J.B. HANDLEY 8 Aralık, 2017

Otizmin tetikleniş mekanizmasını açıklayan gayet anlaşılır, tekrarlanabilir ve birbiriyle ilintili beş keşfin ardından şu an elimizde, otizmin nedenine ve belki belirtilerin hafifletilebilmesi için ne yapılması gerektiğine dair de inkar edilemez netlikte bir resim tutmaktayız. Bu anlayışın vücut bulmasını sağlayan araştırmaların çoğu geçtiğimiz 36 ay içinde yayımlanmış ve ağırlıklı olarak da İngiltere, Kanada, Fransa, İsrail ve Çin’den çıkmış çalışmalar. Peki ya Amerikan medyası mı ne yapıyor? Susuyor.

STAFFORDSHIRE, İngiltere — En azından çocukların bir kısmında otizmin, tam olarak neden ve nasıl tetiklendiğini açıklığa kavuşturan bilgi yığınında resmi tamamlayan son parçanın İngiliz bilimadamlarınca sağlanmış olabileceği gerçeği takdir edersiniz ki kendi içinde hayli ironik bir durum. Tartışmanın tarihçesine hakim olanlar bilir; 1998’de diğer 12 meslekdaşı ile birlikte hazırladıkları vaka takdimleriyle otizmli çocuklarda tıpta daha önce görülmemiş, yeni bir tip bağırsak rahatsızlığını tanımlayarak alarmı ilk veren yine İngiliz bir doktor, Andrew Wakefield olmuştu. Dr. Wakefield ve meslekdaşları o zaman, ebeveynlerin büyük çoğunluğunun çocuklarının bir aşı (KKK aşısı) sonrasında sağlık durumlarının bozularak otizm geliştirdikleri yönündeki bildirimlerinden çalışmalarında bahsetmeyi tercih etmişlerdi. Fakat bu geçtiğimiz hafta yaşananların yanında Dr. Wakefield’ın bu bilgi ışığında yapılmasını önerdiği şeyin hayli hafif kaçtığını görüyoruz; keza kendisi KKK karma aşısının bölünerek tekli aşılar halinde uygulanmasını önermekle yetinmişti sadece.

Siz bir de diğer İngiliz bilimadamı, bilim doktoru Chris Exley’nin aşılar hakkında söylediklerini duyun bir.

2017 Aralık ayının başında, İngiltere’nin Keele Üniversitesi’nden Chris Exley ve arkadaşları bir ilke imza atarak, otizmli bireylerin beyin dokusundaki alüminyum miktarını araştıran çalışmalarını yayımladılar. Dünyayı “Bilim konuyu kapattı, aşıların otizme yol açmadığına karar verdi”ye inandırmaya çalışanların bu bildirimiyle taban tabana zıt bulgular ortaya koyuyor bu çalışma. Çalışmanın yayımlandığı gün kaleme aldığı blog yazısında Profesör Exley, elde edilen çığır açıcı nitelikteki sonuçları anlatıyor:

Chris Exley, Keele Üniversitesi

“…bakılan 5 [otizmli bireye ait] beynin beşinde de alüminyum miktarı şok edici düzeylerde yüksek çıktıysa da, bizim için asıl önemli gözlem alüminyumun beyin dokusundaki yeri oldu… Elde edilen yeni kanıtlar, OSB’de [otizm spektrum bozukluklarında] alüminyumun beyne, tıpkı aşıların vücuda enjekte edildiği noktadaki monositlerde net bir şekilde tespit edilmiş aşı adjuvanı alüminyum partiküllerinde olduğu gibi, kan ve/veya lenfte birikmiş alüminyum partikülleriyle tıka basa dolmuş pro-enflamatuvar hücrelerce taşınmakta olduğunu gösteriyor.”

Dr. Exley’den yaptığımız alıntıda “enjeksiyon yerlerindeki monositler”den ve monositler ile alüminyum arasındaki bu etkileşimin önceki çalışmalarla bilim literatüründe kayda zaten geçmiş olduğundan bahsediliyor. Fazla teknik geldiğini biliyorum kulağa ama değil aslında, bakın açıklayalım bu terimleri şimdi. “Monosit” dedikleri bir çeşit akyuvar (beyaz kan hücresi), monositler de kendi arasında tiplere ayrılıyor, bunlardan biri de “makrofaj”. Bu makrofaj dediğimiz hücreyi immün sistemin çöp öğütücüsü gibi düşünün; vücuda girmiş yabancı ne madde varsa tutup yiyor bunları, hücre artıklarını (çerini çöpünü) lüp lüp yutuyor. Birazdan göreceğiniz gibi bu makrofajlar otizmin tetiklenmesinde son derece kritik ve yıkıma sürükleyici bir role sahip; aşıyla vücuda zerk edilmiş alüminyumu alıp doğrudan beyne ulaştıran, alüminyumun burada beyni tahrip etmesi sonucu otizmin tetiklenmesine yol açan da bunlar.

Dr. Exley’nin Beyin dokusundaki alüminyum ve otizm başlıklı çalışması, aşının tam olarak nasıl otizmi tetiklediğinin anlaşılabilmesinde müthiş yardımcı olan, ilk dalgası 2004’te ortaya çıkan ve 2010’la birlikte ivme kazanan bilimsel çalışmalar serisinde bulmacayı tamamlayan son parça oldu. Olayların tarihsel gelişiminin bilinmesi çok önemli, çünkü ABD’de kurulu Aşı Mahkemesi burada anlatacaklarımın hemen hiçbiri henüz bilinmiyorken, 2009 yılında aldığı kararla aşı-otizm bağıntısını reddetmişti. Bilim, gerçeğe birçok farklı çalışmayla ancak ulaşabildiğiniz bir kontinuum ve araştırılan konuda resmin netleşmesi için oturup bu parçaları birleştirmeniz gerekiyor çoğu zaman. Ufukta belirmeye başlayan yeni hakikat artık yadsınamayacak bir biçimde kendini gösterene kadar da bilimsel mekanizmanın işi ağırdan aldığı oluyor kimi zaman. Fikrimce Prof. Exley’nin çalışması, oğlumun ve diğer onca çocuğun başına ne geldiğini tam olarak anlayabilmemiz için gerekli o son bilgi parçacığını sağlamış oldu bizlere.

(İşin ironik yanı–bugünün aşı savaşları ile geçtiğimiz yüzyılın sigara savaşları arasındaki parallelliği düşünecek olursak– konuyla ilgili en mühim ve ikna edici kanıtlar da laboratuvardaki fare deneylerinden çıkmış bulunuyor.)

Peki ama alüminyumun aşılarda işi ne ki zaten?

Alüminyum çocuklara yapılan aşıların çok önemli bir bileşeni. “Adjuvan” görevi görüyor, yani immün sistemi “uyandırma” görevi var alüminyumun; aşıyla verilen “antijen”i görsün, tanısın diye immün sistemi provoke ediyor. Çocukların aşıyla aldığı alüminyum miktarının 1990’ların başında birden fırladığını görüyoruz, ki bunun da iki nedeni var: 1) takvime yeni aşıların eklenmiş olması ve 2) tüm çocuk aşılarında geçerli olmak üzere aşı kapsayıcılığının artması (1980’lerin ortasında çocukların %50 ila 60’ı aşılıyken bugün bu oran %90’ın üzerinde). 1980’lerde çocuklar, eğer aşıları tamsa, 18 aylık olana kadar 1.250 mikrogram alüminyum alıyordu. Bugün ise bunun neredeyse 4 katı, yani 4.925 mikrogram alüminyuma maruz kalıyorlar. Bu konuda daha ayrıntılı okuma yapmak isteyenler Neil Miller’ın mükemmel çalışmasına göz atabilirler. Miller’ın paylaşmamız için çalışmasından bizler için seçtiği görsel de şu:

Şekil 2: Devletin Önerdiği Aşılar ile Çocukların Maruz Kaldığı Alüminyumun Kümülatif Miktarı Kaynak: Aşı üreticisi firmaların sağladığı ürün prospektüsleri ve CDC’nin 2016 Çocukluk Çağı Aşı Takvimi

Akıl alır gibi değil ancak alüminyum, bebeklere sorunsuz şekilde enjekte edilebilir mi diye bakmak için hiçbir biyolojik deneyden dahi geçirilmemiş bugüne kadar; modern güvenlik mevzuatına “eskiden kullanılıyordu diye” otomatik geçiş yapmış maddelerden bu da. Kanadalı bilimciler Chris Shaw ve Dr. Lucija Tomljenovic, 2011’de Current Medicinal Chemistry (Güncel Tıbbi Kimya) isimli dergide yayımlanan “Alüminyum Vaccine Adjuvants: Are they Safe?” (“Alüminyumdan Aşı Adjuvanları Güvenli mi Değil mi?”) başlıklı titiz çalışmalarında bu güvenlik açığını ele alıyor ve şunları söylüyorlar:

“Alüminyum laboratuvar deneyleriyle ispatlı bir nörotoksin ve aşılarda en sık kullanılan adjuvandır. Alüminyumdan adjuvanların 90 yıllık yaygın kullanımına rağmen, çalışma mekanizmaları tıp bilmince henüz tam anlaşılamamıştır. Buna ilaveten, bu bileşiklerin toksikolojik ve farmakokinetik özelliklerini gösteren veri açığı endişe verici düzeydedir. Buna rağmen, aşılardaki alüminyumun güvenli olduğu yönünde genel bir kanaat birliği olduğu görülmektedir. Oysa laboratuvar deneyleri ile yapılan araştırmalar, alüminyumdan adjuvanların insanda ciddi immünolojik bozukluklara yol açma potansiyelini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle adjuvan formunda olduğunda alüminyum otoimmünite, uzun süreli beyin enflamasyonu ve buna bağlı nörolojik komplikasyon riski taşımakta, canlının sağlığında çok yönlü ve son derece ağır olumsuzluklar yaratabilmektedir.”

Merkez üs, Caltech

Caltech’li bilimadamı Paul Patterson 2014’te vefat ettiğinde, kariyeri süresince bizlerin oğlumun 2004’te neden ve nasıl otizm geliştirdiğine dair bugün ulaşmak üzere olduğumuz tartışma götürmez ve net açıklama düzeyine ulaşmamızı sağlayacak olaylar zincirini tetiklemiş olduğunu bilmiyordum açıkçası. Tam olarak ne olup da oğlumu otizmli bıraktığını bilmek ben ve eşim için inanılmaz önem taşıyor çünkü sebebe dair ne kadar çok şey bilirsek, düzeltmek için elimize o kadar çok koz geçecek diye düşünüyor, hatta şu an her 36 Amerikalı çocuktan 1’inde görülen bu illetten oğlumu belki de tamamen kurtarabileceğimizi ümit ediyoruz.

Şimdi okuyacağınız bilgilerin hepsi yakın zamanda hakem kontrolünden geçerek yayımlanmış iki düzineden fazla bilimsel yayının ürünü bilgiler, hiçbiri benim şahsi kanaatim değil. Ben bir iş adamı ve babayım, fakat detaylarını birazdan öğreneceğiniz bu “büyük otizm teorisi” öylesine eksiksiz ve tümüyle destekli ki, bence otizm camiasındaki her bireyce görülmeyi hak ediyor. Açıklamanın bütün parçaları zihnimde yerini bulup da resim tamamlandığında hem ağzım bir karış açık kaldı hem de derhal bu apaçık otizm açıklaması acaba oğlumun tedavi planını nasıl etkiler, neler yapabilirizi düşünmeye başladım. Umuyorum siz ve belki doktorunuzda da aynı etkiyi sağlar burada anlatılanlar. Emin olduğum bir şey varsa o da bu “büyük teori”yi oturup enine boyuna tartışmamız gerektiği ve umuyorum konunun burada kamuyounun dikkatine sunulması da yolu açmış olur.

(Buradaki bilgilerin çoğunu edindiğim Vaccine Papers adlı websitesinin sahibi, isimsiz bilimadamına müteşekkirim. Bu yazıda kendisinden alıntıladığım bölümleri “VP” şeklinde belirteceğim. Websitesini bütünüyle okumanızı hararetle tavsiye ederim, zira kendisinin oradaki açıklamaları burada okuyacaklarınıza göre çok daha bilimsel.)

Bütün bu bilimsel yayınların ABD dışından çıkması hiç şaşırtıcı değil elbette. Burada yıllardır otizmi çalışmak isteyen Amerikan bilimadamlarından, çalışma konusu birazcık bile tartışmalı alana kaydığı anda ne fon ne de onay alabilmelerinin mümkün olduğuna dair yakınmaları senelerdir birebir dinlemişimdir.

1 No.lu Keşif: “Maternal İmmün Aktivasyon” otizme yol açabilir

Caltech’li Paul Patterson

Dr. Patterson’un vefat haberi bana kadar ulaşmadıysa da bilim camiasında kesinlikle yankı bulmuşa benziyor. Caltech üniversitesinin resmi websitesinde vefatı dolayısıyla yazılanlardan da bu net olarak anlaşılyor.

Dr. Patterson “sinir ve immün sistem arasındaki—nöroloji bilimince varlığı evvelden kabul görmeyen–etkileşimler üzerinde çalışmaktaydı”, diyor vefat ilanında. “Gebelikte ağır bir viral veya bakteriyel enfeksiyon geçirilmesinin, çocuğun şizofreni veya otizm gibi bir nörogelişimsel bozukluk geliştirme ihtimalini arttırdığını gösteren epidemiyolojik çalışmalar kendisinin ilgisini çekmişti. Patterson ve mesai arkadaşları insanda görülen bu etkiyi, virütik bir etmen vasıtasıyla anne farede enfeksiyon benzeri bir immün yanıt tetiklemek suretiyle yavruda otizm ve şizofreni ile ilişkilendirilen temel davranış biçimleri oluşturarak deney hayvanlarında tekrarlamış oldular.”

2006’da Dr. Patterson, Engineering & Science (Mühendislik ve Bilim) dergisinde yayımlanan Pregnancy, Immunity, Schizophrenia, and Autism (“Gebelik, İmmün Sistem, Şizofreni ve Otizm) başlıklı kusursuz makalesiyle immün sistem ve sinir sistemi gelişimi arasındaki girift etkileşime dair açıklamalarını sundu. Umuyorum vakit ayırıp bu bahsi geçen çalışmayı okursunuz. Dr. Patterson keşfini konu hakkında hiçbir bilgisi olmayanların bile rahatlıkla anlayabileceği şekilde izah ediyor, hakikaten çığır açıcı, mükemmel bir makale bu. İşte o makaleden bir alıntı:

“Beyin ve immün sistem arasındaki bağlantılar hakkında daha çok şey öğrendikçe, bu birbirinden bağımsızmış gibi görünen hücre şebekelerinin aslında birbiriyle sürekli konuşmakta olduklarını anlıyoruz. Bir yetişkin olarak immün sisteminiz aktive olduğunda bunun davranışlarınızda yarattığı uyku hali, iştah kaybı, bir köşeye çekilme ve tabii başağrısı gibi çarpıcı değişiklikleri rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz. Diğer yandan, beyninizce stres olarak algılanan durumlarda da immün sisteminiz bundan etkilenir; beyin, otonom sinir sistemi üzerinden dalak gibi immün sistem organlarını kumanda eder. Gelen son kanıtlar, beyin ve immün sistem arasındaki bu konuşmanın aslında ta, annenin immün sistem durumunun ceninin beyin hücresi gelişimini değiştirebildiğinin bilindiği embriyo safhasında başladığını gösteriyor. İleride göreceğimiz gibi, bu tarz değişimler çocukta şizofreni veya otizm riskini arttırmaya muktedirdir.”

Buraya kadar her şey açık sanırım? Yani Dr. Patterson bize diyor ki, anne gebelikte (virütik veya mikrobiyel) hastalık geçirdiği—immün sistemini “aktive eden” bir epizod yaşandığı—takdirde bu aktivasyon, taşıdığı ceninin nörogelişimini (beyninin tam olarak alacağı şekli) etkileyebilir, doğumdan sonra nörolojik problemler ortaya çıkmasına neden olabilir. Dr. Patterson bu açıklamayı bir adım öteye taşıyarak otizmli bireylerin beyinlerinin, üzerinden onyıllar geçmiş olsa dahi, yaşanan immün sistem aktivasyonunun izlerini taşıdığını ifade ediyor, bununla ilgili de Johns Hopkins’te yürütülen değerli çalışmalara atıfta bulunuyor:

“Beynin kendisinde immün sistem disregülasyonunu gösteren kanıtlar ise hayli çarpıcı. Daha geçtiğimiz yıl Johns Hopkins’te Carlos Pardo liderliğindeki ekip, yaşları 8 ve 44 arasında değişen, vefat etmiş otizmli bireylerin beyin otopsilerinde ismine “nöral enflamasyon” dedikleri şeyi buldular. Fakat bunlar enfeksiyon nedeniyle ölmüş filan değiller, boğulma veya kalp krizi gibi nedenlerle ölmüş insanlar bunlar. Yaptıkları çalışma, beyinin kendi immün sistemi gibi çalışan mikrogliya hücrelerinin aktive olmuş olduğunu gösteriyor. Aynı çalışmada ayrıca beyinde belirli bazı sitokinlerde muazzam artışın yanısıra, beyin-omurilik sıvısında da başka sitokinlerin mevcudiyetini görüyorlar. Fikrimce bu mihenk taşı olacak bir çalışmadır. Otistik bireylerin beyinlerinde sürekli devam eden, kalıcı immün sistem aktivasyonu olduğunu kanıtlar yönde ilk çalışmadır. Subklinik seyreden bir durum bu, zira ortada bir enfeksiyon filan yok. Olmamasına rağmen, enflamasyon var.”

Otizmli çocukların beynindeki bu “mikrogliyal aktivasyonu” ilk bulan Dr. Pardo ve meslekdaşları olsa da, daha sonra çoklu kereler replike edildiğini görüyoruz bu bulgunun. İşte Japonya’dan 2013’te çıkmış bir çalışma, aynı şeyi söylüyor:

“Sonuç olarak, yapılan PET ölçümleri OSB’li genç yetişkinlerin beyninde farklı bölgelerde ciddi mikrogliya aktivasyon göstermiştir. Bu sonuçlar, immün anomalilerin OSB etiyolojisinde rolü olduğu kanaatini son derece güçlendirmektedir.”

Bu bölümden aklınızda tek bir şey kalacaksa, o da Dr. Patterson’nın şu akıllara kazınası sözleri olsun:

“Otistik bireylerin beyninde sürekli devam eden, kalıcı immün sistem aktivasyonu vardır.”

Oğlumun başına gelen (hala da çekmeye devam ettiği) şey bu mu yoksa?

1 No.lu Keşif Üzerine Sonradan Gelen Eklemeler: Interlökin-6 adlı Sitokinden Kaynaklı İmmün Aktivasyonu

Otizmli evladı olan biriyseniz muhtemelen “sitokin patlaması/fırtınası” ifadesini duymuş, tam anlamasanız dahi olumsuz bir şey olduğunu “patlama/fırtına” kelimesinden çıkarmışsınızdır (aslen manası, beynin yavaş ve derinden, kronik şekilde yanmakta olduğudur (enflamasyon)). 2006’da Dr. Patterson ve meslekdaşları, immün sisteme ait sitokinlerin gestasyon (gebelik) sürecinde fetüsün beyin gelişiminde değişim (alterasyon) yaratabileceği yönünde fikirler öne sürmeye başlamışlardı bile:

“Sitokinler beyaz kan hücrelerince (akyuvalarca) üretilir, enfeksiyona yakalandığımızda kandaki seviyeleri de artar…Kanaatimizce maternal (annedeki) immün aktivasyon, beyin devrelerini değiştirmektedir…otistik beyinde bu kalıcı, subklinik [klinik belirtiler vermeyen], değişime uğramış immün durum—yani bu artışa geçmiş sitokin seviyeleri—sözkonusudur…Bunlar [sitokinler] acaba hastanın davranışlarına yansıyacak şekilde beyinle etkileşime giriyor mudur? Ben bu hipotezin [sitokin hipotezinin] doğru olduğunu düşünüyorum.”

Dr. Patterson’ın Maternal İmmün Aktivasyonu (“MIA”) üzerine yazdığı mükemmel makalenin üzerinden bir yıl geçtikten sonra bu defa meslekdaşlarıyla birlikte, sitokinler mevzusundaki anlayışı çok daha derinlere taşıyan ilk çalışmayı ortaya koyduğunu görüyoruz. MIA’nın (kurdukları deneydeki fare modelinde) doğan yavruda nörolojik rahatsızlıklar oluşturduğunu zaten görmüşlerdi biliyorsunuz, şimdi beynin gelişimini tam olarak NEYİN değiştirdiğini bulmaya çalışıyorlar. Müsebbibin bir sitokin olduğu belli zaten, onu biliyorlar, ama tam olarak hangi sitokin (bir sürü tipi var çünkü)? Patterson ve meslekdaşlarının konuyla ilgili bildirimi şuydu çünkü: “ancak MIA’nın yavruda uzun vadeli davranış sorunlarına yol açış mekanizması henüz bilinmemektedir”. Onlar keşfedinceye kadar öyleydi tabii durum:

“Burada, interlökin-6 (IL-6) sitokininin yavrudaki davranış ve transkripsiyonel değişimlerin mediasyonunda kritik rol oynadığını göstermiş bulunuyoruz. Anne fareye gebeliğin 12.5’uncu gününde tek bir IL-6 enjeksiyonu verildiğinde bunun yavrunun erişkinliğinde ‘ön uyaran aracılıklı inhibisyon’ (prepulse inhibition-PPI) ve latent inhibasyon (LI) eksikliklerine yol açtığı tespit edilmiştir.”

2007’deki bu deneyde Patterson ve meslekdaşları gebe farelere belirli bir sitokin — interlökin-6 (“IL-6”) —enjekte ediyor, bu enjeksiyonla doğan yavruların nörolojisinin değiştiğini görüyor.

Dr. Patterson’ın MIA ve IL-6 ile ilgili keşfi replike ediliyor

Dr. Patterson’ın çalışması hakikaten çığır açıcı bir çalışma. İmmün sistem ve beyni daha önce farkında bile olunmayan şekillerde birbirine bağlamış oluyor. Bilimdeki diğer tüm büyük keşifler gibi, Dr. Patterson’un teorileri de bu tarihe kadar defalarca tekrarlanarak teyit edilmiş bulunuyor. 2012’de Dr. Patterson ve meslekdaşları bu defa daha otizm odaklı şu yayını çıkartıyorlar ve burada da yine benzer bir çıkarımda blunuyorlar:

“Elde edilen sonuçlar MIA’nın erkek yavruda, hepsi de otizmin en belirgin özellikleri olan sorunlu sosyalleşme ve iletişim davranışlarının yanısıra tekrarlı hareketler oluşturduğunu gösteriyor.”

2014’te UC-Davis’teki M.I.N.D. Institute isimli enstitü Dr. Patterson’ın fare çalışmasını alıp, aynını maymunda gösteren önemli bir çalışmaya imza atıyor. Çalışmanın maymunda yapılmış olması niye mi önemli? Çalışma yazarları açıklıyor:

“Gebelikte maternal enfeksiyonun yavruda şizofreni ve otizm riskini arttırdığı bilinmektedir. Kemirgen deneylerinde gebelik esnasında anne farenin immün sistemi aktive edildiği takdirde, yavrunun beyin ve davranış gelişiminin anormal seyrettiği bulgusu da bu bağıntıyı destekliyor. Bizler de Maternal İmmün Aktivasyonu (MIA) konusunda klinik popülasyonlar ile kemirgen modeller arasındaki boşluğu doldurmak üzere burada bir maymun modeli oluşturmuş bulunuyoruz.”

M.I.N.D. enstitüsünden bilimadamları da farelerdekine benzer sonuçlar elde ediyor:

“Kullandığımız makak maymunu modelinde MIA’nın, yavruda anormal tekrarlı hareketler, anormal sosyal ilişki ve iletişim becerileri oluşturduğunu gördük. Hem otizm hem de şizofrenide görülen davranış biçimlerinin elde edildiği bu çalışma ile kemirgen MIA modellerindeki bulgular, daha insansı hareketler çizgisinde tekrarlanmış oldu.”

Dr. Patterson’ın bulgularını destekleyen nice çalışmadan bir de Neuroscience’ta yayımlanmış birine bakalım. 2012 tarihli “Beyinde IL-6 yükselmesi nöronal devre dengesizliklerine yol açıp, otizm benzeri davranışlara aracılık ediyor”:

“Özet olarak çalışmamız, IL-6’nın yükselmesine bağlı olarak sinaps formasyonu, dendritik omurilik gelişimi ve nöronal devre dengesinde meydana gelen tahribatın otizme benzer davranışların ortaya çıkmasında kritik rol oynadığı savını desteklemektedir. Bu bulgular, ileride IL-6 manipülasyonu yoluyla tedavi geliştirilebileceği ümidini de vermektedir.”

Dr. Patterson: immün aktivasyona ne yol açıyor?

Dr. Patterson, gebelikte MIA sonucu otizmin ortaya çıkabileceği bilimsel gerçeğinin anlaşılmasını sağlayan isimdir. Bir baba olarak kendisinin şu sözlerinin etkisinden kurtulmam mümkün değil: “Otistik bireylerin beyninde süreğen, kalıcı immün sistem aktivasyonu vardır”. Oğlumun yaşadığı şey buysa eğer, o zaman elbette akla gelen soru şu: Geçirmek için ne yapılabilir? Oğlumun başına tam olarak ne geldiğini anlamak tam da bu yüzden önemli işte…

2006’da Patterson gebelikte aşı uygulaması ile immün sistem aktivasyon olasılığını ilişkilendiriyor, ilk ikazı yapıyor.

…Dr. Patterson’ın 2006’daki makalesinde söylediği, bugün olsa Caltech’ten belki de kovulmasına yol açabilecek, ama o günün bilimsel söylemi içinde dile getirilmesine müsaade edilen bir şey daha var ki, o da şu:

Son olarak, son birkaç yıldır literatürde konusu edilen şu soruyu da sormak istiyorum—tüm kadınlara gebelikte aşı uygulaması istediğimizden gerçekten emin miyiz? Amerika Birleşik Devletleri’nde 1957’den bu yana gebelere rutin olarak grip aşısı önerilmekte. Hastalık Kontrol İdaresi’nin (CDC) konuyla ilgili resmi açıklaması şu: “Prenatal bakım almaya çalışan kadınlara aşı uygulamak, hastalık önleyici müdahalelerde bulunmak için kaçırılmaması gereken bir fırsattır”. “E ama elbette, gebeyken grip geçirmek istemeyiz!” diyen olabilir. Fakat çift iplikli RNA deneyimizi hatırlayın—immün sistemi harekete geçirdiğimizde (aktive ettiğimizde) fetüste tüm bu olumsuz sonuçlara yol açıyorduk. Peki aşı ne yapıyor? İmmün sistemi aktive ediyor. Aşı yaptırmaktaki tek gaye o zaten. Pratikte kadınların hepsi grip aşısı olmuyor şu anda ve bence gebelerde topyekün aşılamaya geçildiği takdirde başımıza yepyeni dertler açılabilir.

Dr. Patterson söylemiş bakın, yani ilk ben olmayacağım yani bunu dile getiren. Aşılamanın “immün sistemi aktive ettiği”ni, “immün aktivasyon”un da otizme yol açacabileceğini söylüyor kendisi. Peki ama aşı immün sistemi tam olarak nasıl aktive ediyor sizce?

Alüminyum hidroksit, nam-ı diğer “alüminyumdan adjuvan”la.

 

 

Devam edecek . . .

 

 

İlgili Okuma: Gebelikte aşılamanın doğuracağı enflamatuvar etkinin cenin ve gebeliğin seyri üzerine etkilerini Çocuk İmmünoloji-Allerji Uzmanı, Prof. Dr. Alişan Yıldıran hocamızın yayınının yanısıra başka bilimsel çalışmalar eşliğinde dikkatlerinize sunduğumuz Erken doğumu önlerseniz prematüriteye bağlı hastalıkları ve ölümleri de önlersiniz! başlıklı yazıya geri dönülüp, orada bağışıklık sistemi özelinde yapılmış açıklamalar okunduğu takdirde, burada verilen bilgiler çok daha net anlaşılacaktır.

Önemli Not: Bu yazı dizisi, yazar J. B. Handley’nin izni dahilinde Türkçeleştirilmiştir.