CDC, Amerika Birleşik Devletleri’nde 2014 yılı itibariyle her 10 bebekten 1’inin prematüre doğduğunu söylüyor.

Tesadüf bu ya, Türkiye için açıklanan oranlar da tıpa tıp aynı.

İlgili hekimlerimiz, bu durumun bütün gelişmiş ülkelerde ortak gözlemlenen bir fenomen olduğundan hareketle çeşitli nedenler üzerinde durmuşlar. Kadınların estetik kaygılarla bebeklerini erken aldırmasına kadar skalayı geniş tutan hekimlerimiz nedense sorunun ağırlaşma eğilimine girdiği yıllarda yaşanan bir başka tıbbi gelişmeyi, yani gebelikte aşı uygulamasına geçişi unutmuşlar?

“Sağlık” istatistikleri açısından aramızda neredeyse hiçbir fark olmayan ABD’nin gebelik öncesinde, gebelik sırasında ve gebelik sonrasında olmak üzere önerdiği aşıları görmek için buraya, ülkemizin bu konudaki uygulamalarını görmek için de buraya bakıyoruz.

Bundan bir onbeş yıl öncesine kadar kadınlara gebelikte aşı uygulaması tahayyül dahi edilemezken, bugün hekimlerimizin “Hamilelikte Yapılması Gereken 9 aşı” başlığı altında aşılamayı nasıl şart koştuğunu ve etik olarak aşıyla ilgili herhangi bir güvenlik deneyinin gebeler üzerinde yapılması mümkün olmamasına ve önerilen bu aşıların gebelikteki etkisi bilinmemesine rağmen gebelikte aşılamayı nasıl koşulsuz olarak “güvenli” ilan etmiş olduklarını hayretle görüyoruz. Bu görüşü, bahsi geçen yazının sahibi hekimimizin şu ifadeleriyle taçlandırmak isteriz:

Hamilelikte grip aşısı:

Grip her sene kendini yenileyerek, tekrar karşımıza çıkar. Her sene oluşan grip virüsüne, her sene yeni bir aşı oluşturulmaktadır. Hamile anne adaylarının, grip aşısı yaptırmasının hiç bir bir sakıncası bulunmamaktadır. Bu duruma istinaden emzirme dönemi içerisinde de grip aşısı yaptırmanın kötü bir sonucu yoktur. Grip aşısı, hiç bir şekilde gribe sebebiyet vermez. Aşılamanın ardından görülen üst solunum yolları enfeksiyonu, tamamı ile bir tesadüften ibarettir. Kısacası bu durumun grip aşısı ile herhangi bir alakası yoktur.

Bu kadar tozpembe olabilir mi hakikaten gebelikte yapılacak herhangi bir tıbbi uygulama; bırakın koruyucu olarak konulan cıva ve alüminyum gibi aşı adjuvanlarıyla bezeli mikrop transferi yaptığınız ve enflamatuvar yanıt oluşturduğunuz aşıları, gebelikte aspirin dahi verilebiliyor mu çekincesiz?

Allahtan bu soruları sormaya cesareti olan ve yanıta ulaşmak için de gerekli bilimsel çalışmaları yürütebilecek kalibrede hekimlerimiz mevcut Türkiye’de. Fakat onların bu çalışmaları ve çalışmalarının implikasyonları nedense anaakım medyada pek yer bulmuyor? Oysa gebelik immünolojisi ile ilgili bilgi ve tecrübe sahibi hekimlerimiz bize bir şeyler söylemeye, aynı zamanda meslekdaşlarını da uyarmaya çalışıyorlar besbelli.

preemie

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta hocamızın sitesindeki konuk yazar köşesinden paylaşımlarını büyük bir ilgiyle takip ettiğimiz Çocuk İmmünoloji-Allerji Uzmanı, Prof. Dr. Alişan Yıldıran hocamızın Archives of Gynecology and Obstetrics adlı tıp dergisinde 11 Aralık 2015 tarihinde yayımlanmış çalışmasındaki bulgulara ve kendisinin yorumlarına geçmeden önce literatürde yayımlanmış bir başka çalışmadan konuyla ilgili önbilgi vermek istiyoruz sizlere ki mesaj daha net anlaşılabilsin.

İmmün sistemimizin tüm bileşenleri konusu fazlasıyla girift, hergün yeni buluşlar geliyor ancak, hakim görüşte immün sistemin Th1 ve Th2 adı verilen iki kolundan bahsedildiğini duymuşuzdur. İşte hamilelik süreci, gelişmekte olan cenin vücuda yabancı bir doku olarak algılanmasın ve annenin immün sisteminin Th1 kolu verdiği sitotoksik tepkiyle cenini ortadan kaldırmaya çalışmasın diye bu kolun baskılanıp, doğumdan hemen öncesine kadar immün sistemin anti-enflamatuvar yapıdaki Th2 kolunun ağırlık kazandığı bir süreç.

“Saldır-yok et”e programlı Th1’den immün sistemin koruyucu Th2 fenotipine geçmesini sağlayan ise bizzat plasentanın salgıladığı birtakım çözülebilir immün faktörler. Aynı immün faktörler ceninin gelişmekte olan immün sistemini de etkiliyor ve bu yüzden tüm bebekler doğduklarında Th2 ağırlıklı, yani anti-enflamatuvar yapıda immün sistemle doğuyorlar. İçine doğdukları milyarlarca mikropla kaplı dünyada başka türlü bir gün bile hayatta kalmaları imkansız olurdu zira.

Ancak gelingörün ki, doğanın insanoğlunun hayatta kalabilmesi için geliştirdiği bu kusursuz ve girift sistem modern tıbbın, çokça ilaç endüstrisi güdümünde bizler için uygun gördüğü “koruyucu” çalışmalara engel teşkil ediyor.

Modern tıbbın yenidoğanları enfeksiyonel hastalıklardan korumak için başvurduğu aşıların hem bebeğin anneden aldığı antikorların aşı antijenlerinin oluşturacağı antikorları inhibe edici etkisini hem de bebeğin doğal olarak sahip olduğu anti-enflamatuvar yapıdaki bu Th2 ağırlıklı immün ortamı aşması ve aşı mikrobuna özel antikor oluşumunu sağlaması gerekiyor. Bebeğin doğal bağışıklık sisteminin kolunu bükmek için modern tıbbın tercih ettiği yöntem, aşılarda genellikle alüminyum, skualen gibi adjuvanlar kullanarak yaratılan enflamatuvar ortamda vücudun immün sisteminin Th1 kolunu zorla devreye sokmak ve vücutta sitokin fırtınası oluşturmak.

Gebelikte de ceninin taşınıp taşınmaması ve herhangi bir şekilde düşük veya erken doğum olup olmayacağını belirleyen faktörler arasında görüyoruz immün sistemi.

Nature dergisinde bu konuyu etraflıca ele almış çalışma immün sistemdeki hassas dengenin ceninin yaşamını ve gebeliğin süresini nasıl etkileyeceği çok güzel açıklıyor.

Çalışma yazarları sonuç olarak gebeliğin son dönemlerinde immün sistem hücrelerinin hepbirlikte gebeliğin sürebilmesi için gerekli anti-enflamatuvar ortamı oluşturduklarını, ancak aynı hücreler bir şekilde aktive edildiği takdirde meydana gelen enflamasyonun anne ve cenin arasındaki toleransı bozarak doğumu başlatacağını söylüyor.

Peki vücudu anti-enflamatuvardan pro-enflamatuvar hale çevirerek doğumun erken başlamasına neden olan bu tetikleyici uyaranlar neler olabilir sorusuna cevapları ise:

1. Enfeksiyon/enflamasyon
2. Steril enflamasyon
3. Stres

Gebeliğin zamanında gerçekleşebilmesi için annenin immün sistem kolları arasında tam bir işbirliği olması gerektiği, bu kolların herhangi birinin çalışmasında meydana gelecek bozulmada, zamansız herhangi bir oynamada bunun patolojik erken doğumla sonuçlanabileceğini ifade ediyorlar.

Doğum prosesinde rol oynayan immün sistem hücreleri hakkında yapılacak çalışmaların erken doğumu önlemede yeni stratejiler geliştirilmesine yardımcı olacağı belirtilerek makalelerine son veriyorlar.

Bu bilgiler ışığında, Sn. Prof. Dr. Alişan Yıldıran hoca ve arkadaşlarının tam da bu konuda yapmış oldukları çalışmanın ehemmiyeti umuyoruz tıp camiamızca daha iyi anlaşılacak, gebelikte immün sistemin gereksiz ve tehlikeli şekilde aktivasyonuna neden olan prosedürler tekrar gözden geçirilecektir.

Şimdi dilerseniz sözü uzmanına, Alişan Yıldıran hocamıza bırakalım…

[Yazıdaki vurgular bize aittir.]

“Medimagazin’de bugün çıkan erken doğum ile ilgili kısa bir habere göre; “Her 10 bebekden biri, 37. hafta ve öncesinde, yani prematüre doğuyor.”

Bazı bilim insanlarına göre erken doğum, dünya genelinde görülen bir salgın. Peki, erken doğumun önüne geçmek mümkün olabilir mi?

Amerikalı araştırmacılara göre sorunun yanıtı ‘evet’.

Stanford Üniversitesi, tek bir molekülü devre dışı bırakarak erken doğumun geciktirilebileceğini ve hatta önlenebileceğini keşfetti. Bu molekül, rahim duvarındaki kalsiyum seviyesinden sorumlu. Kalsiyumun da kasılmayı tetiklediği biliniyor” (1).

Erken doğum (prematürite) bebeğin 37. haftadan önce dünyaya gelmesi olup, bütün dünyada bebek ölümlerinin en önemli sebebi olması dolayısı ile büyük ehemmiyet arz etmekdedir. Modern tıbbın erken premature_baby_bei_3051338bdoğumun sebebini bulamamış olması ise büyük bir nâkısadır (eksiklik) (2). Acaba hakikaten bulamamış mıdır dersiniz? Erken doğmuş bebeği olanlar ve yakınları iyi bilirler, bu bebekler vaktinde doğan bebeklerden çok daha fazla ihtimâma muhtaçdır. Uzun süre küvözde kalmaları, solunum desteğine ihtiyaç duymaları gibi… Ülkemizde yenidoğan yoğunbakım ünitelerinin ve yenidoğan uzmanlarının sayısı gittikçe artmasına rağmen ihtiyacın çok altındadır (3, 4). Sadece bu durum bile konunun ne kadar mühim olduğuna işaret etmekdedir, iktisâdî yani para cephesi ise apayrı bir konudur.

Gebelik mahsulü yani döllenmiş yumurta; yarı yarıya babanın antijenlerini taşıdığı için anne immün sistemi için yabancı bir organizma olduğu halde, annenin koruyucu (immünolojik, inhibitör) mekanizmaları sayesinde anne rahminde (kelime anlamı merhametli, esirgeyici) hayâtiyetini devam ettirebilmekdedir (5).

Ne tesadüf (bkz SSPE, 6), erken doğumun da yine 1990’larda beri hızla görülme sıklığı artmakdadır, ben bunun gebelik immünolojisi üzerine etkisinin olup olmadığı çok az araştırılmış (pubmedde alâkalı sadece 49 yazı var) olan gebelikde yapılan aşılar ile ilgisi olabileceği kanaâtindeyim. Hattâ preeklampsi ile de alâkalı olabilir, tabii teyîde muhtaç bir düşüncedir bu… Kadın Doğumcu arkadaşlarıma bir çalışma önerdim tabii, çalışma ellerinden öper…

Yukardaki haberde çalışmayı kimin yapdığı, molekülün hangisi olduğu belirtilmemiş, kısa bir araştırma ile bu bilgilere erişilebilir (7).

Ling ve ark. hücre zarında yer alan TRPV4 (transient receptor potential vanilloid 4) molekülünün rahmin kasılmasını sağladığını fareler üzerinde göstermişler.

Çalışmanın yapıldığı Stanford Üniversitesi’nde (bendenize göre dünya üzerindeki en önemli üniversite (8)) büyük bir prematürite araştırmaları merkezi olması, bu merkezin meşhur ABD başkanı Franklin D. Roosevelt (FDR) tarafından kurulan March of Dimes vakfı tarafından desteklenmesi, bir kaç ay önce erken doğum ve mikrobiomun bağlantısı hakkında çok önemli bir başka çalışmanın aynı üniversitede meşhur aşı üreticisi Baxter’in laboratuarında yapılmış olması bana çok ilginç geldi doğrusu (9, 10, 11).

FDR hakkında wikide çok etraflı mâlumat var, ama 39 yaşında belden aşağısının felç olması ve bunun polio sekeli (?) olarak takdim edilmesi ve yukarda bahsettiğim vakfı kurması vs. başka bir yazıyı gerekdirir (12).

NKcells

(Sarı renkte) NK hücreleri, kanser hücresini etkisiz hale getirirken

Gelelim, erken doğum hakkında bendenizin beş senelik emeğimiz ile bir kaç hafta önce yayınlanan araştırmamıza (13); erken doğumun ve önlenmesinin önemini vurguladığımız bu çalışmada, ceninin anne rahminden atılmasını önleyen mekanizmalardan birisi olan CD94 uterine NK hücrelerin gebeliğin devamını ve doğumun zamanlamasını sağlamakda önemli olduğunu gösterdik, ilgililere duyurulur!”

 

 

 

(1) http://www.medimagazin.com.tr/hekim/tibbi-gelismeler/tr-erken-dogumu-onleyebilecek-kesif-2-19-68311.html
(2) https://en.wikipedia.org/wiki/Preterm_birth
(3) http://www.elbebekgulbebek.org/saglik-kosesi/turkiye-deki-yenidogan-yogun-bakim-hastane-bilgileri.html
(4) http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/guncel/tr-turkiyenin-ihtiyaci-olan-yeni-dogan-uzmani-600ler-civarinda-1-11-59067.html
(5) http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/5336/5983.pdf
(6) http://ahmetrasimkucukusta.com/2015/10/06/misafir-yazar/kizamik-asisinin-iki-doz-yapilmasi-gerekiyormus-emin-misiniz-3/
(7) http://stm.sciencemag.org/content/7/319/319ra204
(8) http://colleges.usnews.rankingsandreviews.com/best-colleges/stanford-1305
(9) http://prematurity.stanford.edu/about/march-of-dimes.html
(10) http://microimmuno.stanford.edu
(11) http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/26283357
(12) https://en.wikipedia.org/wiki/Franklin_D._Roosevelt
(13) http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/26660880