Allopati ve homeopatinin kesişim noktasında duran bir tedavi şekli; hem ikisi birden hem hiçbiri…

Schuessler’in homeopatik doku/hücre tuzlarının bu birbirine paralel ama ters istikamette giden iki tıp ekolünü evimize, ağızda eriyen minicik şekerli (laktoz) tabletler şeklinde getiren benzersiz keşfine odaklanıyor, nasıl çalıştığını anlamaya çalışıyoruz.

Maddesel tıp ekollerinden, besin terapisi odaklı NATURAPATİ ile enerji düzeyinde çalışan HOMEOPATİNİN tek tablette dünya evine girmiş hali diyebiliriz sanırız doku tuzları için.

Vücudumuzun yapıtaşı olan kimyasal elementler ve bunların oluşturduğu bileşikleri, mineral tuzlarını vücuda homeopatik üretim tekniği (seyreltme – dövme/çalkalama) gereği iyonik (yani atom boyutunda) tanıtan, maddeyi ve enerjisini (titreşimini) vücuda en kısa yoldan tanıtarak durma noktasına gelmiş/tıkanmış/kesilmiş metabolik faaliyetleri yeniden aktive etmeyi başaran hakikaten çok özel ve etkili bir yöntem bu.

Schuessler’in orijinal 12 tuzu, şimdiki repertuvarla 27 adet minik anahtar olarak düşünebiliriz belki bunları; nerede bir kilitlenme/trafik sıkışıklığı varsa kilidi açıp, düğümü çözüp işlerlik sağlıyorlar. Biyokimyaya fiziği ekliyor, gerçek manada ‘wholistic’, yani bütüncül bir dokunuşla nihayetinde zihinsel ve ruhsal sorunlarımıza da çözüm sağlayabiliyorlar.

BASİT HOMEOPATİ GİREN EVE ALLOPAT DOKTOR GİRMİYOR OLABİLİR MİYMİŞ? 🙂

Öyle olduğuna dair duyumlar çok… Almanya’da her 2-3 evden birinde bulunuyor Schuessler tuzları. ‘Dr. Anne’lerin elinin ilk gittiği şeylerden biri bu tuzlar eviçinde karşılaşılabilecek basit rahatsızlıklarda. Kullanımı kolay, güvenli ve güvenilir. Yarıyolda bırakmıyor sizi ihtiyaç anında…

İsterseniz epey basitleştirilmiş homeopati deyin buna; allopatik anlayışın içine doğmuş jenerasyondan gelip de homeopatiye merak sarmış olanlar için ilk adım Schuessler’in tuzları ile vaka çözümlemesi yapma, gözlemde bulunarak semptomoloji tablosuna uygun remediyi seçmeye çalışma olabilir. Binlerce remedi ile değil, altı üstü 12 tanesiyle çalıştığımız için işimiz de daha kolay.

Ve fakat, Vitamingiller ailesi olarak takıldığımız noktalar, sormak istediğimiz sorular var homeopatik hücre tuzu terapisi ile ilgili… Bu sorular cevap için “uzman”ını aramakta, buradan açık çağrı yapıyoruz ilgililere…

Geçtiğimiz hafta *CD (klordioksit) protokolü dahilinde* Schuessler tuzlarının yeri, kullanım amacı ve zamanlamasının ne olması gerektiği ile ilgili değerlendirmelerimizi aktarırken kullandığımız ifadelerdeki bazı eksiklik ve yanlışlıklara tepki gelmiş. İşe bu konuya netlik kazandırmakla başlayalım:

SORU/KONU: “Protokole tiroit sorunlarından kurtulmak veya şikayetleri hafifletmek üzere başlamayı düşünenler Schuessler doku/hücre tuzlarından da faydalanabilir mi? Tiroit problemliler protokolden önce mi homeopatik destek almalılar yoksa protokolden sonra mı?”

CEVAP: “Schuessler homeopatik formülasyonlu bir mineral desteği. Eğer ciddi eksik varsa bunu Schuesslerle tamamlamayı beklemesinler, Schuessler o şekilde çalışmıyor, maddesel bir şey yok ki içinde magnezyumunu tamamlasın. Hayır, Schüssler vücudun kendi minerallerini harekete geçirecek enerjiyi veriyor sadece… Kramp girdiğinde alır mısın hemen bir Schuessler ve giderir mi? Evet… Ama vücut seviyelerini yükseltmez.

QUINTONmineralimizSchuessler’ler arada hafif dokunuşlar için…

EKSİKLİK TAMAMLAMA

– Komple Mineral Kaynakları vs. Tekli Mineraller –

Evet, arınma ve sonrasında yeniden yapılanma protokolümüz dahilinde ilk tercihimiz insan vücuduyla tam uyumlu olduğu gösterilmiş, savaş yıllarında plazma tedavisi olarak damardan verilmiş, bugün en ileri düzey kanser tedavilerinin başarıyla yürütüldüğü dünyanın sayılı kliniklerinde hastalara ağızdan ve damardan uygulanan Quinton marka denizsuyu ürünleri.

Çünkü minerallerin yaşam kaynağı olduğunu, eksikliklerinde sağlıksızlığın garanti olduğunu biliyoruz. Bunların doğru formlarının, eğer bizim protokolümüzde olduğu gibi uzunca bir süre alınacaksa birbirleriyle doğru oranlarda vücuda tanıtılması gerektiğini biliyoruz.

Önceki doğum kusurlu çocuklarının aksine, gebelikte aldığı Quinton deniz suyu terapisi ile tamamen sağlıklı çocuk dünyaya getiren annenin vaka takviminin de (genetik vs. EPİGENETİK?) yer aldığı Türkçe altyazılı video ve diğer açıklamalar için şu yazımıza bakınız.

Ve Quinton bu iki kriteri bize hiç zorlanmadan sağlıyor:

  1. İnsan vücudunun ihtiyacı olan BÜTÜN mineral ve iz elementlere (78 adet) sahip ve bu mineraller iyonik formda (emilim sorunları yok).


Unutmayalım ki enzim reaksiyonlarının gerçekleşebilmesi için en aşağı 24 mineral tuzu, gen kodlarının okunabilmesi için de nereden baksanız 64 mineral tuzu lazım.

Schuessler’in de istemeye istemeye kabul ettiği gibi, 12’den çok daha fazla mineral ve bileşiğiyle çalışıyor hücrelerimiz, vücudumuz. Fakat yine de yapmış olduğu keşif, kendi zamanı için kesinlikle dahiyane!

2. Deniz suyundaki minerallerin birbirleriyle oran ve orantısı da insan kan plazmasındakiyle (aynı zamanda hücre içi plazma ve hücredışı sıvıyla) oldukça benzer.

Yani aslında aradığımız sadece mineral değil, mineralde DENGE.

Vücudumuzdaki hücredışı sıvının (72 kilogramlık birisi vücudunda yaklaşık 15 litre hücredışı sıvı taşır) mineral konsantrasyonunun Quinton Izotonik denizsuyu ile şaşırtıcı benzerliği gösteriliyor.

Böyle olunca da, bizim izlediğimiz şifa protokolü için can simidimiz QUINTON mineralleri. Zira, içeriğindeki klorürle mide asidi üretimini de sağlıyor, sindirim yolundaki türlü patojenlerden kurtulmaya çalıştığımız bir süreçte daha ilk kapıda patojen girişini engellemiş ve düzgün sindirimin (başta protein!) kilidini de açmış oluyor bizlere.

1897 yılından bu yana Quinton doğal deniz suyunun hücreye fonksiyonelitesini geri kazandırmadaki kilit rolü biliniyor. Deniz suyu iki şekilde etki ediyor. Santrifüj etkisiyle vücudun eliminasyon (boşaltım) proseslerini aktive ediyor (Quinton izotonik), bu da tamamen doğal yoldan detoksifikasyon yapmanız manasına geliyor. Sentripetal etkisiyle ise bu defa besin öğelerinin hücreye emilimini engelleyen metabolik arızaları gideriyor, mikronutrient eksikliklerini gideriyor (Quinton Hipertonik). İlaç kodeksine (farmakopeye) göre deniz suyu, soğuk mikrofiltrasyondan geçirilmiş haliyde kullanıldığında vücut için temel polivalan besin öğesi olarak davranıyor, gen ekspresyonu için de iyi bir modülatör görevi görüyor. Sonuç: Reminerilizasyon ve hücre rejenerasyonu, homeoastaz, dengeli pH, hücrelerin besine doyması, detoksifikasyon, güçlü ve aktif bir immün sistem.

Quinton deniz suyu ile yapılmış klinik araştırmaların derlemesi için buraya bakınız.

Tiroit sorunu özelinde ise besin maddelerinin hücreye alınabilmesinin ehemmiyeti ve eksikliklerinin yaratacağı işlevsel aksaklıklar daha da ön plana çıkıyor. Daha önce sitemizde paylaştığımız Tiroid Hastası Olan Herkesin Baktırması Gereken 10 Besin Öğesi başlıklı yazımızdan aktaralım:

Sonuç olarak, beyninizin T4 ve T3 yapsın diye tirodinizi uyarabilmesi için gerekli TSH’nin yapılabilmesi ve daha sonra hücresel metabolik hızınızın aktif hale getirilebilmesi vücudunuzda 10 besleyici öğenin bulunmasına bağlı.

Bu 10 besin öğesi şunlar:

  • Protein
  • Magnezyum 
  • B-12
  • Çinko 
  • İyot  
  • B2
  • C Vitamini
  • Selenyum 
  • D Vitamini
  • A Vitamini

Quinton Hipertonik (seyreltilmemiş) deniz suyu içeriğindeki mineral konsantrasyonları ise şöyle:

Aluminium Al 61 ppb Manganese Mn 101 ppb
Antimony Sb 0.15 ppb Mercury Hg ND
Arsenic As 24.7 ppb Molybdenum Mo 16 ppb
Sulfur S 932 ppm Neodymium Nd ND
Barium Ba 4.4 ppb Niobium Nb 0,07 ppb
Beryllium Be ND Nickel Ni 53.3 ppb
Bismuth Bi ND Gold Au ND
Boron B 6 ppm Osmium Os 0.16 ppb
Bromine Br 71 ppm Palladium Pd 13 ppb
Cadmium Cd 0.32 ppb Silver Ag* 1.31 ppb
Calcium Ca 402 ppm Platinum Pt* ND
Cerium Ce ND Lead Pb 0.77 ppb
Cesium Cs 0.327 ppb Potassium K 392 ppm
Zirconium Zr 0,44 ppb Praseodymium Pr ND
Cobalt Co 1,4 ppb Rhenium Re ND
Copper Cu 13.8 ppb Rhodium Rh 0.80 ppb
Chromium Cr 3.1 ppb Rubidium Rb 115 ppb
Dysprosium Dy 0.010 ppb Ruthenium Ru ND
Erbium Er ND Samarium Sm ND
Scandium Sc ND Selenium Se 1.6 ppb
Tin Sn 1.8 ppb Silicon Si 10 ppm
Strontium Sr 9.4 ppm Sodium Na 4042 ppm
Europium Eu ND Thallium Tl 0.017 ppb
Phosphorus P 4.9 ppb Tantalum Ta 0,04 ppb
Gadolinium Gd ND Tellurium Te ND
Gallium Ga 0,40 ppb Terbium Tb ND
Germanium Ge 7.6 ppb Titanium Ti* 17 ppb
Hafnium Hf 0,07 ppb Thorium Th ND
Iron Fe 36.8 ppb Thulium Tm ND
Holmium Ho ND Uranium U 3 ppb
Indium In ND Vanadium V 29 ppb
Iridium Ir ND Tungsten W 0.36 ppb
Lanthanum La 0,023 ppb Iodine I 23 ppb
Lithium Li 184 ppb Ytterbium Yb ND
Lutetium Lu ND Yttrium Y 0.10 ppb
Magnesium Mg 1327 ppm Zinc Zn 21.7 ppb

PPB = Parts per billion (milyarlık ölçek)
PPM = Parts per million (milyonluk ölçek)
ND = Element mevcut, fakat o kadar az ki tam miktarını ölçümlemek mümkün değil.

Ölçü birimlerinin ne manaya geldiği, ismi geçen minerallerin vücudumuzdaki yoğunluklarına dair fikir edinmek için şu yazıdaki grafiklere bakınız: Gümüşün Değerli Yalnızlığı – Ağır Ağabeyler Arasında Bir Soy Metal. Oradan hatırlayalım; vücudumuzda gram, miligram, mikrogram ve nanogram ölçüleriyle bulunuyordu mineraller. Buna göre ayrıldıkları kategorileri ve vücudun günlük mineral ihtiyacında miktar olarak ağırlığın hangilerinde olduğunu aşağıdaki infografikten görelim, fakat şunu da unutmayalım: İz ve ultra iz minerallerin vücutta çok daha düşük miktarlarda bulunuyor olması bunların işlevlerinin makro elementlere göre daha önemsiz olduğu anlamına asla gelmiyor! Eksikliklerinde, istisnasız sağlıkta bozulma görülüyor.

Tiroit sorunu üzerinden gidecek olursak, vücuda metabolik işlerlik kazandıracak magnezyum, çinko, iyot, selenyum minerallerini şayet Quinton Hipertonik deniz suyu tercih edilirse, günlük önerilen 30 ml dozaj ile magnezyum (38.5 miligram), çinko (1.74 mikrogram), iyot (0.9 mikrogram) almış oluyoruz.

Bunların Schuessler karşılıklarına bakalım:

Çinko (6X/D6), Selenyum (6X, D6) ve Potasyum İyodür (12X/D12) mineral tuzları, Schuessler’in 12 tuzuna sonradan eklenmiş 15 mineral arasında yurtdışında satılmakta. Türkiye’de şu an bildiğimiz kadarıyla Schuessler’in sadece magnezyum tuzu bulunmakta.

Schuessler tuzları homeopatik seyreltme işleminden geçtiğinden, bunun kaç defa tekrarlandığı göstermek üzere D1, D3, D6, D12 veya bunların X’li gösterimleri (6X, 12X) kullanılıyor. D3 potensindeki tuzlara erişmek mümkün olsa da, genel standart D6 ve D12 potenslerde kullanmak bu tuzları. O da şu manaya geliyor:

Örnek:

Demir – Ferrum Phosphoricum (D12): 1 gram ‘demir pirofosfat’ın trilyonda birine seyreltilmiş hali.  (1.0 × 10-12), yani pikogram ölçeğinde konuşuyoruz

Çinko – Zincum Chloratum (D6): 1 gram çinko klorat’ın milyonda birine seyreltilmiş Schüssler tuzum. Ölçüsünü (1.0 × 10-6) mikrogram (mcg veya μg) olarak ifade edebiliriz.

Perspektif için:

Elimdeki Schuessler Magnezyum tuzunun içeriğinde tablet başına 250 miligram D6 ölçeğinde seyreltilmiş magnezyum fosfat olduğu belirtilmiş. Hesaplarsak bu tablet başına 0.025 mikrogram mag-fos eder. Kutuda 400 tablet var. Demek ki kutunun tamamını kullandığımda 10 mikrogram magnezyum almış oluyorum.

Perspektif:

Magnezyuma günlük ihtiyacın takriben 310–420 miligram, yani düşük ölçekten gidecek olursak 310.000 mikrogram olduğu söyleniyor.

Elbette magnezyumu gıdasal kaynaklardan, girdiğimiz denizden (iyonik formunu transdermal yoldan) alıyoruz vücuda. Ancak yorumumuzda da belirttiğimiz gibi, vücudun eksiklik sinyali vermesine yol açacak denli (ciddi) eksiklik durumlarında bunu, içinde madde vardır, mineral replasmanı sağlar denilen Schuessler tuzuyla kapatmaya çalışmamızın neden imkanlı gözükmediği sanıyoruz bu hesapta açık?

Ve bu D6 formülasyon için… D12 formülasyondaki pikogram ölçüsündeki (nanogramın binde biri) madde miktarının iz veya ultra iz mineralleri dahi takviye etmeye yetmeyeceği açık. Kaldı ki vücutta gram bazında ihtiyaç duyulan kalsiyum remedilerine baktığımızda, Schuessler formülasyonlarının standardının D12, yani pikogramlık ölçek olması da bize kalırsa yine homeopatiye özel bir tezat oluşturuyor ve Schuessler’in maddesel mineral replasmanınının çok ötesinde bir etkisi olması gerektiğini, Schuessler tuzlarını kullandığımızdaki muhteşem ve gözle görülür ve oldukça çabuk etkiye bakılacak olursa, biyokimyayı domine eden başka etmenlerden bahsetmemiz gerektiğini gösteriyor.

 

Buraya kadar özetleyecek olursak:

1. Schuessler tuzlarında madde yoktur açıklamamız açıkça yanlış. Çoğu (D6 formülasyonlar) mikro ölçekte madde ihtiva ediyor, bazıları ise piko ölçekte ‘madde’ye sahip.

24X (D24) ve üzerindeki potensteki homeopatik remedilerde artık orijinal remediden eser kalmadığını öğrenmiş oluyoruz biz de böylelikle.

2. Schuessler her ne kadar tuzlarının biyokimyasal (maddesel) etkisini ön plana çıkararak homeopatik formülasyonun kattığı “sihri” ikinci plana itmiş olsa da, maddesel eksiklik tamamlamaktan ziyade vücudun mineral depolarında mevcut fakat kullanıl-a-mayan mineralleri devreye sokacak sinyalleri vermek (stimülasyon sağlamak) ve Schuessler tuzları ile tedavi uygulayan profesyonellerin (daha ziyade naturapatlar) yaptığı gibi hastaya mutlaka uygun beslenme planı da sunarak eksiklikleri gıdadan gidermesini Schuessler tuzlarının aktivatör etkisiyle çabuklaştırmak gibi gözüküyor.

İyonik mineral ihtiva eden ve bu yönüyle Schuessler tuzlarıyla benzerlik gösteren ve emilim sorunu bulunmayan Hipertonik Quinton’un günlük önerilen dozu olan toplam 30 mililitresinden kişi 38.5 miligram magnezyum alırken, Schuessler’ler için ‘bu tuzlar mineral replasmanı yapıyor’ iddiasını haklı çıkarabilmek için günde 400 tablet de alsanız çıkabileceğiniz maksimum miktar 10 mikrogram.

Geriye tek soru kalıyor:

Peki ama Schuessler tuzlarının tartışılmaz etkisi, sağladıkları gözle görülür iyileşme nereden ileri geliyor?  

Nobel ödüllü virolog, Prof Luc Montagnier’in  2018 temmuzunda İngiltere’de düzenlenen ve suyun özelliklerinin tartışıldığı (homeopatiye de kanıt arandığı) kongredeki açıklamaları oldukça enteresan.

Tanrının gerçek olup olmadığını bilmediğini, çünkü henüz (bildiği kadarıyla) karşılaşmadığını, ancak homeopatinin kesinlikle gerçek olduğunu bildiğini çünkü deneyimlediğini ifade eden Montagnier homeopatiyi doğada yaşam ve hastalığı organize ederken başrolde bulabileceğimizi, doğanın homeopati kullandığını ifade ediyor.

İlk baştaki yorumumuzda belirttiğimiz gibi Schuessler tuzları ‘homeopatik formülasyonlu’ maddeler, yani hem seyreltme hem de havanda dövülme işlemine tabii tutuluyorlar. Suyla seyreltip çalkalama yöntemi yerine Schuessler’lerde mineraller şekerle karıştırılıp dövülüyor/eziliyor ve kimilerine göre esasında bu yöntem, suda çalkalama dan daha güçlü etkiye sahip. Öyle ya da böyle, homeopatik remedilerin (Shuessler tuzları dahil) bunca iyi etki göstermesinin ve çalışmasının sırrı işte bu çalkalama/dövme işleminin maddeye kazandırdığı enerjide yatıyor.

Prof. Montagnier kongredeki sunumunda (videoyu mutlaka izleyiniz), hastalardan temin edilen bakteri ve/veya virüs ihtiva eden kanı filtreleyip daha sonra homeopatik yöntemle seyrelterek içinde molekül kalmadığı noktaya getirdiklerinde suda oluşan yapılardan ultra hassas PCR cihazıyla -olmayan virüs ve/veya bakterinin- DNA dizilimini OKUYABİLDİKLERİNİ söylüyor.

Homeopatik seyreltme ve ÇALKALAMA/VURMA yöntemiyle mikroorganizmanın (yaptıkları deneyde Lyme hastalığı etmenlerinden Borrelia bakterisini kullanıyorlar) genetik bilgisi suya transfer edilmiş oluyor, bununla da kalmayıp sudaki genetik bilginin fonksiyon imitasyonu gösterdiğini de ileri sürüyor Montagnier! Olmayan maddenin fonksiyonundan bahsediyoruz yani?! Suda kesinlikle bakteriden eser kalmadığı seyreltme noktalarında, kimilerine (materyalist redüksiyonistler diyoruz biz bunlara) göre bu “boş su”, bir sonraki dilüsyona bakterinin genetik bilgisini olduğu gibi aktarabiliyor ve bu bilimadamları DNA’yı sekanslayabiliyor!

Montegnier’in söylediği ise şu: Burada kilit nokta, seyreltiye uygulanan “succussion”, yani 15 saniye kadar güçlü bir şekilde su çalkalanıp sonunda hızlı bir vurma/çarpma hareketiyle bitiriliyor. 10’da birlik (yani X, veya D’lik) seyreltme ile yürüttükleri deneylerinde [Schuessler tuzlarıyla aynı ölçek], daha 7. seyreltmede (7X‘te) suda DNA bantları ortaya çıkıyor! 24. seyreltmeye (yani molekül kalmadığı noktaya) gelindiğinde de DNA bantları aynen orada! Ortada madde yok, ancak gen bilgisi tıpa tıp aynı şekilde sonraki dilüsyonlara aktarılıyor, en aşağı 500 baz DNA çifti okunabiliyor.

Bu deneyde DNA ekstrasyonu filan yapmıyorlar bakteriden, sadece 1 mililitre insan plazması nano ölçekli filtrasyona tabi tutuluyor. Gerisi bir dizi onluk dilüsyon (seyreltme / çalkalama işlemi)… 10-20′lik dilüsyonda likit kristaller oluşuyor, gerçekleştirilen bu mekanik çalkalama/çarpma işlemi DNA bilgisinin elektromanyetik sinyaller şeklinde iletimini sağlıyor! Montagnier burada enteresan bir şey söylüyor ve homeopatide ‘seyreltme’ filan diye bir şey olmadığını, çalkalama yoluyla baştaki aynı konsantrasyonun yaratılabileceğini söylüyor. Kimyasal bileşiklerin bilgisinin de aynı şekilde suda tutulabileceğini, fakat bu fenomenin sadece su için geçerli olduğunu söylüyor.

Bu noktada Schuessler tuzları ve esasında deniz suyu için de düşünüyoruz…

Suyun başka hiçbir maddede olmayan özelliklere sahip olduğunu biliyoruz, fakat ya daha 7. seyreltmede suya geçen bilgi bundan daha güçlü/efektif olduğu düşünülen dövme işlemi ile laktoz ve bununla birlikte dövülen mineral tuzları için de geçerliyse? Evet suya imprint edilmiyor bilgi, fakat maddeye imprint edilen bilgiyi doğrudan vücut sıvılarımıza almış oluyoruz Schuessler tuzları ile.

Ve acaba bizim salt maddesel mineral replasmanı, hücre besini/yemi olarak gördüğümüz ama onarıcı/yeniden yapılandırıcı etkisini hızla deneyimlediğimiz/gördüğümüz deniz/okyanus suyu doğanın mükemmel karardaki homeopatik remedisi olabilir, yaşam kaynağı minerallerin suda çözünmüş halleri dışında deniz suyunun sonsuz devinimleri ile madde dışında doğanın özü/bilgisi/enerjisi her ne derseniz adına, suya geçiyor, ve bu suyla içten/dıştan yıkanan bedenlerimiz o yüzden hızla şifaya kavuşuyor olabilir mi?

Bütün bunları duyduktan, Prof. Gerald Pollack’ın suyun vücudumuzdaki 4. fazı, yarı-kristalize haldeki hücreiçi sıvımızın (H3O2) olağanüstü özelliklerini, hücrelerimizde oluşan EZ su diye adlandırdığı eksi yüklü “Exclusion Zone” alanların ışıktan, sesten, düşünceden, inanıştan bile etkilenişini, bilgi alışını anlattığı videolarını izledikten sonra esasında bilinenden çok bilinmeyenle karşı karşıya olduğumuzu, bugün üniversite düzeyinde -tıp fakülteleri de dahil olmak üzere- insan vücudunun nasıl çalıştığına dair öğretilenlerin en azından kısmi olarak düpedüz yanlış olduğunu düşünmeden edemiyor insan.

200 sene önce çıkmış homeopati, Schuessler tuz terapileri gibi muazzam keşiflerin üzerine aynı derecede çığır açıcı nitelikte doğru dürüst bir ekleme yapılamamış olduğu gibi, bugünkü “endüstri bilmi kafası”nın tek derdi sorun çözmeye yönelik yeni keşifler bulmaya çalışmak yerine, işe yaradığı belli, zamanın testinden de geçmiş fakat ekonomik getirisi olmayan ve günümüz materyalist zihniyetine uymayan modaliteleri “çürütmeye”, takıntı şeklinde aslında nasıl da çalışmadıklarını ispata çalışmaya harcanıyor.

Bu notu düştükten sonra bu yazının çıkmasına neden olan baştaki hatalı/eksik açıklamamızı şu şekilde değiştiriyoruz:

“Schuessler homeopatik formülasyonlu bir mineral desteği. Eğer ciddi eksik varsa bunu Schuesslerle tamamlamayı beklemesinler, Schuessler o şekilde çalışmıyor, maddesel PEK bir şey yok ki içinde magnezyumunu tamamlasın. Hayır, Schuessler vücudun kendi minerallerini harekete geçirecek enerjiyi veriyor, yiyecek/içeçecekten hücreye almakta zorlandığı minerallere geçiş sağlıyor sadece… Tamamlayıcı değil, aracı, fasilatatör!.. Kramp girdiğinde alır mısın hemen bir Schuessler ve giderir mi? Evet… Ama vücut seviyelerini (aylar boyunca yüksek dozda almıyorsan) yükseltmez.

QUINTON…yaşam ve sağlık mineralimiz… Schuessler’ler arada hafif ama etkili dokunuşlar için…”

Schuessler tuzları ile ilgili deneyimlerini aktarmak, burada eksik bırakmış veya yanlış ifade etmiş olduğumuz noktaları tamamlamak/düzeltmek isteyenlerin yorum ve görüşlerini bekliyoruz.

Sağlıkla,

a.