Glifosat

Patentli bir antibiyotik, mineral şelatörü ve Dünya Sağlık Örgütü’nce “kanser yapma potansiyeli olan madde” sınıflandırmasına alınmış Monsanto’nun RoundUp adlı ot ilacının etken maddesi.

Çocukların Beslenme Solüsyonundan Glifosat Çıktı başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi, yapılan çalışmalarda sadece 50 ppt (parts per trillion/trilyon partikülde 50 birim)’lik glifosat maruziyetinin farelerde böbrek, karaciğer ve cinsiyet hormonu değişimlerine yol açtığı gösterilmiş durumda.

Bu neden önemli?

Çünkü iki ünlü bilimci, Stephanie Seneff ve Anthony Samsel’in glifosatın etkileri üzerine çıkardıkları 5 yayının ardından henüz yayımlanmamış 6.’sında, ‘protein’ kullanılarak geliştirilmiş aşıların hemen hepsinin bu kanserojen zırai ilaçla önemli miktarlarda (ppb ile ifade edilen milyar ölçekli derişim oranlarında) kontamine olduğu tespit edilmiş durumda.

Anthony Samsel’in kendi ağzından incelediği aşıları ve elde ettiği bulguları dinleyelim şimdi:

[Otomatik açılmadığı takdirde ayarlardan Türkçe altyazı seçeneğini açınız]

Evet, aşı virüs ve/ya bakterilerinin geliştirilebilmesi ve çoğaltılabilmesi için besiyeri ve büyüme ortamı olarak hayvan dokularına ihtiyaç var. O yüzden, üreticilerin kendi bildirimlerine göre de çoğu aşıda tavuk yumurtası proteini, jelatin, sığır kazeini (süt proteini), sığır ve/ya buzağı kanı kalıntıları bulunduğu biliniyor.

Aşı firmaları, ki çoğunun fabrikası 2. ve 3. dünya ülkelerindedir, aşıları için özenle organik beslenmiş tavuk, domuz veya sığır kullanmıyorsa, o halde bu hayvanların büyük olasılıkla genetiğiyle oynannış ve bu durumda üstünde bolca RoundUp ve etken maddesi Glifosat kullanılmış yemlerle beslenmiş olacağını ve tıpkı GDO ve pestisit ile beslenen biz insanlarda olduğu gibi Glifosat’ın bu hayvanların vücut sistemlerine de işleyeceğini tahmin etmek güç değil.

Araştırmacı Samsel’in Amerikan senatosuna mektubunda da belirttiği gibi Glifosat sentetik bir amino asit ve tüm doku tiplerinde, ancak özellikle canlıların kemik ve kemik iliklerinde birikme özelliğine sahip. Aşılarda kullanılan jelatin de domuz ve inek kemiklerinden elde ediliyor. Bu durumda Glifosatla kontamine haldeki bu aşılar, bedenine zerk edildikleri insan ve hayvanlarda silsile halinde birbirini takip eden rahatsızlık ve hastalıkları tetikliyor.

Ot ilaçları, böcek ilaçları, spreyler, işlenmiş yiyeceklerdeki GDO içerikler gibi kaynaklardan devamlı surette glifosat kalıntısı aldığımız yetmiyormuş gibi, artık bu kimyasalın yeni doğmuş bebeklere, çocuklara, ergenlere ve yaşlılara doz doz vurulmakta olan aşılardaki mevcudiyeti de ispatlı. Samsel’in bulguları aşılarla sınırlı değil, üretiminde jelatin kullanılan popüler çocuk vitaminlerine de bakıyor ve yüksek oranlarda glifosat buluyor. Bunun dışında yaygın olarak kullanılan protein tozları, şarap, bira ve benzeri ürünlerde bu kontaminasyonun kaçınılmaz olduğuna dikkat çekiyor.

Sonuçları ne mi bu maruziyetin?

Samsel ve Seneff’in “Glifosat’ın Sitokrom P450 Enzimleri ile Bağırsak Mikrobiyomunca yapılacak Amino Asit Sentezini Baskılaması: Modern Hastalıklara Giden Biyolojik Yollar” başlıklı makalelerinde belirttiği gastroentestenal (mide-bağırsak) bozukluklar, obezite, diyabet, kalp hastalıkları, depresyon, otizm, kısırlık, kanser ve Alzheimer oldukça uzun bir listeden başı çeken örnekler olarak genel resme dair ipucu verecektir bizlere.

Sadece aşı özelinde düşünecek olursak bu biyolojik ürünlerin güvenliğini denetlemekle yükümlü CDC/FDA gibi resmi kurumların tamamen gözardı ettikleri bir husus da kimyasalların birbiriyle etkileşimi. Tek bir aşı dozu içindeki glifosat ekli kimyasalların canlının vücudundaki sinerjistik kimyasal etkileşimi araştırılmadığı gibi, bebeklere aynı anda 9 farklı aşı uygulamasında tüm aşı içeriklerinin bir de glifosatla gösterecekleri etkileşimin ne olduğu ve bunun kişilerin sağlığında kısa veya uzun vadede etkisinin ne olabileceği hiçbir şekilde araştırılmıyor.

2014 yılından bir makale: “Pestisitler (haşere ilaçları), İnsan Hücreleri için Deklare Edilmiş Etken Maddelerinden Daha Zehirli”. Burada özetle şunları söylüyor araştırmacılar:

Zırai böcek (haşere) ilaçları tüm dünyada adına ‘formülasyon’ denilen karışımlar halinde kullanılıyor. Bu karışımlarda da birtakım ‘adjuvanlar’ kullanılıyor, ki bunlar çoğu zaman üretici firma tarafından gizli tutuluyor adına ‘inert madde’ denilip geçiştiriliyor. Bunların dışında formülasyonlarda deklare edilmiş bir etken madde de oluyor, ancak bu etken madde çoğu kez tek başına test ediliyor. 9 böcek ilacına bakıp toksisitelerini test ettik; bunun için tek başına etken madde ile formülasyonu bir bütün olarak üç farklı insan hücresi dizisinde denedik. Glifosat, izoproturon, fluroksipir, primikarb, imidakloprid, asetamiprid, tebukonazol, epoksikonazol ve prokloraz; bunlar sırasıyla 3 ot ilacı, 3 böcek ilacı ve 3 de mantar ilacının etken maddeleri.

Mitokondri aktiviteleri, membran degredasyonları ve kaspaz 3/7 aktivitelerini ölçümledik.

Tarımda kullanılan dilusyonlarından 300 ila 600 kat düşük konsantrasyonlarda test ettiğimiz mantar ilaçları en toksik olanlar, bunları ot ilaçları, bunları da tüm hücre tiplerindeki etki profilleri oldukça benzer olan böcek ilaçları takip ediyor.

Göreceli olarak daha az zararlı diye bilinen RoundUp ise test ettiğimiz ot ve böcek ilaçları içerisinde en toksik olanlardan biri çıktı.  En önemlisi de, test edilen 9 formülasyondan 8’i, etken maddelerinden bin kata kadar daha zehirli çıktı.

Bulgularımız, ‘günlük kabul edilebilir tarım ilacı alım miktarları’ konseptinin geçerliliğini sorgular yöndedir, zira bu norm için etken maddenin tek başına gösterdiği toksisiteye bakılır. Bu karışımların içindeki tek maddeye test edilecekse şayet, böcek ilaçlarının kronik testleri gerçek çevresel maruziyetleri yansıtmayacak demektir.

Uygulayalım bu bilgileri aşılara hemen:

  • Aşılar özlerinde toksik olamayacakları düşünüldüğünden toksisite açısından test edilmiyor.
  • Nadiren bu tür çalışmalar yapıldığında ise farelere toksisitesi araştırılacak madde göbekten enjekte ediliyor ve hayvanın 2 hafta boyunca kilo alımına devam edip etmediğine bakılıyor. Kilo kaybı yoksa, test edilen maddenin toksik olmadığına karar veriliyor.
  • Aşılarda kullanılan 40’a yakın kimyasal, biyolojik madde, metal ve ağır metalin birlikte verildiğindeki etkisi toksisite ve karsinojenite açısından test edilmiyor. Bu kimyasal ve metaller üzerinde oldukça az sayıdaki deneyde de yine yukarıdaki böcek ilacı karışımlarında olduğu gibi ‘tek başlarına’ gösterdikleri toksisiteye bakılıyor.
  • Üretici firmalar aşılarda kullandıkları formülasyonların tam içeriğini patent hakkı nedeniyle açıklamak zorunda değiller. Denetleyici resmi kurumlar sadece firmaların bildirimini yapmış olduğu içerik üzerinden karar veriyor.
  • Kullanılan üretim teknikleri nedeniyle aşılarda, varlıklarını test edilmediği sürece bilemeyeceğimiz türlü maddelerle kontaminasyon sorunu oldukça sık yaşanıyor.
  • Böcek ve ot ilaçlarında olduğu gibi aşılarda da adjuvanlar kullanılıyor ve bunların aynı anda uygulanan diğer aşılardaki içerikle etkileşimi bugüne kadar çalışılmış değil.
  • Bunca bilinmezlik ve kontrol mekanizmasındaki bunca zafiyete şimdi bir de tüm bu aşı bileşenlerinin glifosatla etkileşimi sorunsalı eklenmiş durumda.

 

Gebelere, bebeklere ve tüm popülasyona verilen aşılara, misyonu insanları hastalıklardan korumak olan kurumlarca bunca toksik kimyasalın bile bile konuluyor olmasına, tıp camiasının da büyük çoğunluğunun bu uygulamayı destekliyor olmasına şaşırır, bilim, tıp, insanlık adına bir izahatı olabilir mi acaba diye kara kara düşünürken, şimdi global aşı kaynaklarındaki bu kanserojen, ot öldürücü ilaç kontaminasyonu ile ilgili bilgilendirildiklerini öğrendiğimiz DSÖ, CDC, FDA, NIH gibi kurumlardan acaba soruna nasıl bir çözüm getirilecek, yoksa bu da CDC’deki itirafçının acı itirafının üzeri örtüldüğü gibi medya karartması ile geçiştirilecek mi, merakla bekliyor olacağız. Bu bulgular Türk kamuoyu ve Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı özelinde nasıl karşılanacak, bakanlığın konuyla ilgili açıklaması ne olacak sorularının yanıtlarının takipçisi ise elbette biz anne-babalar olacağız.