Yağ Tüketimimizdeki Değişikliklerçokludoymamış

Miktar olarak baktığımızda 20. yy’ın başlarına oranla yağ tüketimimizde çok büyük bir değişiklik yok. Ancak yediğimiz yağların çeşidine bakacak olursak, işte burada büyük değişiklikler var.

Geçtiğimiz yy’ın başında ne yiyorduk; çokça hayvansal yağlar, ki bunlar da ağırlıklı olarak doymuş ve tekli-doymamış yağ moleküllerinden müteşekkil. Oysa şimdi bizlere sağlık için ne yememiz gerektiği söyleniyor; çoklu-doymamış yağlar.

 

breastca1991’de ABD ve Kanada’dan iki çalışma ‘linoleik asit’in, hani şu bitkisel sıvı yağlarda bulunan baş çoklu-doymamış yağ asidinin, meme tümörü riskini arttırdığını gösteriyor. Bundan daha önceki çalışmaların da işaret ettiği gibi meme kanserindeki artışta bu yağların payı olduğu tespit ediliyor. Pekçok yağ çeşidi ile deneyler yapılıyor ve sonuç olarak doymuş yağların tümöre neden olmadığı ve fakat, az miktarda çoklu-doymamış bitkisel sıvı yağ veya linoleik asit eklendiği anda meme kanseri gelişiminin hızla arttığı görülüyor.

Hadi biraz da biyokimya a-b-c’si

Vücut hücrelerimizin duvarı 3 malzemeden oluşuyor: kolesterol, protein ve yağlar. cell

İnsan vücudunun yağ yapısı açıkça doymuş ve tekli-doymamış yağ asitlerinin hakimiyetinde. Çok çok az oranda çoklu-doymamış yağ taşıyoruz vücudumuzda.

Hücre duvarları kandan hücre içine ihtiyaç duyulan besin öğelerinin geçişine izin verirken, bir yandan da zararlı patojenlerin geçişini durdurmak zorunda. Bunun için hücre duvarlarının stabil olması lazım. Biz kalkıp bol kepçe çoklu-doymamış yağ yediğimizde aslında kolesterol ve vücut yağı yapımızı değiştirmiş oluyoruz. Hücre duvarları pelteleşiyor, daha yumuşak ve kararsız hale geliyor.

Çoklu-doymamış yağlar bağışıklık sistemini baskılıyor

Çoklu-doymamış yağların (ÇDYlerin) bağışıklık sistemini baskılama özelliği çok yüksek ve bağışıklık sistemini baskılayıcı özellikteki her şeyin de kansere yol açabileceğini düşünmemiz gerek.

Çoklu-doymamış yağların kansere yol açtığını ilk dile getiren kişi İngiltere’nin Oxford Üniversitesi’nden Dr. R. A. Newsholme. Newsholme diyor ki, yeterli gıda ile beslendiğimizde diyetimizde immünosüpresif immunosupp(bağışıklık baskılayıcı) ÇDYler de bulunduğundan vücut bakteri ve virüsle enfeksiyona açık hale geliyor. Gıdadan yoksun kalındığı açlık durumlarında ise vücudun ÇDY depoları boşalıyor. Bu da immün sistemimizin toparlanmasına olanak sağlıyor, ki bu da mevcut enfeksiyonla savaşabilmemizi, aynı zamanda da başka enfeksiyonların önüne geçebilmemizi sağlıyor.

Dr. Newsholme, ayçiçek çekirdeklerindeki ÇDYlerin immünosüpresan etkilerinden dolayı mültipl skleroz gibi otoimmün hastalıkların tedavisine faydalı olduğunu ve bunların aynı zamanda organ nakillerinde vücudun yeni organı reddetmemesi için bağışıklık sisteminin baskılanmasında kullanılabileceğini söylüyor.

Bu ÇDYler ne derece kanserojen? Yoksa tek suçlu sigara mı?

ABD’de 1930’lu yıllarda erkeklerin %80’i sigara içiyor ve o zamanki sigaralar bugünkülere oranla hayli katranlı. Buna rağmen o yıllarda akciğer kanserinden ölüm oranı çok düşük.sigara

1955’te doktorların ‘ÇDYlerin kalp hastalığına karşı koruduğu‘na karar vermelerinin ardından çoklu-doymamış yağ tüketimi ani bir artış gösteriyor. Bundan sonra da akciğer kanserinden ölümler fırlıyor.

1980’e gelindiğinde, Amerika’da sigara içen erkeklerin oranı %30’a düşmüşken ÇDY tüketiminin 3 kat arttığını, buna müteakip akciğer kanserinden ölümlerin bir 60 kat daha fazlalaştığını görüyoruz.

Karsinojenler

Karsinojenler – geri plan radyasyonu, güneş kaynaklı ultraviyole radyasyon, soluduğumuz hava ve yediğimiz yiyeceklerdeki partiküller – bunlar sürekli maruz kaldığımız şeyler.

Normalde bağışıklık sistemimiz bu karsinojenlerin etkisiyle oluşmuş küçük çaplı kanser hücrelerinin icabına bakmakta zorlanmıyor. Ancak linoleik asit biliyoruz ki bağışıklık sistemini baskılıyor.

margarineYüksek miktarda margarin ve dolayısıyla çoklu-doymamış yağ asitleri yenmesi durumunda, tümör gelişim ve büyüme hızı zayıflamış bağışıklık sisteminin başa çıkabileceğinin çok üstünde olabileceğinden kanser geliştirme riski de artıyor.

 

Demek bu “pek sağlıklı” çoklu-doymamış yağların kansere yol açtığı senelerdir bilinen bir şeymiş…

1974’ten beri, örneğin Avustralya’da kötü huylu melanom (cilt kanseri)‘ndeki muazzam artıştan çoklu-doymamış yağlar sorumlu tutuluyor.

Hep söylenen buna güneşin yol açtığı. Peki Avustralyalılar bugün bundan bir elli sene öncesine göre daha mı fazla güneşe çıkıyorlar?

Yok. Ama daha fazla çoklu-doymamış yağ yedikleri kesin; Avustralya’da sütün öz yağını bile alınıp yerine bitkisel yağ konuluyor.

Kansere yakalanmış olanların deri hücrelerinde ne bulunuyor tahmin edin: çoklu-doymamış yağlar!

Çoklu-doymamış yağlar, güneşin ultraviyole ışınlarınca çok çabuk oksidize olan ve böylelikle ortaya “serbest radikaller”in çıkmasına neden olan yağlar.sunflower

Serbest radikallerin hücre DNA’sını tahrip ettiği biliniyor ve bu da daha sonra kanser dediğimiz deregülasyona neden olabiliyor.

Oysa doymuş yağlar stabil, biliyoruz ki. Oksidize olmuyorlar, serbest radikal oluşturmuyorlar.

Kötü huylu melanom kıta Avrupası ve İngiltere’de de yükselişte. Güneşten olabilir mi?

İngiltere’de kanserli sayısı öyle az ki, görece olarak önemsiz kabul edilebilecek bir oranda. Öyleyken bile güneşi pek suçlayamıyoruz, zira görülen artış özellikle yetmiş beş yaş üstündeki yaşlılarda. Kaldı ki bu yaştaki insanlar hakikaten çok az güneş alıyorlar.

Suçlunun güneş olmadığını başka bulgular da doğruluyor:

the sunMelanom, İskoç adaları Orkney ve Shetland’da Akdeniz adalarından on kat daha fazla görülüyor.

Melanom ayrıca daha ziyade vücudun güneş görmeyen yerlerinde görülüyor.

Örneğin İskoçya’da, ayak melanomu el melanomlarına oranla beş kat daha fazla.

Japonya’da ise pedal melanomların yüzde kırkı ayak tabanlarında görülüyor.

Linoleik asit

Pekçok laboratuvar deneyinde çoklu-doymamış yağ asitlerinin tümör oluşumunu körüklediği, yani mevcut kanser hücrelerinin daha hızlı çoğalmasına neden olduğu gösterilmiş durumda.

1970’lerin başından beri failin kimliği biliniyor aslında; linoelik asit.

Sydney Üniversitesi’nden Prof Raymond Kearney’nin 1987’de dediği gibi:

“Pekçok laboratuvar deneyiyle, doymuş yağdan zengin diyetlere oranla çoklu-doymamış yağların meme tümörü oluşumunu hızlandırıcı etkisi gösterilmiş durumdadır. Bu çalışmalarda, tümör büyümesinde en güçlü aktörler olarak Omega 6 linoleik asidi . . . ve (mısırözü, ayçiçek yağı gibi) linoleik asitten zengin bitkisel yağlar öne çıkmaktadır.”

Çoklu-doymamış yağlar ve meme kanseri

40 ila 76 yaşlar arası 61,471 kadının katılımıyla bir çalışma yapılıyor İsveç’te ve meme kanserinin farklı yağlarla ilişkisine bakılıyor.

Sonuçlar 1998 ocak ayında yayımlanıyor. Çalışma meme kanseri ve tekli-doymamış yağ arasında ters ilinti, çoklu-doymamış yağ ile ise doğrudan ilinti buluyor.

Başka bir deyişle, tekli-doymamış yağlar meme kanserine karşı koruyucu etki gösteriyor, çoklu-doymamış yağlar ise riski arttırıyor.

Doymuş yağlar ise nötr etkiye sahip. Linoleik asit tereyağında sadece %2 oranında, domuz yağında ise %9.

Yaşamak için bir miktar linoliek asit almamız şart, ama öyle fazla miktarlar gerekmiyor bunun için. Hayvansal yağlardan aldığımız oran gayet yeterli temel ihtiyacımızı karşılamak adına.

Margarinlerdeki trans yağlardan dolayı kalp hastalığı riski oluştuğundan, 1994’te bazı üretici firmalar trans yağları çıkartmak için formül değişikliğine gittiler gitmesine ama linoleik asit hala yerli yerinde duruyor.transfat

Üstelik fast-food ürünlerinde ve diğer pekçok hazır üründe halihazırda bol miktarda trans yağ mevcut.

Sonunda Amerikan devleti bile “ışığı görmüş” durumda, ancak hala bu “yenilebilir madde”lerin (yiyecek demeye dlimiz varmıyor bu hazır işlenmiş ürünlere) formülasyonunun değiştirilmesi için düğmeye basılmış değil.

Amerika’da fast-food şirketlerini, Batı’nın geleneksel kızartmalık yağı olan domuz yağından bitkisel sıvı yağ ve margarinlere geçmeye zorlayan kitlenin ise radikal ve aynı zamanda da sesi gür “sağlık” grupları olması ise derin mi derin bir ironidir.

Kahvesini “az yağlı, süt ürünleri içermeyen krema”yla alan bu grubun kendini doğrulayan kehanetlerinin felaket sonuçları bugün gün ışığına çıktı ya, şimdi yine ortalığı velveleye vermekle meşguller.

Sağlıklı yağları yemeye devam, hiç kısmadan

Linoleik asit vücudumuzun kendi üretemediği, ancak yaşamsal fonksiyonlar için elzem yağ asitlerinden. Evet, hayatta kalmak için bir miktar yememiz şart bundan.

İyi haber şu ki, bu yağın faydalı bir formu mevcut; konjüge linoelik asit (KLA).

Konjüge linoelik asit (KLA)‘nın linoleik asidin normal halinden farkı bir tek, atomlarını bağlayan iki bağın konumu. Ama bu küçük fark KLA’ya güçlü anti-kanser özellikleri sağlamaya yetiyor.

New York’taki Roswell Park Kanser Enstitüsü’nün Cerrahi Onkoloji bölümü ile New Jersey Tıp Fakultesi’nin Biyokimya ve Moleküler Biyoloji departmanlarından bilimadamları yaptıkları çalışmalarla, yediğimiz gıdalardan aldığımız KLA’nın %1’den az konsantrasyonlarda bile meme, kalın bağırsak kanserleri ile kötü huylu melanomun da aralarında olduğu çok sayıda kansere karşı koruyucu etkisini göstermişler.

klaKonjüge Lineolik Asidin diğer normal formdan bir farkı da sebzelerde olmayışı, sadece geviş getiren hayvanların yağında bulunması.

En iyi nereden alabiliriz KLA’yı diye merak ediyorsak yanıt: hayvansal süt ürünleri ile kırmızı etteki yağ.