Biyolog Stephanie Seneff, gebelikte alınması tavsiye edilen folik asit desteği ile glifosat (Monsanto’nun ot öldürücü tarım ilacı RoundUp‘ın etken maddesi) arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Bu videodan ve konu ile ilgili görüşlerini aktardığımız üç bölümlük yazı dizisinden bu ikisinin otizmle nasıl bir bağlantısı olabileceğini okuyabilirsiniz.

Scott: Bu haftasonu konferansta ele alacağınız konulardan biri de folik asit takviyesi. Folik asit ismini duyunca insanların aklına ilk gelen şey gebe kadınlar oluyor sanıyorum, zira doktorlar öneriyor bunu. Bu konuda sıkıntı olduğunu mu söylüyorsunuz siz?

Stephanie Seneff: Evet. Hakikaten çok enteresan bir konu bu. Fazla folik asit takviyesi alan gebe kadınlarla ilgili çalışmalar var–ki buna teşvik de ediliyorlar biliyorsunuz, ve özellikle tüm gebelik boyunca kullanıyorlar bunu, ki bu yapılmaması gereken bir şey zira ihtiyacınız yok buna.

Gebeliğin geri kalanında alınması sakıncalı bunun çünkü yarardan fazla zarar getiriyor. Ve esasına bakılacak olursa gebelikte yüksek folik asit maruziyeti doğacak çocukta otizm riski oluşturur.

Ve aynı şekilde astım da…

Ben de işte bu tam olarak nasıl gerçekleşiyor onu anlamaya çalışıyorum.

Folik asit komplike bir konu…

Fakat çok enteresandır, folik asit ‘folat’ın sentetik formudur.

Gıdadan alınan folat sağlığımız için hep faydalı, ve fakat folat içeren gıdaları yeterince yemeyen bir toplumuz ve o yüzden de folat eksikliğine düşüyoruz.

Scott: Hangi gıdalardır onlar acaba?

Stephanie Seneff: Ah evet, çokça koyu yeşil yapraklı sebzeler ve ciğerde bulunur. Ama işte folattan zengin ciğer filan artık pek yemiyoruz biliyorsunuz ve ıııh …

Scott: Araya girip sözünüzü böldüm, pardon. Sentetik diyordunuz…

Stephanie Seneff: Evet, folik asit oksidize olmuş sentetik yapıda bir moleküldür ve metili de yoktur. İhtiyacımız olan forma dönüşebilmek için karaciğeri hayli strese sokar.

Glifosat karaciğeri nasıl zorluyorsa folik asit de karaciğeri aynı şekilde zorlar. Yani çifte darbe alımış olursunuz.

Yine bakın, tıpkı glifosat ve aşılar arasındaki sinerji gibi, glifosatla folik asit de sinerjik çalışır. Ve sonunda karaciğerin glutatyonu oksitleneceği gibi, son derece önemli bi antioksidan olan NADPH de oksitlenir. Oksitlenirse çalışmaz zaten bunlar.

Ve otizmli çocuklarda yüksek seviyededir oksitlenmiş glutatyon; oksitlenmişin indirgenmiş glutatyona oranı fazlasıyla yüksektir. Yani folik asidi aktif forma çevirmek durumunda kaldığında karaciğerin göstereceği özellikleri gösteriyor otizmli çocukların karaciğer değerleri.

Şu oluyor; gerekenin çok üstüne folik asit aldığınız takdirde karaciğer artık bunu aktif forma dönüştürmeye çalışmakla uğraşmıyor bile, vaz geçiyor zira bunu yapacak ne hali ne de kaynağı var.

O zaman da serbest haldeki folik asit kanda dolaşmaya başlıyor ve beyindeki(!) folat reseptörlerine bağlanıp bunları etkisiz hale getiriyor. Yani sonuçta istenen etkinin tam tersi oluşmuş oluyor.

Beyne folat gönderemiyorsunuz çünkü (o haliyle hiçbir şekilde kullanamadığınız) folik asit gidip beyin reseptörlerinin hepsine bağlanıyor ve beynin folat almasını engelliyor. Ve bu durumda, folik asit fazlalığına bağlı folat eksikliği problemi ortaya çıkıyor.

Bilimsel açıdan gerçekten hayli enteresan bir konu bu. Ve otizm sorunuyla da doğrudan alakalı. Durumu ağırlaştıran faktörlerden.

Aslına bakarsanız GLİFOSAT spina bifida problemine yol açar, ki devletin folik asidi mecburi hale getirmesine sebep olan da bizzat bu problemdir. Yani bütün her şey glifosatla bağlantılı aslında.

Enteresandır, ülkedeki tüm buğdaydan yapılmış ürünleri folik asitle (zorunlu olarak!) destekleme, zenginleştirme fikrinin doğduğu tarih 1996’dır. İyi bir şey yapıyoruz diye düşünüyor o sırada devlet. Çünkü spina bifida olgularında artış görüyorlar o dönem de ondan.

Spina bifida korkunç bir şey evet, fakat gerçekten son derece nadir görülen bir durum bu. Siz bu durumda ender görülen bir problemi ortadan kaldırayım derken çok çok daha büyük bir problem yaratıyorsunuz tüm bu oizmli çocuklara bakacak olursak. Hiç de iyi bir değiş tokuş değil bu.

Aynı aşılarda olduğu gibi aslında; fayda/zarar oranı nedir diye bakıyorsunuz ve gerçekten hiç mantıklı bir uygulama olmadığını görüyorsunuz.

Efendim sonra 1998’de unun folik asitle mecburi olarak zenginleştirilmesine karar veriliyor. Çocuklar o kahvaltılık gevrekleri yedikçe ne oluyor, bir ton folik asit almış oluyorlar. Bu da karaciğerlerini ciddi manada tahrip ediyor ve karaciğer yağlanmasına yol açıyor ki bu da şu an salgın şeklinde görülen rahatsızlıklardandır ülkede.

Kulağa iyi gibi gelen bu tür fikirlerin nasıl geri teptiğini görmek hakikaten enteresan. Devlet eliyle yapılan bu tür müdahalelerinde bu sorunu tekrar tekrar yaşıyoruz.

Sentetik(!) bir bileşiği tutup en temel(!) gıda kaynaklarından birine katmak, bunlar korkutucu şeyler… İstesin istemesin herkesi(!) folik asit almaya zorluyorsunuz bir defa.

Unlu mamülleri tümüyle diyetlerinden çıkarmadıkları müddetçe alacaklar bunu–ki bir sürü insan buğday alerjisi geliştirmeye başladı biliyorsunuz. İlginçtir çoğu kişiden şunu duyuyorum, hani bu tür söylenceler geliyor kulağımıza; buğdaya alerjisi olan insanlar Avrupa’ya seyahat ediyorlar ve orada ekmek yiyebiliyorlar. Geri geldiklerinde buradaki ekmekleri yine yiyemediklerini görüyorlar.

Demek ki Avrupa’daki ekmekle buradaki ekmek arasında farklı bir şeyler var.

Avrupalılar asla gıda kaynaklarını folik asitle takviye edip zenginleştirme programı uygulamamıştır, reddetmişlerdir bunu. ABD çok baskı yapmıştır Avrupalılara bu uygulamaya geçsinler diye ancak onlar reddetmiştir.

Yani, bu da oldukça enteresan… Bağlantısı var mıdır, bilmiyorum. Buna bilimsel bir açıklama bulabilmiş değilim ancak tabii glifosat mevzusunun bir uzantısı olabilir, ki glifosatın bugün karşı karşıya olduğumuz ÇÖLYAK hastalığı ve buğdayla ilgili sorunla (gluten entoleransı problemleriyle) çok sıkı bağlantısı olduğuna kesinlikle kaniyim.