kimyaları biribirinden tamamen farklıdır.

İsim benzerliği yok değil, ama mesela bunu da ‘OKSİJEN’ (O2) ve ‘OZON’ (O3) arasındaki farka benzetiyorum.

Bu ikisi akraba dersiniz isimlerine bakınca, eh yani, birinde 2 diğerinde 3 serbest oksijen molekülü var sonuçta bunların.

Fakat gelingörün ki fonksiyonları hiç benzemez birbirine; tabii oksijeni soluyarak alıyoruz vücuda ama ozonu soluyamazsınız mesela, damardan alabilirsiniz, rektal yoldan alabilirsiniz…

Ozonu pekçok şekilde kullanabilirsiniz fakat soluyamazsınız.

Özellikle kimyasal adlarda kulağa ne kadar yakın gelirse gelsin farkın büyük olabileceğini gösteriyor bu örnek bize.

O yüzden KLORDOKSİTİN ne olup ne olmadığını anlamak için bir doktorla konuşmak yerine bunu gidip bir kimya mühendisine danışmak daha yerinde olacaktır.

Klordioksit bir “OKSİTLEYİCİ AİLESİ’nden geliyor.

Bu da bunların “oksitleyerek” öldürdüğü anlamına geliyor.

O yüzden de “pro-oksidan” (oksitlenme hızlandırıcı) sınıfından bunlar.

Ozon’un potansiyeli 2.07 Volt’tur; o yüzden daha kontrollü kullanılması gerekir.

Hidrojen peroksitinki 1.80V ve oksijeninki 1.28 – 1.30V arasındadır.

Klordioksit ise gördüğünüz gibi 0.95V’luk değerde, yani vücudun kendi potansiyelinden bile düşük,

o yüzden burada saydığımız diğerleri gibi(!) vücutta hasar oluşturma ihtimali yok.

Ayrıca vücuttaki ömrünün de 60 dakika kadar olduğunu düşünürsek, klordioksit diğerlerinden

çok daha UZUN süreli etkiye sahip olduğundan bedende derinlere inerek patojenleri kökünden söküp atabiliyor.

 

TEK BİR CD DAMLASINI Kuru bir ‘Tek Atma Kadehi’ ile NASIL AKTİVE EDERİZ?

Bardağa 1 damla ‘Sodyumklorit’ (NaClO2) koyup üzerinde 1 damla asit ekliyoruz ve karışımı bu halde

30 ila 60 saniye kadar bekletiyoruz; ben hala 60 sn bekletme taraftarıyım–CD camiasında arada böyle ufak tefek

fikir ayrılıkları olabiliyor– ben 60 sn tutuyorum, hangisini tercih edeceğinize siz karar vereceksiniz.

En son da su ekliyoruz üzerine.

Bu CD hazırlama yöntemi ileride değişebilir ama şimdilik böyle.

 

BİBERON YÖNTEMİ hakikaten çok işe yaradı!

Çünkü insanlar ay aman ya kusarsa çocuğum, çok korkuyorum protokolü uygulamaktan filan deyip duruyorlardı.

İşte bu yöntemle bizim yaşadığımız sorunu aşmış oluyorsunuz, sanırım insanlar benim hikayemi duyup endişeleniyorlar ama ben bunu 4 sene önce kullanmaya başladığımda daha kimseler otizm için denememişti bile.

Ve tabii o zamanlar çok daha yüksek dozlar kullanılıyordu.

Biz kullanmaya tek bir damla ile başladık, ama mesela bu tek damla bile birçok insan için yine de fazla yüksek kalıyor.

İşte biberon yöntemiyle yaptığımız şey şu; önce 1 damlayı aktive ediyoruz, sonra bunu 240 ml’lik suya ekliyoruz, sonra 30 ml’lik bölümler halinde bunu günde 8 defa alıyoruz.

İşte bu şekilde tek seferde 1 damlanın sadece 8’de 1’ini almış oluyoruz, yani çok çok düşük dozla başlamış oluyoruz.

1 damlanın 8’de 1’ini İLK aldığınızda mesela kendinizi pek iyi hissetmemeye başladınız veya çocuğunuzun kendini biraz kötü hissettiğini gördünüz diyelim, o zaman gidin dökün şişenin YARISINI lavoboya, yeniden su ekleyin üzerine, böylelikle dozu 1 damlanın 16’da 1’ine düşürmüş olursunuz işte.

Yani gerektiğinde dozu bu şekilde istediğimiz kadar düşürebiliyoruz rahatlıkla ama buna fazla gerek olacağını da sanmıyorum, hani 6 ayda 1 belki gerekebilir bu şekilde bir ayar.

 

Bu slaytta yapılacaklar anlatılıyor tek tek.

İKİNCİ gün, bu defa ikisinden de 2’şer damla koyuyoruz bardağa; yani tekila kadehine 2 damla SODYUMKLORİT + 2 damla ASİT koyuyoruz,

sonra bunu 240 ml’lik suyumuza ekliyoruz.

Bu şekilde, yavaş yavaş arttırarak gidiyoruz.

Çocuk küçükse bazen her 3 günde 1 arttırıyoruz damla sayısını diyelim veya belki hergün 1 arttırarak gayet rahat ilerleyebiliyoruz,

bu tamamen çocuğun kendini nasıl hissettiğine bağlı.

 

CD PROTOKOLÜ; Oral, Rektal ve Banyo şeklinde alınacak CD’den oluşuyor.

Tabii bir de haftasonları yapabileceğimiz “kamikaze” tarzı CD salvolarımız var, ki bunlar bazı çocuklara çok iyi gelmekte.

ORAL (ağızdan) alınacak doz sayısı günde en az 8’den isterseniz 16’ya kadar çıkabilir.

Bu öyle alıp derdinizden kurtulacağınız MUCİZE HAP filan değildir!

Bu CİDDİ EMEK İSTEYEN BİR İŞ!

Çocuklarını bu yolla iyileştirmiş olan anne-babalar ve çocuğu şu an iyileşme yolunda ilerlemekte olanların HEPSİ DE CANLARINI DİŞLERİNE TAKMIŞ PROTOKOLÜ DÜZGÜN ŞEKİLDE UYGULAMAKTA OLAN İNSANLAR.

Saat başı CD dozu verme işine alışmak başta biraz zor gelebilir ama elde edeceğiniz sonuçlar tam manasıyla OLAĞANÜSTÜ; ve şu “SON-RISE”cı aileler, harikasınız siz!

Ellerinde şişeler sürekli dozlarını veriyorlar çocuklarının…

–anlaşılmıyor–

Kiloya göre yapılacak dozlamada ‘biberon yöntemi’ cidden çok işimize yarıyor.

Yavaş yavaş arttırıyoruz dozu; 11.5 kiloysa şayet çocuk ulaşmamız gereken ‘tam doz’ 8 damladan oluşuyor demektir,

23 kiloluk çocuk da bu durumda 16 damlada ‘tam doz’a ulaşacak demektir.

Yani bu şekilde, kiloya göre tam doza çıkmaya çalışıyoruz protokolde.

Lavmanı ise hergün veya bir gün arayla yapabiliyoruz, çocuğun dışkısında NE gördüğümüze göre değişiyor durum yine.

Çocuğum kabız değil, o yüzden lavmana gerek yok diyenler oluyor mesela, fakat bunun kabızlıkla fazla alakası yok aslında, lavmanla dışarı NE çıktığı önemli burada ve tabii çocuğun işlem sonrası kendini nasıl hissettiği.

Çünkü lavman aynı zamanda detoks da sağladığından çoğu zaman çocuklar kendilerini çok daha iyi hissediyor, fiziksel göürünüşleri de bu hali yansıtıyor.

BANYO faslı; bazı çocuklar bayılıyor bu banyoya, o yüzden dilersek hergün dilersek yine bir gün arayla yaptırabiliriz CD banyosunu.

Kimi çocuk ise hoşlanmıyor banyodan, onlarda daha ziyade lavmanla gidiyoruz biz de, yani tamamen duruma bağlı uygulanacak yöntem.

Bu “72’ye 2 Protokolü” öyle ayrı bir protokol filan değil; tam doza ulaştığında çocuk, ve bir yandan oral, lavman ve banyolarla da desteklenirken, bir haftasonu bu 72’ye 2’yi uygulayabiliriz–CUTLER Protokolü’nü bileninimiz varsa onda da aynı şekildedir mesela– yapılacak şey Cuma’dan Pazartesi’ne kadar her 2 saatte bir (GECE-GÜNDÜZ) dozlamak.

Böylece patojenlerin geceleyin tekrar güç kazanmasını önlemiş oluyoruz işte.

Tüm gün tüm gece, üst üste 3 gün darbe üstüne darbe vuruyoruz yani bunlara.

Bazı çocuklara çok iyi geliyor bu yöntem.

 

Burada yine DOZ TABLOSU’nu görüyorsunuz:

11 kg’dan başlayıp 50 kg’a kadar çıkılması gereken ‘TAM DOZ’ sayıları verilmiş durumda.

[DOĞRU ‘TAM DOZ’U GÖRMEK İÇİN LÜTFEN KİTABIN 2. BASKISINA BAKINIZ.]

 

50 kilodan sonra da mesela çocuğunuz diyelim 75 kiloysa, 50 kilo için verilmiş “25 damla” dozunu alıyoruz, kalan 25 kilo için de

tabloda verili “16 damla”yı ekliyoruz buna ve böylelikle çıkmamız gereken doz sayısını elde etmiş oluyoruz.

Hiçbir zaman tam doz vererek başlamıyoruz bakın, 1’den başlayıp yavaş yavaş tam doza çıkıyoruz.

 

TAM DOZA YAKLAŞILDIĞINDA işi biraz ağırdan almak iyi fikir olabilir bu noktada

Diyelim çocuğunuz 50 kilo, 20 damlaya geldiğinizde mesela 2-3 gün boyunca bu sayıda kalın, sonra 21 damlaya geçin, bir 2-3 gün yine 21 damlada kalın… gibi mesela.

Çünkü özellikle başlangıç aşamasında bazı çocuklara düşük dozda gitmek daha iyi geliyor, ki pektabii olabilir bu da, çocuğunuzun tepkisine bakarak hareket etmeniz lazım her şekilde.

Çocuk bize ne yapmamız gerektiğini gösterecek zaten.

Ve bazen diyelim 24 veya 25 damlaya geldiklerinde hakikaten mucizevi etki yaratabiliyor bu doz, bazılarının gerçekten ihtiyacı olabiliyor o doza.

Uyguladıkça anlayacaksınız zaten neden bahsettiğimi.

 

LAVMAN…

Alışık olmayalar ürkebiliyor bundan, alışık olanlarımız ise tek kelimeyle MUHTEŞEM buluyor bunu.

Şimdi, her 100mL [mililitre] su için 2 damla CD koyuyoruz burada.

CD’li lavmanı kendine de uygulayanlarımız var, o yüzden bir yetişkin için diyelim 2 litrelik lavman yapacaksanız, içine 40 damla CD koyacaksınız demektir.

Önemli olan herzaman için ORAN burada, buna dikkat ediyoruz hep.

2 yaşında çocuklar bile 700mL’lik suyla lavmanlarını rahatlıkla yapıyor.

60mL’lik o minik ampul şeklindeki kauçuk irigatörleri kullandığınıza değmez.

Lavmanla parazit (kurt, solucan) materyali çıktığını görüyorsanız, ardından bir tane daha yapmak iyi fikir olabilir, zira bazen yetmez bir tanesi ve bağırsağa tutunduklarından bunlar söküp temizlemek için bir tane daha yapmak gerekebilir.

CD’nin nüfuz ettiği parazitin bunu sindirmesi gerekir, CD de bu aşamada paraziti zehirleyerek öldürür.

O yüzden, baktınız çıkan bir şeyler var hemen bir CD’li su ile yeniden yıkayın bağırsakları, çıkmayana kadar da devam edin işleme.

Lavmanla bağırsaktan dışkı çıkması normal bir şeydir, fakat parazit/kurt materyali görülmesi normal değildir.

Çıkanın tam olarak ne olduğundan emin değilseniz fotoğrafını çekip Facebook grubumuzda paylaşın, seve seve yardımcı oluruz ne olduğunu anlamanıza.

 

Birtakım LAVMAN OPSİYONLARIna bakalım:

İlk başlarken bu plastik şırıngalı kateterler gayet rahat kullanılabilir mesela.

Kontrolü çok kolay, kateter ufacık zaten kolayca giriyor popoya, çok da esnek.

Tek yapmanız gereken bittikçe dışta kalan şırıngayı değiştirmek.

Daha fazla su kullanımını gerektiren durumlarda bu mavi renkteki lavman torbasını kesinlikle tek geçerim.

Avrupa’dan biri hediye olarak getirmişti bunu bana, öyle minnettarım ki buna!

Çok iyi hakikaten!

Facebook’ta bir yorumda biri şey demiş, lavmanı bu kadar seviyorsa Kerri kendine niye yapmıyor ki?

Öhöm, favori lavman torbam olur kendisi!

Sağdaki kırmızı da eczanelerden bulabileceğiniz lavman tipi.

Diğerini ise internetten sipariş edebiliyorsunuz. Böyle farklı seçenekler mevcut işte, herkes kendine uygun olanı seçip kullanabilir.

 

KOLONHİDROTERAPİ

Bu gördüğünüz alıntı Facebook grubumuzda da bir süre aramızda olan bir KOLON HİDROTERAPİ uzmanından.

Niye kolonik yaptığımızla ilgili hayli ilginç bilgiler vermiştir bize kendisi:

“‘Kolon Temizliği’ yaptığınızda sadece kolonu (kalınbağırsağı) temizlemekle kalmıyorsunuz, KARACİĞERİNİZ ve SAFRA KESENİZ de birikmiş toksinleri salabiliyor böylelikle. Lenfatik Sistemin %70’i kolondadır, o yüzden KOLONİK veya LAVMAN yaparken MUKUS illa ki görürsünüz zaten. Sindirim sistemi yolunu kaplayan tabaka her 3, 4 günde bir atılıp yerine yenisi gelir. Yani gördüğünüz gibi vücudumuz iyileşebilmemiz için bize şans verip durmaktadır. İMMÜN SİSTEMİMİZİN %70 ila %80’inin de KOLONDA olduğunu unutmayalım. Bağırsaklar ve beyin birbirine bağlıdır. Bağırsaklar dengedeyken beyin de dengededir.”

Sizlerle paylaşmam gerektiğini düşündüğüm önemli bir bilgi notuydu bu, çünkü hani demiştim ya insanlar e benim çocuğum kabız filan değil o zaman ne gerek var lavman yapmaya filan diyorlar; nedeni bu işte!

Protokolde karaciğeri desteklemek için ayrıca devedikeni (milk thistle) filan kullanmamıza da bu yüzden gerek kalmıyor işte, çünkü lavmanla hergün karaciğeri arındırmış oluyoruz zaten.

Toksinleri vücuda aldık mı? Lavmanı yapıyoruz, toksinler aynen dışarı atılıyor işte.

CD BANYOLARI

Küçük bir kaba konulmuş sıcak suya 10 ila 30 damla CD koyup yapabiliyoruz;

kabın materyalinin ne olduğu hiç fark etmiyor açıkçası, yeryüzünün neresinde yaşıyorsanız yaşayın öyle pedikür spa’sı filan gerekmiyor, bu gördüğünüz leğen de iş görüyor.

Küvet banyosunda ise, CD damla sayısı 20’den 200’e kadar çıkabiliyor!

200 damlalık banyo yaptırıp çocuğuna çok iyi geldiğini söyleyen anneler var mesela.

20 dakika küvette kalmaları yeterli çocukların.

 

BUHAR BANYOLARI

Birlikte çalıştığım çocukların kimisinde ASTIM, BRONŞİT gibi kronikleşmiş sorunlar olabiliyor–tıkanıklık sorunu olan çok otizmli çocuklar arasında–hatta annelerde de ASTIM ve PARAZİT sorununu çok görüyoruz.

Bu buhar banyosu çok iyi geliyor bu sorunlara, çünkü kapattınız küvetin tıkacını,

20 damla CD’yi döktünüz küvetin tabanına, sonra üstüne duşu açtınız.

Buharlaşan suyla havaya karışan bu gazla gayet hafif bir buğu oluşturmuş oldunuz böylelikle banyoda, çünkü zaten 20 damla gibi düşük bir doz kullandık burada.

Bu buğuyu AZAR AZAR içimize çektiğimizde işte, özellikle de soğuk algınlığı başlangıcı veya burun tıkanıklığı durumlarında çok yardımcı oluyor sorunu gidermeye.

 

NEMLENDİRİCİ

Bu benim evde kullandığım nemlendiricim.

Bir annemizin bulduğu yol bu; çok hafif bir buğu oluşturuyoruz bu şekilde,

litre başına 9 damla CD koyuyoruz, bu kadar.

AMAZON alışveriş sitesinden bulabilirsiniz bunları, ne çeşit hayvan isterseniz var, çok da şekerler.

 

PANDAS/PANS TANILARI

Bu da bir başka annemizin keşfi!

Son birkaç yılda bunca insanla birlikte çeşitli sağlık sorunlarında yaşanılan iyileşme deneyiminin sağladığı birikimin eseri aslında bu protokol.

Bu hakikaten de birlikte çalışan insanların meydana getirdiği bir AKIM oldu; keramet bende değil yani–‘BEN’ yokum burada, “BİZ” varız.

Annelerimizden biri de oğlunu saat başı 1 ölçü CD vererek dozlamaya başlıyor işte.

Oğlunun teşhis bırakmasında en büyük fark yaratan da bu oluyor–ki birazdan fotoğrafını da göreceksiniz kendisinin.

Fakat PANDAS/PANS teşhisi varsa şayet, mutlaka her saat başı 1 ölçü (30 mililitre) CD vermek istiyoruz.

Tabii insanlar da diyor ki: “E peki ama sürekli bir şeyler yiyor bu çocuk, dozu ne ara vereceğiz ki?”

Hiç fark etmez! Neyse o an yediği, alın elinden verin ağzına dozu!

Çünkü çocuk sabah gözünü açar açmaz başlayıp gece gözünü kapatana kadar sürekli(!) dozluyor olmamız gerçekten büyük önem taşıyor burada!

Çünkü PANDAS zorlu bir medikal sorun ve şayet günde 16 dozu yakalar, üstüne bir de parazit protokolümüzü uygulayabilirsek bu tanıdan kurtulmak için gerekli iyileşmeyi sağlayabiliyoruz.

 

-ÇİFT DOZ VERME-

Çift dozdan kastımız BİR SEFERDE 2 ÖLÇÜ (60 mililitre) CD verilmesi çocuğa.

Fakat bu protokolde biraz ilerleyince kullandığımız bir yöntem, hemen başta yapmıyoruz bunu, hani ‘Parazit Prokolü’ aşamasına geldiğimizde başvuruyoruz buna daha ziyade.

Parazitler ölmeye başlayıp da çocuk hakikaten bir tuhaf gözüktüğünde gözünüze–kimi çocuk ordan oraya koşturur koltuğa masaya tırmanır mesela ya da her ne ise çocuğun gösterdiği tuhaf davranış artık– o noktada ‘öfke krizleri’ yaşanır ve gece uyanmaları başlar tabii–zira gece 01.00 – 03.00 arası parazitler uyandırır çocukları–, mantar enfeksiyonları alevlenir–saçmasapan gülmeler başlar, nefeslerinden maya kokusu gelir–,

işte bu noktada bunları kontrol altına almak için 2 ÖLÇÜ (60mL) CD veririz.

Ve bazen de olumsuz davranışlardan kurtulabilmek için bu işlemi birkaç saat arka arkaya uygulamamız gerekebilir.

 

KLORDİOKSİDİ ÖLDÜREN ŞEYLER NELER?

Bu kısmı özellikle bir daha bir daha anlatıyorum ki insanlar aylarını heba etmesinler yanlış uygulama yaparak, çünkü maalesef bu sıkça başımıza geliyor protokolde.

Tutup çocuğa ananas, mango, turunçgillerden limon, misket limon, greyfurt, portakal verildiği oluyor; yanlıştır bu.

C Vitamini desteği–insanlar habire “aman çocuğum C vitamininden eksik, desteklememiz lazım” filan diye geliyor; kullanmıyoruz C vitamini desteği, hayır.

Antioksidan özellikli diğer tüm besin tamamlayıcıları da (CoQ10, ALA, E-vit vb.) bırakıyoruz.

Antioksidan özellikli ne varsa elimizde bırakıyoruz–insanlar bazen e ama GABA da antioksidan diyorlar ama yok, GABA pek antioksidan sayılmaz.

En temel antioksidan özelliğe sahip olanlar bu listede verdiklerimiz işte.

CD’yi yemekten en az bir 15 ila 30 dakika önce veya sonra almamız lazım.

İdeali aralarında 1 saat olması ama çocukları CD alacaklar diye aç bırakmanın alemi yok, o yüzden elinizden geleni yapın bu ikinin arasını açmak için–evet yani, çocuğu aç bırakanları da gördüm CD vermek için?!

Hakikaten, biraz aklımızı kullanmamız gerekiyor bu noktada.

Çocuk hakikaten tüm gün elinden yiyecek düşürmüyorsa, sürekli bir şeyler atıştırır haldeyse sizin yapacağınız şey saat başı yine de CD dozunu vermek, bu kadar. Çocuğu aç bırakmaktansa doz sayısını artırmak bana göre evladır.

Ne zaman ne yedi, ne kadar süre bırakayım takibini bırakın o noktada, çünkü zaten bir noktadan sonra sürekli yeme alışkanlığı da kesilecek çocuğun, çünkü vücudundaki patojenleri biraz daha kontrol altına almış olacağız CD ile.

İnsanlar diyor ki, benim çocuğum su içmez, ne yapacağım?

CD’nin SUYLA alınması gerekiyor

FAKAT, yine bir başka annemiz SweetLeaf Stevia® marka tatlandırıcının CD’ye katılabileceğini ve etkisini de öldürmediğini bulmuş durumda.

İnternetten bir sürü farklı tadda SweetLeaf Stevia® bulabilirsiniz.

Şayet çocuk hakikaten salt tatlı bir şey içmeye alışmış, başka bir şey de ağzına sürmüyorsa bunu kullanabilirsiniz.

 

CD BAŞKA NE İŞE YARIYOR?

– Ağır metal nötralizasyonu

– Dişler

– Gözler

– Burun

– Böcek ısırıkları ve sokmalar

– Yaralanmalar

– Cilt

Yani aslına bakarsanız hemen her şey için kullanabiliyorsunuz CD’yi.

 

AĞIR METALLER

Bunları nötralize eder CD ve şayet çocuğun detoks yolları da açık ve boşaltımını da rahat yapabilir haldeyse ağır metallerini de aynı yolla vücuttan atabileceklerdir.

Bazılarının ise özel birtakım şelatlar kullanması gerekebilir, tamamen çocuğun durumuna bağlı bu yine.

Ve yine, 2-3 ay veya bir 5 ay yol aldıktan sonra durup bir bakabiliriz şelat eklenmesi gerekiyor mu bu aşamada gerekmiyor mu diye.

 

CD SPREYİ

30 mililitre suya 10 damla CD ile yapılıyor bu sprey.

Elinizdeki 120 ml’lik şişeyse ona göre arttırıyorsunuz CD damla adedini.

Diş fırçanıza püskürtüp bununla dişinizi fırçalayabilirsiniz, cildinize uygulayabilirsiniz diyelim sürttünüz bir yerinizi,

sıyrıldı deriniz, kepek sorununuz varsa kullabilirsiniz veya vücudunuza yolunda olmayan ne görüyorsanız uygulayabilirsiniz,

fungal enfeksiyonlar (mantar) dahil.

 

Göz – Kulak – Burun

Hakikaten harikalar yaratıyor Göz-Kulak-Burun sorunlarında!

Konjunktivittir, kulak iltihabıdır…Antibiyotiklik durumlarda artık gönül rahatlığıyla CD kullanıyoruz.

Bunun için aktifleştirilmiş 1 damlayı 30 ml suya koyup, bunu da bir damlalıklı şişeye koyuyoruz ki göze damlatabilelim gerektiğinde.

Konjunktivit var diyelim, AKUT bir durum bu, o zaman her 15 dakikada bir, iltihap ortadan kalkana dek göze damlatabiliriz bunu.

Genellikle 1 günde geçiyor iltihap zaten.

Kulak enfeksiyonunda ise, 15 dakikada bir damlattığınız takdirde CD’yi, tecrübelerime göre 3 veya 4 saati bulmuyor bile iyileşmesi kulağın.

Burun akıntısı varsa da yine her 15 dakikada bir burna damlattığınız CD kısa sürede kesecektir akıntıyı.

Kronik sinüs problemi olanlar da birkaç hafta boyunca saatte bir aldıkları takdirde CD damlasını, sorun genellikle tamamen ortadan kalkıyor.

 

KABIZLIK VE İSHAL

Dost bağırsak florası oluşturmamız gerekiyor, orası kesin.

Bunun yanında PATOJENLERİ de öldürmemiz gerekiyor.

Lavman kabızlığa hakikaten çok iyi geliyor; sindirim sisteminin üst kısmına yardımcı olması için bir

yandan ağızdan CD dozlarımızı alıyoruz, tabii alt kısmı açmak için de lavmanımızı uyguluyoruz.

Ayrıca kabızlığa yol açanın da parazitler olduğunu bilmemiz gerekiyor;

parazitler MORFİN salgılıyor, morfin de bağırsak hareketini yavaşlatıp durduruyor.

Sorunun her zaman bir NEDENİ var görüyorsunuz, o yüzden biz hep sorunun

ASIL KAYNAĞINA iniyoruz, iki fitil verip geçici olarak açmakla yetinmiyoruz bağırsağı.

Lavmanlarımız aynı zamanda buradaki parazitleri öldürmeye de yardımcı oluyor işte.

Tam doza ulaşır ulaşmaz Parazit Protokolü’ne başlıyoruz, dolunayla birlikte başlıyoruz buna da.

 

KLORDİOKSİT YAPMANIN FARKLI YOLLARI

Pekçok farklı yöntem var aslında bunun için, mesela bazıları için CDH yöntemi aralarında en iyisi.

‘CD-Holding’ deniyor bu yönteme ve bunda aktivasyon daha yavaş, tad da biraz daha iyi CD’ye göre.

Buna Stevia da koyabiliyorsunuz tabii, o da epey yardımcı oluyor tada.

Bir de CDS’miz var; bu Andreas Kalcker’ın keşfettiği yöntem ve kısaltmanın açılımı ‘Klor Dioksit Solüsyonu’.

Bunu Almanya’daki hayvan çiftliklerinde kullanıyorlar ve tabii hayvanlarda hiç can kaybı filan yok.

Bu da çok iyi bir şey tabii.

Bunu bir süre kullandık otizm tedavisi için fakat CDS ile gerçekleşmiş iyileşme vakası yok henüz.

Varsa belki bir tanedir o da.

O yüzden çok sık kullandığım bir şey değil CDS fakat gerçekten çok hassassa eğer çocuk, hani CD’nin 1 damlasının 16’da 1’in veya 32’de 1’ini almasına rağmen hala çok zorlanıyorsa, doğrudan CDS’e geçiyoruz işte o zaman.

Bu tip durumlarda gerçekten başarılı CDS. CDS’te de tam doza ulaştığımızda,

CDS’ten 1 mL çıkartıp yerine 1 damla CD koydurtmaya başlıyorum ailelere.

Böyle böyle esas CD’ye geçiş yapıyoruz.

CDS’te hiç hammadde yok, o yüzden de aşırı hassas kişiler CDS’ten hakikaten çok faydalanıyor.

SOĞUK ALGINLIĞI-GRİP-SÜMÜK VE ÖKSÜRÜK durumlarında, kesinlikle HER SAAT BAŞI dozumuzu alıyoruz.

Kişi (yetişkin veya çocuk), yeme içmeden kesilmişse tabii o zaman ağızdan doz alımı yerine

CD banyosu yapabiliriz, lavman yapabiliriz; muhtemelen ağızdan doz alımına bir müddet ara verilmesi gerekecektir o ara.

Çocuğunuzun burnu şu kadarcık mı akıyor? Hemen CD’li burun damlasına başlardım yerinizde olsam.

 

HERXHEIMER ETKİSİ

İnsanlar kullandıkları bir şeyden dolayı oluşan etkiye SEKONDER ETKİ diyor.

SEKONDER ETKİ şudur; birtakım ecza ürünü ilaçlardan kullanmaktadır kişi ve TİK geliştirir.

Ömür boyu sürecek TİKİ vardır artık. Niye? Çünkü 5 yıl önce bu farmakolojk ilaçları kullanmaya başlamıştır da ondan.

SEKONDER (ikincil) etki dediğimiz şey budur işte.

Herxheimer ise bu gördüğünüz şeylerdir:

1. Hıçkırık tutabilir

2. Burun akıntısı; hani nezle oluyormuş gibi akmaya başlar burun ama bu aslında çokça DETOKSİFİKASYONDUR.

3. Yorgunluk/bitkinlik olabilir kişide

4. Uyku örüntüsünde değişiklik olabilir; daha iyi uyumaya başlayabilir kişi veya gece uykudan uyanmalar yaşanabilir

5. Yüz kızarması – yanaklar al al olabilir

6. Mide yanması

7. Geğirme

8. Berbat kokulu gaz çıkarma

9. Mide bulantısı

10. İstifra

11. İshal

12. Gaz/yellenme

13. Karında şişkinlik; iyice şişer kişinin karnı

14. Üşüme/titreme hali (toksinler vücudu terkediyordur); nezle başlangıcı gibi, kendini iyi hissetmez kişi

15. Başağrısı; çoğu kez dehidrasyon kaynaklıdır, detoks aşamasında vücudun yeterli miktarda su almasını mutlaka sağlamamız gerekir ki tüm bu toksinleri toplayıp atabilsin idrarla.

16. Kabarcıklar/veziküller; bazen çocukların ağzının çevresinde kabarcıklar çıktığını görürsünüz, bunlar bir görünüp bir kaybolurlar.

Virüs kaynaklı da olabilir fakat işin ilginç yanı, bir gün kalktığında ağzı kabarcıkla çevrilir, BİRDEN çıkar ortaya bunlar, sonra birkaç güne kendiliğinden yok olur.

Anne-babaları acaip şaşırtan bir şeydir bu fakat tamamen detoks prosesinin bir parçasıdır, Herxheimer etkisidir.

 

CD PROTOKOLÜYLE pek UYUŞMAYANLAR

ANTİOKSİDANLAR kesinlikle bu protokolle uyuşmaz, çünkü klordioksiti öldürür bunlar.

Megavitamin terapileri de uygun değildir çünkü vücuda çok fazla şey yüklenmektedir ve vücut bir taraftan bunca bilgi yüklenirken diğer yandan detoksifikasyona odaklanamaz istediği şekilde.

B12 vitamini – Çocuklarımız parazit yüklüyken B12 seviyeleri de düşer, çünkü parazitlerin gerçek manada bayıldıkları bir şeydir B12.

– Aynı şekilde DEMİRİ de çok severler.

O yüzden, özellikle ağır parazit enfeksiyonu olan çocuklarımızda ANEMİ (kansızlık) sık gördüğümüz bir durumdur.

 

ATEŞ TERAPİSİ

Ateş aslında vücutta patojen öldürmek için bir fırsattır!

Çocuk ne zaman ateşlense hemen ateş düşürücüye gidiyor elimiz fakat bu şekilde vücudun patojeni öldürmesine imkan tanımamış oluyoruz.

Ve CD-Klordioksit Protokolüne başladığımızda, İMMÜN SİSTEMİMİZ de yeniden çalışmaya başladığından ATEŞLENME yaşıyoruz–böylelikle yıllar evvel ateşle yakıp kurtulmuş olmamız gerekirken ateş düşürücü verip kurtardığımız ve tüm bu sorunların müsebbibi olan patojenleri şimdi bu ateşle temizlemeye çalışıyor vücut.

Şimdi elimize fırsat(!) geçti işte.

Ateşlendiğinde çocuğu yatakta pişmeye terk etmiyoruz veya bizim başımıza gelmişse aynısı, yine kadere terk etmiyoruz kendimizi.

Sıcak bir banyo alınabilir bu durumda belki bir 5 veya 7 dakikalığına.

Sonra çıktığınızda banyodan, oluşturulan sıcaklık farkıyla ateşiniz de düşürecektir.

Ayrıca, bir bez alıp serin suda ıslatıp sıkıp, gün boyu (sürekli) alna – enseye ıslak bez koymak da çok önemli.

Çocuğum ateşlendiğinde, o gece uyumam bu işlemi yapmak için ama mükemmelen işe yarar.

Çoğu kez de zaten 1 ila 3 gün sonra, ateşlenme öncesindeki haline göre çocukta kesin bir gelişme/ilerleme olduğunu da görürüz.

O yüzden, kesinlikle denemeye değer bir işlem bu, çünkü immün sistemin doğal çalışma şekli bu zaten.

Dr. Kenneth Bock, muhteşem kitabı “İmmüniteye Giden Yol”da (The Road to İmmunity) aynen bunu anlatıyor işte.

Ve tabii düşünecek olursanız, içinde yaşadığımız ortamda sağ kalabilmek için gerekli tüm donanıma sahip yaratılmışız ve insanoğlu milyonlarca yıl bu şekilde hayatta kalmış zaten, köşebaşında bir eczane açılmasını bekleyerek değil.

 

OKYANUS SUYU

Vücudumuzun tanıyıp kullanabileceği, özümleyebileceği DOĞAL MİNERALLERİ tercih ediyoruz protokolde.

“Ama benim çocuğumun vitamine ihtiyacı var” diye geliyor insanlar fakat ASIL İHTİYACIMIZ OLAN ŞEY, ki HEPİMİZ İÇİN geçerlidir bu–özellikle de herhangi bir DETOKS programı uygulanmaktayken gereken şey–MİNERALLERDİR!

Biz de protokolümüzde yeryüzünün doğal minerallerini kullanıyoruz işte;

toplamda 90 tanedir bunlar, periyodik cetvelde ne var ne yoksa alıyoruz bu şekilde.

Bu mineraller hücrelerimize hayat veriyor ve aslında işin en güzel tarafı da BEYİNDE sağladıkları İLETKENLİK.

Benim için işin en heyecan verici kısmı bu aslında.

YouTube’da gördüğünüz şu bilimsel projeler var ya, ona benziyor esasında; hani bir ampul vardır, suya daldırılmış telleriniz vardır, tuz koyarsınız, ışık yanar; şeker koyarsınız suya, ışık yanmaz.

Burada yaşanan şey de esas itibariye aynı işte, beynin iletkenliğinde sağlanan iyileşme tek kelimeyle şahane.

Ve okyanus suyu neredeyse insan kanıyla özdeş, o yüzden vücudumuz kayadan filan elde edilmiş diğer birtakım mineral destekleri gibi vücuda yabancı bir şey olarak görmüyor bunu.

 

OKYANUS SUYU DOZLAMASI

Bir ölçü OS (Okyanus Suyu) alıp bunu arındırılmış suyla 3 bölüm halinde seyreltiyoruz.

Yani 10mL OS aldınız, bunu 30mL’lik içme suyuna katıp içiyorsunuz, bunu günde 1 ila 3 kez tekrarlıyorsunuz.

Kimine çok daha yüksek dozlarda almak iyi geliyor okyanus suyunu, fakat HİPERTONİK (seyreltilmemiş) dediğimiz saf okyanus suyunu alıp bunu vücudun özümleyebileceği şekilde isotonik hale getirmek çok önemli bir husus.

“Ama çocuğum sevmiyor tadını o yüzden ben sek diktiriveriyorum kafaya” diyenler var, hayır, bu şekilde alınmaz okyanus suyu, yapmaya çalıştığımız şeyin TAM TERSİDİR bu; minerallerin EMİLEBİLMESİ lazım, o yüzden OS alırken mutlaka 1’e 3 oranında suyla seyreltmeliyiz bunu.

 

3. AŞAMA – PARAZİT PROTOKOLÜ

İşte oyunun kaderini değiştiren kısmı burası protokolün.

Andreas Kacker ve Miriam Carrasco Maceda tarafından 2 yıl önce geliştirilmiş bir protokol bu.

Burada gördüğünüz de 2 yıl önceki hali aslında protokolün, fakat o kadar iyi ki, son iki yılda öyle çok bir değişiklik olmadı protokolde.

[Parazit Protokolü kitabın 2. basımında 8. bölümde tam haliyle verilmiştir.]

Ve dediğim gibi, bizim için gerçekten oyunun kaderini değiştiren nokta oldu bu.

Kurtlar dökülmeye başladığında istisnasız herkes bir şoka uğruyor.

Dolunay zamanını da kapsayacak şekilde 18 gün yapılan bir protokol bu.

Tam dolunaya 2 gün kala–ki ne zamana denk geldiğini Google’dan öğrenebilirsiniz–protokolün 1. günü için dozumuzu alıyoruz.

Pyrantel pamoate, Mebendazol gibi internet üzerinden satın alabileceğiniz ilaçları kullanıyoruz.

‘Diatomaceous Earth’ (Diyatomlu Toprak), Hintyağı (castor oil) ve ‘Neem’ var yine protokolümüzde.

Parazitleri öldürmek için kullandıklarımız bunlar işte.

 

Ayrıca MEBENDAZOL EMPLANTLARI da kullanıyoruz.

Bu da daha yenice gelişmelerden.

Bağırsaklarda çok yoğun parazit taşıyan çocuklarda bu emplantalar büyük fark yaratıyor.

Yapılacak şey şu: Gece yatmadan hemen önce–yine burada protokolü uygularken çok yoğun kurt döken çocuklardan bahsediyoruz–100mg’lık Mebendazol tableti ezip toz hale getirdikten sonra 15 ila 20mL gibi çok az bir suyla karıştırıp enjektöre çekiyoruz, rektumun ağzına dayayıp şırıngayla içeri veriyoruz ve buradaki parazitler bunu alıp ta bağırsağın yukarılarına kadar taşıyor ilacı.

Yani geceleyin bağırsaklardaki parazitleri bu şekilde öldürüyoruz, sabahtan da lavman yaptığınızda bir dolu ölü parazit aynen dökülüyor.

Ertesi günü HARİKA geçiriyor bu çocuklar işte; bu emplant uygulamasının çocuklarda sağladığı DEĞİŞİMİ gözlemlemek çok çok ilginç bir deneyim oldu bizler için de.

 

PARAZİT ENFEKSİYONUNA İŞARET EDEN LABORATUVAR TETKİKLERİ NELER

Gaitada parazit enfeksiyonunu tespit edebilen laboratuvar analiz yöntemi bulmak hayli zor.

O yüzden, tıbbi tetkik yaptıranlandansanız şayet en azından bunlardan birtakım ipuçları yakalayabiliyoruz.

Parazit enfeksiyonlu çocuklarımızda sıklıkla görülenler şunlar:

– Düşük B12

– Düşük demir

– Yüksek amonyak

– Yüksek OKSALAT seviyeleri–gıdadan aldığımız o kadar büyük sorun teşkil etmez, asıl parazitlerdir işte yüksek seviyede oksalat açığa çıkmasına neden olan.

– Düşük özonofil sayımı

Lab tetkiki yaptırıyorsanız veya geçmişte yaptırdıysanız bu değerlere bir bakın, tablo genellikle böyle olacaktır.

Ve tabii protokolü uygulamaya başladığınızda da, parazitlerin dökülmeye başladığını göreceksiniz.

 

PARAZİT VE KURT FOTOĞRAFLARI

Tam odaklı değil fotoğraf ama burada “kılkurtları”nı görüyorsunuz böyle uzun ince ip gibi solucanlar bunlar.

Hemen ilk çıkacaklardandır bu solucan çünkü çokça rektum bölgesinde bulunur bunlar.

Kimilerinin “yuvarlak solucan” (ascaris lumbricoides) dediği kurtlar ile bazı “halatkurtları”nı görüyorsunuz.

Fakat bu askaryaz lumbrikoidler oldukça yaygın görmekte olduğumuz bir parazit.

Burada bu “halat” dediğimiz tipi görebiliyorsunuz–ki bunların hepsi sıcak su ile yıkanmış halleri bu parazitlerin, o yüzden kalkıp “yok canım, bağırsak mukozasıdır o” filan dendiğinde…

Bağırsak mukozası üstüne sıcak su döküldüğü anda eriyip giden bir şeydir.

Bu gördüklerinizin hepsi bir elekte sıcak suyla yıkanmış halleridir parazitlerin ve basbayağı “kurt”a benzedikleri de açıkça görülmektedir.

Ve boylarına da dikkatinizi çekerim.

Bu gördüğünüz tam 101cm uzunluğunda.

Bunu bulan anne yaptığı işte tam bir öncü, tam bir savaşçı kendisi.

Ve oğlu şu an ÇOK daha iyi durumda, birazdan fotoğrafını da göreceksiniz kendisinin.

Fakat bu gördüğünüz, çocuklarımızın en sık döktüklerinden biri.

Ve 1 metreden bahsediyoruz! Cidden, mukus filan değil bu.

Buna bakın bir de…

Nasıl dolu dolu, dokulu bir şey olduğunu görebiliyorsunuz dahi buradan.

İşte çocuklarımızdan çıkanlar bunlar.

Bunların da çok küçük bir bölümü hatta burada gösterdiklerimiz.

Bu “halat”ların evre evre gelişimlerini görüyorsunuz burada;

mesela bazen baloncukları oluyor bunların, anne-babalar “ha”, diyorlar, “tuvalette gördük hakikaten bu baloncuklardan!”.

İşte, o gördüğünüz “halat kurdu” dediğimiz parazit.

Diğer kurtlardan görünüşleri farklı bunların, ama öyle farklı tipte parazitler çıkıyor ki çocuklardan, hemen her kakayla bir tür parazitin farklı evredeki bir halini görüyoruz esasında.

Bu bizim protokoldeki çocuklardan değil, ve işin enteresan tarafı, birkaç slayt önce gördüğünüz gibi bizde dökülen kurtlarda ‘kan’ yok, temiz çıkıyor kurtlar.

Bu Klordioksit veya Kalcker Parazit Protokolü ile dökülmüş kurtlardan değil.

Ağızdan ve lavmanla klordioksit alımı ve Kalcker parazit protokolünde hiçbir zaman kan görülmüş değil bugüne kadar.

Böyle kanama filan görmüyoruz bizimkilerde, bu sanırım Rusya’dan bir doktorun uyguladığı protokolle çıkmış kurt, fakat belli ki bağırsaktan kayıp atılmasını sağlayacak şekilde öldürülememiş bu daha.

Neyse, bu bizimkilerden biri değil ama “halat kurdu” bu da işte.

Bunlar da bahsettiğimiz annenin oğlunun tedavisi sırasında elde ettiği diğer “halatkurdu” örnekleri.

Birbiri ardına dökülüyor bunlar oğlundan ve her geçen gün sağlığı daha da iyiye gidiyor bu çocuğumuzun.

Kalp gibi çıkmış bu. Çok şeker, öyle değil mi?

Yumurta kesesi bu.

Ama kalp şeklindeydi, ne bileyim, hoşuma gitti bu hali.

İçindeki larvaları görüyorsunuz.

Aileler çoğu zaman bunlardan buluyor işte dışkıda, hem de tonlarcasını, ki bu şahane bir şey, çünkü bunlar büyüyüp de tam erişkin kurtlara dönüşememiş oluyor.

O yüzden bizim için heyecan verici bir şey dışkıda bunu bulmak.

Bu birkaç yıl öncesinin fotoğrafı, sonunda çıkıyor çıkmasına kurt ama anne önce resmini çekiyor ve 1 metreyi buluyor boyu!

Bir başka anne alıyor bu fotoğrafı, AutismOne kongresindeki doktorlardan birine gösteriyor birkaç yıl önce nedir bu diye, doktor da “MEYVE LİFİ” diyor buna.

Ogün bugündür o 1 metrelik muzun peşindeyiz işte.

 

PARAZİT ENFEKSİYONU NEDENİ İLE KARINDA GÖRÜLEN ŞİŞKİNLİK

Bu minik kızımızın karnı fazlasıyla şişikti, aynı zamanda çok yoğun paraziti olan bir miniğimiz bu.

Çok iyi sonuçlar aldık bu miniğimizde, birkaç slayt sonra göreceksiniz zaten kendisini.

O şiş göbek artık inmiş durumda, ATEC puanları düşüşte; henüz tam kurtulmuş değil otizmden fakat durumu son derece iyi şu anda, amigo kızlık filan yapıyor okulunda.

 

3 Dolunay Boyunca Parazit Protokolü Yapıldıktan Sonra

–şayet çocuk hala tanı bırakmış değilse, başka uygulamaları da eklemeye başlıyoruz denkleme.

Bu diğer işlemler eklenirken bir yandan CD alımı, parazit protokolü ve perhizi de hiç bırakmadan sürdürüyoruz.

Daha yapılacak çok şey olsa da–BÜTÜN aşamaları birden uygulayan ailelerimiz de var mesela;

HBOT yapıyorlar, GcMAF alıyorlar ve ay be ay bu şekilde ilerliyorlar, ki bunu birkaç yıldır yapanlarımız da var.

Önemli nokta yine, çocuklarımızın gitgide düzeliyor olması bu şekilde.

 

4. AŞAMA – DİĞER BESİN TAMAMLAYICILAR/DESTEKLER

Kullandığımız desteklerden bazıları bunlar ve çokça KONUŞMA GELİŞTİRİCİ ve NÖBET KONTROLÜ amaçlı alınanlardan oluşuyor bu liste.

Aralarından bazıları çift fonksiyonlu zaten, her ikisine de yarıyorlar.

Genellikle kullanılanlar bunlar işte, vücuttaki eksiklikleri tamamlamak filan değil hiçbir şekilde gayemiz, zira bu aşamada vücuttaki fazlalıklardan kurtulmaya çalışıyoruz.

 

KONUŞMA

Fakat konuşma birçoğumuz için problemli bir alan olduğundan;

L-Carnosine, GABA, TMG, DMG, bazı durumlarda B6/P5P, L-Carnitine gibi konuşmaya faydası büyük olan destekleri kullandığımız oluyor.

Tabii tek bir kapsül çoğu zaman pek bir ilerleme sağlamıyor, bazen yavaş yavaş doz arttırmamız gerekebiliyor bu desteklerde ki terapötik doza çıkabilelim.

Mesela bazı çocuklar için GABA’nın günlük 5,000mg’lık dozda olması gerekiyor; tamamen çocuğun ihtiyacına bağlı bir durum bu.

 

NÖBET NEDEN OLUŞUR?

Bilmiyoruz aslında, çoğu hekimin de pek bir fikri yok bu konuda.

Fakat tecrübemize göre, parazit yükü çok fazla ve amonyak seviyesi de çok çok yüksek olan çocuklarda nöbet aktivitesi çok oluyor.

O yüzden, parazitlerden kurtulmaya başlandığında, nöbetlerin de ortadan kalkmaya başladığına şahit oluyoruz.

Hatta daha Kloridoksit alımına başlar başlanmaz görüldüğü de oluyor bu etkinin.

Fakat bazen de birtakım besin tamamlayıcılar katmak gerekiyor protokole.

Nöbetlerin kontrol altına alınabilmesi için kullandığımız takviyelerden bazılarını görüyorsunuz, ki ağırlıklı olarak ‘konuşma’ için de kullanılan tamamlayıcılardan oluşur bu liste.

O yüzden ihtiyaca göre bunlardan kullanmaya başlayıp dozu da hedefe tam ulaşıncaya dek gerekli şekilde ayarlayabiliriz.

GABA ve Keppra, çocuğunda nöbet aktivitesi olan aileler kullanır bunları;

Keppra ilaç tabii ama GABA da aynı metabolik yolakta etki gösterir, o yüzden besin tamamlayıcıları bazen bu şekilde hayırlı işler için kullandığımız da oluyor.

 

NÖBET BOZUKLUĞUNDAN KURTULMA ÖYKÜSÜ

Bu küçükhanım çok sık nöbet geçiriyordu; her 17 günde bir Grand Mal (Jeneralize Tonik/Klonik) nöbeti oluyordu.

Şu an ise bilmiyorum, belki bir 200 günü filan nöbetsiz geçirmiş durumda.

200 gün üzerine saymaya devam ediyoruz tabii, halen tek nöbet yok.

İlk seferinde de bir 200 gün kadar nöbetsiz gitti, sonra bir atak oluştu,
onda da parazit ilacına ara verdikleri bir zamana denk gelmişti zaten nöbet.

O yüzden oldu, fakat sonra yeniden toparlandı…

ATEC puanı ise 79’dan 32’ye düşmüş durumda, zaten farkı yüzünden de okuyorsunuz; şu an amigo kızlık yapıyor, bir sürü arkadaşı var…

Geçen gün annesi hesabından kendisini ziyarete gelen arkadaşlarıyla bir fotoğrafını koymuş, çok güzel hakikaten.

Bunları görmek çok hoş.

 

5. AŞAMA – ŞELASYON: Bio-Chelate, bentonit kili ve zeolit kullanıyoruz bunun için.

Doktor kontrolünde DMPS/EDTA vb. şelasyon yöntemlerini uygulayan ailelerimiz de var.

Bunların hepsi protokolümüze UYGUN yöntemler.

Arkadaşlarımdan biri damardan şelasyon tedavisi uygulatyor çocuğuna mesela.

Aynı zamanda protokolü de uyguluyorlar, dediğim gibi bu tür uygulamalar protokolle uyumlu şeyler.

Biz daha çok ağızdan alınacak veya banyoda kullanılacak şekilde Bentonit Kili,

(ağızdan alınacak şekilde) zeolit veya Biyo-şelat, hatta bu üçünü birden kullanıyoruz.

Birbiriyle çok iyi gidiyor bunlar zaten.

Vücuttaki metal yükü için kullandıklarımız bunlar.

 

6. ve 7. AŞAMA Hiperbarik Oksijen Terapisi ve GcMAF

Aile gelip tamam elimizde biraz para birikti yeniden, tamamen kurtulamadık henüz belirtilerden, yapabileceğimiz bir sonraki adım nedir diye geldiğinde, neye erişiminiz olduğuna göre değişir aslında yapabileceğiniz şey diyorum.

Yaşadığınız yerde HBOT seansı alabileceğiniz bir yer varsa şayet, gider buna başlarsınız.

Yoksa GcMAF’inizi sipariş eder buna başlarsınız.

Arada bir tatil filan yakaladığınızda imkan varsa HBOT yaptırabileceğiniz bir yere seyahat edersiniz.

GcMAF ve HBOT rahatlıkla birlikte kullanılabilen ve gayet iyi sonuç veren şeyler.

Yani, ister biri ister diğerini yapabileceğiniz durumlardan bu da.

Pekçok farklı tipte Hiperbarik odası var, bu da benimki.

Basınç altında oksijen alıyorsunuz bununla.

Bu şekilde vücuda nüfuz ediyor oksijen,

ENFLAMASYONU ALIYOR…

HBOT ile ilgili önemli noktalardan biri de, birçok kişiden “Aa, yaptık biz HBOT fakat daha da kötüleşti çocuğum”, yok işte “hiç değişiklik görmedik” filan gibi laflar duyuyorum fakat çocuğun HBOT’a HAZIR OLMASI büyük önem taşıyor burada, fiziksel olarak HBOT’a hazır olacak çocuk.

Bazen aile geliyor mesela diyor ki, “biz HBOT yapıyoruz şu an, fakat henüz protokole başlamadık”, bu noktada aileye mümkünse seanslara ara vermelerini ve belki bir 4 ay sonra gidip tamamlamalarını salık veriyorum.

Bu şekilde çok daha iyi sonuç alacaklarını düşünüyorum çünkü vücudumuzda hem AEROBİK BAKTERİLERİ hem de AEROBİK PARAZİTLER taşıyoruz.

[aerobik: oksijen kullanarak yaşayan]

O yüzden HBOT’tan bunların da fayda göreceğini unutmamız lazım.

Her şey ZAMANLAMAYA bakıyor; oksijen terapisinden MAKSİMUM faydayı görebilmek için kesinlikle ÖNCE parazit ve bakteri popülasyonunu azaltmaya bakıyoruz.

Çünkü ziyadesiyle pahalı da bir terapi yöntemi, o yüzden doğru uygulanıp çocukların mümkün olan en iyi sonuçlarla terapiden ayrılmasını istiyoruz.

Doğru sırada uygulanması gerekiyor işlemlerin; yine, HBOT’u protokolde ön sıraya çekmezdim ben şahsen.

Ayrıca tabii ‘doğru derinlik’in uygulanması lazım, çoğu kişi düşük derinlikte alıyor terapiyi veya fazla heyecanlanıp bu defa da fazla yüksek derinlikte gitmek istiyorlar

Çocuk için doğru olan derinlikte uygulanması gerçekten büyük önem taşıyor burada.

HBOT tedavisi gördükten hemen bir 2-3 ay sonra otizm tanısını bırakan öyle çok çocuk gördüm ki; cidden bu seanslardan sonra inanılmaz hızlı gelişme gösteriyorlar.

Hiperbarik Oksijen Odası Protokolü’nde 2 seçeneğimiz var:

Klasik uygulama 2. seçenekte verilen, ama ben 1. seçeneği çok daha fazla tutuyorum.

Daha önce HBOT yapmamış olanlarda; 1.75 ATA’da 90 dk’lık 20 seans yapılıyor.

Ardından, her 3 ayda bir bunun yarısını yapıyoruz, ki hem uygulanması çok daha kolay bunun hem de 2. seçeneğin sağlayacağı tüm faydayı da görmüş oluyorsunuz bu yöntemle.

2. seçenekteki yöntem Dr. Rimland’ın zamanından, 2005/2006’dan kalma yöntemdir;

bunda da 1.75 ATA’da 60’ar dk’lık 40 seans yapılır.

Ardından her 3 ayda bir, çocuk tamamen iyileşene kadar bunun yarısı yapılarak işleme devam edilir.

Yani, farklı seçeneklere sahibiz ve elimizden gelen neyse onu yapmaya çalışıyoruz burada.

 

GcMAF

Dr. Ruggiero bir iki saat içinde GcMAF ile ilgili sunum yapacak zaten ama

bu ürünü GcMAF.eu adresinden temin edebileceğinizi belirteyim ben önden.

Bilimsel manada arkası oldukça sağlam, çok sayıda makale yayımlanmış durumda bu ürünle ilgili, üzerinde çok çalışılmış bir keşif bu hakikaten.

Ve şu anda protokolleriyle %25 tam iyileşme başarısını yakalamış durumdalar.

Protokolleri de güncellenmiş durumda şu an.

Birkaç senedir enjeksiyon şeklinde vererek uyguladığımız standart şeklinde protokolün başarı oranı %15’ti,

fakat şu an karışıma eklenen fitil şeklinde olanı ve ağızdan alınan şekliyle yakalanan başarı oranı %25’lere çıkmış durumda.

O yüzden GcMAF’i kesinlikle protokolümüzde istiyoruz.

Bize böyle “TAM İYİLEŞME” sağlayan şeyler lazım daima.

Tüm bunları biraraya getirip kullanmak son derece önemli.

Tabii aynı ürünleriyle KANSER‘i de %80 gibi oranlarda iyileştiriyorlar, 4. evre kanseri bile…

Bunları gösteren çalışmalar da başta İmmünoloji dergileri olmak üzere zaten yayımlanmış, literatürde yerini almış durumda.

ATEC puanlarını topluyoruz bir yandan

ATEC, yani Otizm Tedavi/Terapi Değerlendirme Formu (OTDF)’yi internetten www.autism.com adresinden edinebilirsiniz.

Bu ATEC değerlendirmesinin 3 ayda bir yapılması taraftarıyım, çünkü insanlarla konuştuğunuzda

“yani, pek konuşamıyor hala, çocuğum bunu yaptı, öğretmeni böyle dedi…” diye geribildirim geliyor, bu şekilde aynı dili konuşmak pek mümkün olmuyor takdir edersiniz ki.

O yüzden, birine siz “Çocuğunun ATEC’i kaç?” diye sorduğunuz zaman, size “79” veya “106” gibi bir sayı verebiliyorsa veya “başladığımızda 86’ydı şimdi 40” diyorsa mesela, bu durumda gidişatı görebiliyoruz işte ve tabii anne-babalar için puanlamada bu tip düşüşleri görmek de doğru yolda gittiklerine dair kesinlikle yüreklendirici oluyor.

Bu slaytta da şunu görüyoruz işte: Protokoldeki çocukların neredeyse %80’inin ATEC puanında ilk 50 günün ardından 10’un üzerinde düşüş oluyor.

Ve tabii bazı aileler–daha dün bir hanımefendiyle görüştüm örneğin–çocukları 2 ayda 40 puan birden kaybetmiş!

Sonuçta tamamen çocuğa bağlı bir durum bu, bazılarının ATEC puanı çok çok hızlı düşüyor ve iyileşiyorlar.

Tabii ‘0 – 10’ arası ise ATEC puanı o zaman çocuğun Otizm tanısı kalkmış oluyor.

30 ve üzeri ise hafif otizmden daha ağıra doğru uzanıyor 100’lere doğru.

 

Birazdan da başarı öykülerimizden birkaçını göstereceğim sizlere.

‘Başarı Öyküsü’ derken tabii burada kıstasım ‘otizmden kurtulmak’, fakat yaşanan hertürlü iyileşme/düzelme ve bugün bulunduğumuz noktadan ‘tam iyileşme’ye giden süreçte sağlanan tüm değişiklikler de kesinlikle kayda değer bence.

Bu benim oğlum; ortalıkta çıplak gezen, tek yediği suni renklendiricili/suni aromalı PAKET gıdalar olan bir çocuktu.

Hali buydu işte ve ATEC puanı 147’ydi;

uyku uyumazdı, asla söz dinlemezdi, berbat zamanlardı…

Şu anda 13 yaşında, ailesiyle vakit geçirmekten hoşlanan, şeker mi şeker bir çocuk işte…

ATEC puanı şu an 17!

Teşekkürler…

Sağolun, cidden gurur duyuyorum oğlumla, çok yol katetti hakikaten.

İnsanlar “PROTOKOLÜN BU KADAR ŞAHANEYSE KENDİ OĞLUN NİYE İYİLEŞEMEDİ PEKİ?” diyor bazen…

Konuşma becerisini kaybettiği 2 yaşında bu protokole başlatmak için neler vermezdim oğlumu, keşke mümkün olsaydı bu, ancak maalesef ilk damlaya Patrick 10 yaşında başlayabildik ancak!

Fakat çok iyi gidiyor oğlum hakikaten ve bugün burada hepimize ümit kaynağı olduğu için de çok mutluyum.

Ve bu delikanlı…Yine, kendisini çok sevdiğim savaşçı annesinin muazzam çabası ile gösterdiği gelişmeyi görüyorsunuz.

Öyle agresif bir delikanlıydı ki neredeyse öldürüyordu da annesini, PANDAS tanısı vardı.

Şimdi dünya tatlısı bir genç oldu, ev işlerine yardım ediyor, bir sürü güzel şey oluyor hayatında…

İnanılmaz heyecan verici hakikaten ve ATEC’i 3 şu an, ki 18 yaşında bu gencimiz!

Cidden hani bir düşününce–e evet yani!!

Bu aynı zamanda hani şu hep duyduğumuz iyileşme için 2 ve 4 yaş (veya kaç diyorlarsa artık bu pencere için yaşa) arası açık olan “fırsat penceresi” hikayesini de yalanlıyor görüyorsunuz.

Böyle bir kısıt yok artık, kalmadı görüyorsunuz ki–birazdan bir başkasını daha göstereceğim size benzer şekilde.

31 yaşında!

Evet…

Annesi bundan tam 30 sene önce(!) biyomedikal tedaviye başlatıyor oğlunu.

30 senedir perhiz uyguluyor oğluna, hiçbir zaman da vazgeçmemiş, işin peşini hiçbir zaman bırakmamış bir anne bu!

Çok saldırgandı Marc da, özellikle sonlara doğru düzeltilmesi gereken tek şey bu kalmıştı.

Annesinin Facebook’a koyduğu fotoğrafını gördüm geçenlerde; güzel yanmış güneşte, birkaç ay sonra bakıyorsunuz köpeğini gezdiriyor filan…

Öyle ilham verici ki hakikaten, üstelik 32 yaşında bunu başarıyor!

Allah’tan ümit kesilmez işte…

Ve bu anneler…bütün cevapları bulana dek içlerindeki ateşi canlı tutmayı başarıyor bu anneler…

Bu minik kız, ki benim için çok kıymetlidir kendisi,

8 yaşında; eskiden kameraya hiç bakmayan çocuk şimdi fotomodel kesilmiş durumda!

Üstüne ne geçirirse hemen poz veriyor kameralara…

Yüzden okunuyor değil mi her şey?!

Bu minik kızın tedavisi süreci devam ediyor hala, henüz tam geçmedi otizmi.

Çok yoğun cıva sorunu var.

Fakat yüzünden okunmuyor mu fark, şuna bakın, artık sepet gibi ordan oraya taşıdığınızla kalmıyorsunuz çocuğu, çocuğunuzla iletişim kurabiliyorsunuz, çocuk size yanıt veriyor.

Gördüğünüz gibi burada da büyük kazanımlarımız var, bir bakın hele!

Annesini çok seviyorum, çok yakın arkadaşım kendisi.

Birbirimiz için karşılıklı bir şeyler yapabiliyor olamamız mutluluk verici, ki o da hergün hareketimize verdiği destekle en büyük katkıyı yapıyor bizlere, otizm camiasına.

Teşekkür ediyorum kendisine.

İşte bir başka annemiz daha!

Bilemiyorum…

Oğlu otizmi tamamen yenmiş durumda!

Ve annesi hala bizleri terk etmiş değil…Güzellik kraliçesi annemiz, her dakika hiç usanmadan otizmi yenmenin mümkün olduğunu, altedilebileceğini anlatır durur insanlara…

Korkmuyor da insan içine çıkıp oğlunu nasıl İYİLEŞTİRDİĞİNİ anlatmaktan!

Varlığını ortaya koyuyor her şekilde, kimseden çekinmiyor bu güzeller güzeli anne…

Ve gördüğünüz gibi oğlumuz da annesine çekmiş, dünya yakışıklısı bir delikanlı kendisi.

Arkadaşları var artık, karne muhteşem başarılı; A mı diyorsunuz, 10 mu, karne bunlarla dolu işte!

Bir başka delikanlı, LYME hastasıydı bu!

Şu anki ATEC puanı 1!

Babası da Lyme hastasıydı, şu an ikisinde de kalmamış durumda.

Yaş 16!

Ve bu daha büyük çocuklarımızın hepsi de bizim bugünkü protokole gelene kadar ortalıktaki ne var ne yok neredeyse bütün protokolleri denemiş ve çare bulamamış çocuklar.

Ve bu delikanlı beni telefonla arayıp kendisine yardım ettiğim için bana İspanyolca teşekkür de etti.

Çok hoş bir jestti hakikaten.

3 dil konuşuyor şu anda.

Annesi-babası muhteşem bir çocuğumuz daha; Facebook grubunda herkese yardım ederler, destekçidirler, her şeyin yolunca gitmesine çalışırlar.

ATEC puanı 53’ten 5’e düşmüş durumda ve yaş da 17!

Bir annemiz daha! Anneler hakkında her şeyi anlatabilirim size, öyle çok seviyorum onları!

Çocuklarından ziyade kendilerini tanıyorum çünkü…

Fakat neyse, Noah neredeyse hayatını kaybedecek denli çok nöbet geçiren, uçakla sürekli hastanelere nakledilen, bir dolu ambülans seferi yaşamış bir çocuktu.

Şu an harika bir hayatları var. Dün gece onun da bir fotoğrafını gördüm Facebook’ta, çok da yakışıklı bir delikanlı oğlumuz, bu fotoğrafından da gördüğünüz gibi…

Yüzünün rengi gelmiş, gayet iyi gözüküyor.

Sonbaharda yeniden okula başlayacak!

Çok heyecan verici hakikaten. Okulda edineceği arkadaşlarıyla ilgili hikayeleri duymak için sabırsızlanıyorum.

Oooh bu anneler….sizi seviyorum!

Karşınızda zeka küpü bir boncuk durmakta.

Astroloji gurusu, bir sürü dil konuşuyor filan…

Harika gelişme gösteriyor protokolde…ve annesi…ne diyebilirim ki…seviyorum seni.

Bu da çok iyi. Bu minik adam…eskiden ne kadar hasta olduğunu görebiliyorsunuz fotoğraftan da…

Belli halinden…

Gece ile gündüz kadar fark var şu anki haliyle arasında. Protokolde 2. senesinde elde ettiği puan bu; çift mitokondri bozukluğu mu yoktu, 5 ilaç birden kullanıyordu (nöbet için 1, tiroit için 1…), HİÇBİRİNİ kulanmıyor artık protokol sayesinde.

Evet etkileyici, hem de çok.

Bayılıyorum bu adama ben!

Annesine de!

Bu da PANDAS vakasıydı.

Gördüğünüz gibi muhteşem gözüküyor ve annesi geçen günü öğretmeninden bir sms aldığını anlattı.

“Joe muhteşem gidiyor, hem de HERGÜN!” diyor öğretmeni mesajında.

Hergünü muhteşem artık bu oğlumuzun, sıradan muhteşem günlerinden birini daha yaşıyor işte…

Ve gördüğünüz gibi hayatı da seviyor. Tıpkı annesi gibi.

Ah canımın içi bir başka savaşçı anne daha!

Ty’ın annesi…

girdiği oyunun kaderini değiştiren tiplerden!

Diğer annelerimiz de aynı şekilde elbette fakat bu kadın,

ÇIĞIR AÇICI,

tam bir ÖNDER!

Şu anda 19 yaşında aslında, değil mi?

Şu an 19 yaşında ve fotoğraftaki olay 17 yaşındayken yaşanıyor; evi kırıp döküyor, mahalleyi birbirine katıyor, kendini yaralıyor, çok ciddi olaylar yaşanıyor hakikaten…

Aile hakikaten çaresiz, ne yapacağını bilemez durumda artık…

Ve Facebook gruplarından birinden bir anne ulaşıyor kendilerine ve
protokolle yavaş yavaş işin rengi değişmeye başlıyor; o 101 SANTİMLİK KURTLAR çıkmaya başlıyor vücuttan,

Annemiz bunları analiz ettirmeye başlıyor, çünkü yaptırdıkları bütün tahliller ‘parazit yok’ diyor!

Ve Ty’ın bugünkü halini görüyorsunuz. Çok, hem de çok iyi durumda artık.

Hayli yüreklendirici bir sonuç bu çünkü, bizim gibi çocuğu büyümüş olanlar ilk 2, 3, 4. yaşını kaçırmış insanlarız çocuğumuza bu protokolü uygulamak için.

Ve şimdi tabii parazitlerin bu iyileşme bulmacasının büyük bir parçası olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz sonunda, ve yola devam ediyoruz, bırakmıyoruz protokolü yapmayı, tıpkı bu annemiz gibi işte, parazit döktükçe oğlu hergün daha da iyiye gidiyor.

Ne kadar sürer bu iş bilinmez.

Ama annemiz bakınız çıkan bütün o kurtları biriktiriyor da…

Çünkü, bir noktada, birileri çıkıp getirin bunları bir test edelim diyecek illa.

Bu videoyu izleyip de teste talip olmak isteyen olursa bana ulaşsın, kendilerini annemize yönlendiririm şahsen.

 

Aaaah, bir tane daha….

ATEC’te değişiklik var yalnız, annemiz eliyle işaret ediyor, şu an ATEC puanı 5’e düşmüş durumda.

Ve hergün anneciğine daha fazla hediye vermeye devam ediyor.

Güzeller güzeli bir çocuk, güzeller güzeli bir anne…

Bu elimize ulaşan son vaka; 131. iyileşmiş çocuğumuz bu.

Gördüğünüz gibi hikayesi umut üzerine kurulu.

Fotoğrafta kızkardeşleriyle birlikte görüyorsunuz, gayet iyi gözüküyor ve anne diyor ki:

NUMARA 131…..Bu protokole 2012 Şubat’ında başladım, yolculuğumuzu Kerri’nin kitaplarından (1. ve 2. baskılardan) okuyabilirsiniz.

Her şeyi yaptık; günlük tutup sıkı perhizimizi yaptık, günlük dozlarımızı aldık, lavmanlar, Parazit Protokolü, besin tamamlayıcılar, nemlendirici….hepsi yapıldı.

Çok kısa bir süre içerisinde oğlumda ne alerji ne egzama kaldı, sağlıklı bir çocuğa dönüştü, uykusu gayet güzel, Gİ (bağırsak) problemleri yok oldu.

ATEC puanı 64’ten 13’e düştü, o yüzden bu noktada otizmden kurtulmak boynumuzun borcudur bu protokole.

Ve daha sonra annemiz bana alttaki bu fotoğraf ve yanında da şu notu gönderiyor:

“Oğlumun odasının kapısını açmamla bana ‘Merhaba anneciğim! Babam tavakeki mi yapıyor?’ diye sorması bir oldu.

Ben de ona, ‘Yo, başka minik kızartmalar hazırladım kahvaltı için’ dedim.

‘Kızartma mı?’ dedi heyecanla. Evet deyince de, ‘Hadi gidip nefis kızartma yiyelim! Babam uyuyor mu?’ dedi.

Evet deyince de, ‘Şşşşş sessiz olalım o zaman!’ deyiverdi.

ATEC = 9

Protokolü filan bırakmış durumda şu an, hani perhizi devam ettiriyor bir tek.

Fakat gayet iyi durumda protokolsüz de.

Gösterdiğim çocuklardan bir iki tanesi daha protokolü bırakmış durumda, iyileştiler sonuçta artık, idame için bir şey yapmalarına da gerek olmuyor.

 

Otizmden kurtulmuş çocuk neye mi benziyor?

Kliklemem lazım buraya…

-Merhaba Shae.
-Merhaba.

-Kaç yaşına bastın bugün?

-10 yaşına.

-Bize Otizm ve Asperger sendromlu olmak nasıl bir şeydi anlatır mısın?

-Karnım çok ağrıyordu, habire hastalanıyordum, sosyalleşmede sorunlarım vardı…

-Okul problemliydi benim için.

-Fotoğraf makinesi, flaş, ampuller, parlak ışıklar, tuvalet ve bilgisayar takıntılarım vardı,

-Öfke krizleri yaşıyordum habire, çok çabuk kızıyordum.

-Ve ‘stimming’ (özuyarım) yapıp duruyordum.

-Hmm. Peki bugün kendini nasıl hissediyorsun?

-İyileşmiş. Mutlu.

– Stimming’i bıraktım artık ve hiçbir takıntım da yok.

– Kendini otizmden kurtulmuş hissediyor musun?

-EVET.

-Yaşasın!

-Kerri Rivera’ya bir teşekkür edelim mi?

-Evveet.

-Teşekkürler Kerri Riveraaa!

Otizmden kurtulmuş çocuk buna benziyor işte.

Bugün bu Protokolle otizm tanısını bırakmış, 2 – 32 yaş arasında değişen tam 133 çocuk var.

Ve şunu belirtmek istiyorum ki ÖLEN KALAN KİMSE YOK.

O yüzden birtakım insanlar çıkıp da…… eh biliyorsunuz, her etkiye bir tepki oluyor sonuçta, karşı yönde bir akım oluştu ve buna kalkıp kloraktır, zararlıdır deyip duruyorlar.

E bilmiyorum yani, elimize hasta çocuklar geliyor, iyileşmiş de çıkıyorlar, bana sorarsanız harikulade bir şey bu.

Ve tabii gördünüz, çocukların bazısı henüz TAM kurtulmuş değil otizmden evet,

fakat iyileşmeye doğru öyle büyük adımlar atmış durumdalar ki, devam ettikleri takdirde muhtemelen onlar da bitiş çizgisine varacaklar aynı şekilde.

Kimsenin yolculuğunun ne zaman sona ereceğini bilemeyiz fakat bunun bir önemi de yok.

Tabii bir kez hakikatin ne olduğu öğrenilince bu bizim kurtuluşumuz olacak.

Sizlere tam bir sürprizim var bugün.

Kendisiyle dün tanışma fırsatım oldu.

Kendisi 112. sırada iyileşen çocuğumuz.

İsmi Rachel ve annesinin izniyle sonunda bu hep bahsettiğimiz otizmden kurtulmuş çocuk portresi bir yüze kavuşucak bugün.

Rachel, gelip buradaki herkese anlatabilir misin lütfen öykünü?

Seninle nasıl gurur duyuyorum bilemezsin.

Rachel: Kusura bakmayın, ağlamadan duramıyorum.

Biz de seni izlerken ağlamadan duramıyoruz! Hepimiz ağlıyoruz…

Buradaki insanları motive edeceğini düşündüğün ne varsa anlat içinden geldiği gibi ki onlar da çocuklarını tıpkı senin annen gibi iyileştirebilsinler.

Ne istiyorsan onu anlat.

Rachel: Ben Rachel, 10 yaşındayım.

10. sınıfa gidiyorum.

Hayatım biyomedikal tedavilerle geçti, 9 yıl sürdü, ardından CDye başladım.

2013 yazında, annem bana artık otizmim kalmadığını söyledi.

ATEC puanımı ölçmüştü bir gece önce ve 3 çıkmıştı.

24 gün içinde 17 puan birden düşüş göstermişti puanım.

Son ölçtüğümüzde ATEC puanım 7 çıktı.

Giderek daha da düşmekte olduğunu hissediyorum.

Bizce de öyle, bizce de!

CD ve HBOT odası kesinlikle muhteşem etkiliydi benim için.

Hariküladeydi hakikaten.

Yapmaya korkan varsa lütfen bir denesin, benim hayatımı değiştirdi bunlar çünkü.

Oh canım benim…

Çok güçlüsün sen…

Normal bir hayatım var artık,

okulda arkadaşlarım var, derslerim iyi, güzel notlar alıyorum.

Arkadaşlarımla buluşuyorum, beraber oynuyoruz.

Benim kendilerine pek benzemediğimi fark ettiler;

hani ‘bu kız da bir tuhaf’ gibi filan değil fakat, bizim gibi değil diye düşünüyorlar.

Gelip mesela “Yiyebileceğin hiçbir şey yok mu senin Allah aşkına?!” diye soruyorlar.

Çünkü glütensiz/kazeinsiz beslenmenin yanında ayrıca yerfıstığı ve soya da yemiyorum, şeker de yok tabii.

Oysa onlar öğlenleri aburcubur, krep filan yiyip duruyorlar.

Ve bazen onlardan biraz daha olgun hissediyorum kendimi.

-Hem de nasıl, hem de nasıl…

Yaşıma göre zekam sanki daha ileriymiş gibi hissediyorum kendimi.

-Benim yaşıma göre de valla…

Pek onlar gibi olmadığımı hissediyorum.

Onlar gibi olmak da istemiyorum zaten.

-anlaşılmıyor-

Bu kongreye 7 yaşımdan beri geliyorum.

Buraya gelip insanlardan otizmle ilgili birsürü şey öğrenmeyi hep sevmişimdir.

Bunu arkadaşlarımdan saklamak çok zor geliyor bana, çünkü anlatmak istiyorum onlara, bana olup biten her şeyin bir açıklaması olduğunu bilsinler istiyorum.

Günden güne biraz daha ilerleme kaydettiğimi fark ediyorum hala, gelişme görüyorum kendimde.

Sosyal ilişkiler bakımından gösterdiğim gelişmeye kendim de şaşırıyorum hakikaten,

öyle çok arkadaşım var ki artık ve kendimle gurur duyuyorum bu yüzden, bunca mesafe katedebilmiş olmaktan ötürü de çok mutluyum.

-Bak herkes de seninle gurur duyuyor.

Çocuğunu iyileştirmek isteyen herkese sesleniyorum; hepiniz için ÜMİT VAR.

CD’yi gerçekten denemenizi tavsiye ederim, HBOT’u da.

HERKES İÇİN ÜMİT VAR, hepiniz başarabilirsiniz bunu.

ATEC puanının yüksekliği ümidinizi kırmasın, iş puanda değil, anne-babanın çocuğunu iyileştirmeye olan azminde ve kararlılığında bitiyor.

Yapabileceğinize inanırsanız başarırsınız.

-Teşekkürler canım.

-Seninle gurur duyuyorum.

-Müthiş müthiş müthiş gurur duyuyorum bu minik kızla, annesiyle de.

Bir ailenin şifa bulma yolculuğunun herkesle paylaşılabilmesini de sağlamış olduk böylelikle.

Hele dünkü tanışma faslımız hakikaten şahaneydi; bir de KAREOKE’de 3 dilde şarkı söyleyişi var ki!

Müthişti! Sesi de çok güzel!

Ve dün bir şarkı seçtin özellikle: “The Sun Will Come Out Tomorrow” (Gün Yarın Yeniden Doğacak”). Bunu niye seçtiğini anlatabilir misin?

Çünkü herkes için ümit var; herkes için yarınlar var, ümit var.

Güneşin yarın yeniden doğacağını bildiğiniz gibi, çocuğunuzu da iyileştirebileceğinizi bilmeniz laızm.

-Bilmiyorum ki, bunun üzerine söylenebilecek fazla bir şey olduğunu sanmıyorum. Hepinize çok teşekkürler.

Umut dolu mesajını paylaştığın için çok teşekkür ederiz sana, ben de onlar da müteşekkiriz sana.

Homeopat Kerri Rivera – CDAutism.org
TEŞEKKÜRLER!