A. BU PROTOKOLÜ KİMLER KULLANABİLİR?


SORU: Alerjik bebeği olan ve emzirmekte olan anneler de CD-Klordioksit kullanabilir mi? Yoksa sadece bebeğe mi vermek lazım detoks için?

KERRI: Gayet basit aslında bu sorunu cevabı; ister CD ister herhangi başka bir detoksifikasyon protokolü olsun, anne emzirmeyi bırakana dek detoks yapılmamalıdır. Detoks sırasında yerinden oynattığınız metallerin ve/ya toksinlerin süte geçme ihtimali herzaman vardır, o yüzden annenin bebek sütten kesilinceye dek beklemesinde fayda vardır.


SORU: Aşılama sonrası besin alerjileri geliştirmiş bebekler için protokolü uygulayabilir miyiz?

KERRI: Elbette… İlk adım perhizdir, ikinci adımda klordioksit alırsınız, daha sonra parazit protokolünü uygularsınız, bu şekilde ilerler süreç…

Perhiz mutlaka uygulanacak bir defa; enflamasyona neden olan alerjen besinleri çıkartacağız diyetten.

Mesela insanoğlu için her daim alerjen özellikte olagelmiş birtakım besin türleri vardır, ki bunların başında tahıllar gelir. İster buğday gibi glütenli tahıl olsun isterse mısır, pirinç gibi glütensiz, bunlar zorlu tahıllardır, kaldı ki insanoğlunun sadece 8,000 yıldır tahıl tükettiği unutulmamaldır.

Süt ve süt ürünleri ise yiyen istisnasız herkeste mukusa yol açar. İneğin sütü buzağısı içindir, insan için değil.


SORU: Alzheimer hastaları protokolü uygulayabilir mi, iyi gelir mi?

KERRI: Şahsen Alzheimer’lı biriyle birebir çalışmışlığım olmadı bugüne kadar, fakat Alzheimer’s üzerine yaptığım okumalardan çıkarttığım kadarıyla Klordioksit kullanımının kesinlikle fayda sağlayabileceği noktalar var bu kişiler için.

Hindistancevizi yağı ve MCT yağ (orta boy trigliserit zincirine sahip doymuş yağ asidi) gibi yağlar beyni iyileştiren yağlardır. O yüzden diyet yağdan hakikaten çok zengin olmalıdır—günde 8 ila 10 yemek kaşığı hindistancevizi yağı (HCY), zeytinyağı ve yine hindistancevizi yağının bir türevi olan MCT yağı bol tüketilmeli.

Alzheimer hastalarının Klordisoksit (CD) ve parazit protokolünü (PP) uygulamakla kaybedecekleri hiçbir şey yok esasında. Sonuçta kimse bir çözüm sunabilmiş mi bu insanlara? Hayır tabii ki, elinizden gelen tek şey kişi maalesef ölene kadar beklemek. Hiçbir şey yapmadan sevdiğiniz birinin ölmesini beklemektense protokolü deneyebilirsiniz. Sonuçta hiçbir zararı olmayacağı(!) kesin! Üstelik iyi gelme şansı da var. O yüzden, ben olsam kesin denerdim.

Bu bahsettiğimiz yağlar kesinlikle arttırılacak, tahılları çıkaracağız diyetten, bu şekilde ‘bağırsak VE beynin’ iyileşebilmesinin önünü açacağız.


ASENA: Pekala, bol bol yağ tüketimi ile birlikte perhizimizi öneriyoruz ve tabii yağ konusunda söylediklerine bakacak olursak daha ziyade bu KETOJENİK perhiz tarzı bir şey yapılacak anladığım kadarıyla?

KERRI: Evet evet kesinlikle, fakat özellikle HİNDİSTANCEVİZİ YAĞI üzerinde duruyoruz çünkü beynin gri bölgesine etki ediyor ve birden sinaptik bağlantıların arttığını görüyoruz bu yağ tüketimiyle. Yani, HCY ve MCT yağları üzerinde dursunlar.


ASENA: Esasında bizzat bir doktor hanımın kendi eşini HCY tedavisi ile Alzheimer’dan iyileştirdiği gibi haberleri hepimiz duyduk, tıpta bu konuda pekçok deney/araştırma yapılmış olduğu da malum, yeni bir şey de değil yani bu yağların beyin hastalıklarındaki iyileştirici rolü.

KERRI: Kesinlikle, kesinlikle.


SORU: Hipertansiyon için ilaç kullanmakta olanlar bu protokolü yapabilirler mi?

KERRI: Kesinlikle evet.


SORU: Tip 1 diyabetli çocuğum için bu protokolü uygulayabilir miyim? İyileşmiş vaka var mı bu yolla?

KERRI: Aslına bakarsanız Andreas Kalcker’tan bu şekilde iyileşmiş bir Tip 1 diyabet vakası olduğunu duydum. Fakat bunun ne derece sağlıklı bilgi olduğunu bilmiyorum, zira kendi gözlemim, deneyen birkaç vakada olumlu sonuç alınamadığı.

Tip 2 diyabetten öyle farklı ki bu—çünkü birebir benim kontrolümde olmasalar da Klordioksiti kullanıp kendilerini tedavi etmiş çok sayıda insandan hayli enteresan(!) geribildirimler aldığımı söyleyebilirim Tip 2 diyabet için.

Yani, sonuçta denemekten hiçbir şekilde zarar gelmez! Burada özellikle bulmacanın ‘parazit’ parçası önemli, çünkü karaciğeri tutmuş birtakım ‘karaciğer parazitleri”nin bazı karbonhidratların/yağların vs. sindirimini olumsuz etkilediği bilinmekte. O yüzden, ben olsam bir 6 ay protokolü mutlaka yapar, Klordioksit alımı ve tabii parazit protokolüyle herhangi bir iyileşme olup olmadığına bakardım.


SORU: IBS/spastik kolon sorunları olanlar protokolü ve protokoldeki CD’li lavman uygulamasını güvenle yapabilirler mi?

KERRI: Yapamamaları için bir neden görmüyorum esasen, çünkü klordioksit ENFLAMASYONU ALIYOR. O yüzden, o bölgeye(!) klordisoksit ulaştırmanız iyileştirici etki sağlayacaktır.
SORU: CD Protokolü Otizm dışında başka hangi hastalıkların tedavisinde kullanılabilir?

KERRI: HER ŞEYDE! Tedavisi yoktur, çaresizdir denilen ‘Amyotrofik Lateral Skleroz’ (ALS)’te bile Klordioksit ile birtakım gelişmeler kaydedildiğini görüyoruz. Veya diyelim MRSA (antibiyotik dirençli stafilokok bakteri türü)!! Hakim tıbbın MRSA için önerebildiği hiçbir şey yok, ya atlatıyorsun ya ölüyorsun kapınca. Protokolümüzü uygulamakta olan otizmli bir çocuğumuzun kızkardeşi hastaneye kaldırılıyor MRSA nedeniyle, anne beni arıyor ne yapabilirim, doktorlar yapabilecekleri bir şey olmadığını söylüyor diye ve oğlunda kullandığı Klordioksiti bu defa hastanede azar azar kızına içirmeye başlıyor ve herhalde bir 10 gün filan içinde de çocukta MRSA enfeksiyonu filan kalmıyor!

Yani bu “tedavisi mümkün değil” denilen şeylerin de öyle çaresiz filan olmadığını görmüş oluyoruz böylelikle.


SORU: Astım ve egzamalı çocuklarda Klordioksit işe yarar mı?

KERRI: Andreas, Jim Humble ve benim kanaatimiz bu ASTIM ve benzeri hastalıkların hep PARAZİT kaynaklı olduğudur.

EGZAMA mesela vücutta parazit olduğunda dair en büyük ikaz işaretlerinden biridir.

Belirti olarak ortaya çıkan bu tarz şeylerin çoğu esasında koca koca ikaz lambalarıdır parazitler tarafından yakılan.

DİŞ GICIRDATMA mesela veya KABIZLIK! Bir dolu parazit MORFİN salgılayıp duruyor bağırsaklarınızda. Ne oluyor tabii, bu morfin bağırsağın dışkılama için gerekli peristaltik hareketini durduruyor, öyle olunca da kaka çıkmıyor dışarı.

O yüzden, bu tür şeyler gördüğümüzde vücudun bize ağır parazit yüküyle başa çıkamadığını kırmızı ikaz lambaları yakarak göstermeye çalıştığını bileceğiz.
SORU: “Benim oğlum 20 aylık. 2 aylıkken yapılan aşı sonucu alerji meydana çıktı, çoklu besin alerjimiz var. Oğlum aylardır diyet yapıyor, acaba bu tedavi yöntemi 20 aylık oğluma uygun olur mu, kanlı mukuslu kakaları var.”

KERRI: Kesinlikle uygundur! Hatta protokolü yapmadıkları takdirde ileride ÇOK DAHA ağır sorunların—Krohn hastalığı vb. hastalıkların–büyük olasılıkla kendilerini beklediğini söyleyebiliriz anlattıklarına bakacak olursak.

Kanlı dışkılayan bu çocuklar için yapılacak en iyi şey kesinlikle TÜM TAHILLARI diyetten çıkarmak! Ne pirinç, ne herhangi tür bir bakliyat yiyecekler. GAPS, SCD (Specific Carbohydrate Diet/Özel Karbonhidrat Perhizi) veya Ketojenik perhiz lazım bu çocuklara.

1 numara: Yağlar
2 numara: Proteinler

Bunlar öncelikli olacak diyette!

3 numara: Sebzeler
4 numara: Yemişler

Fakat her halükarda TAHILLAR TAMAMEN HAYATINDAN ÇIKACAK bu çocukların!

Bu kanlı dışkılama meselesi otizmli çocuklarda çok sık görülen bir şey değil, fakat anne-baba bunun Krohn hastalığı öncülü olduğunu bilsin.


SORU: Takipçimizin kızı Türkiye’de 2 senedir DAN! Tedavisi (biyomedikal tedavi) görüyor. Bu kapsamda HBOT (hiperbarik oksijen) seansları almış, vitamin kullanıyor, GcMAF enjeksiyonları kullanılıyor, yapabildikleri kadarıyla da glütensiz/kazeinsiz/şekersiz perhiz yapıyorlar. Kızının ATEC puanı 40.

[Ailemizin sonradan verdiği ek bilgi: Benim kızımın hikayesi 2,5 aylık olduğunda çoklu gıda allerjisi tanısı ile başladı. Bu sayede birçok yasaklı gıda ile tanışmadı. Ama bugün bildiklerimi bilmiyordum ve aşılara yoğun egzama ve hırıltılı solunuma rağmen devam ettik .Tabii ki doktorların hatta profların önerisiyle. KKK aşısından sonra şimdiki hikayemizle ve tamamen kaybolmuş bir çocuk ile tanıştık. Bence uzun bir süre Prof nörologlar ile oyalandıktan sonra, bana Ritalin teklif edildiği gün aydınlanma yaşadım. Dünyada neler oluyor ciddi şekilde araştırdım. Olabildiğince sabırlı ve ehliyetli bir şekilde biomedikal tedaviye başladık. Ve hatırı sayılır ölçüde hayatımız normalleşmeye başladı. Ama herzaman daha fazlasının mümkün olduğuna inanıyorum. Benim Haşimoto hipotiroid’im var. Bu sebeple ailecek başlamak istiyoruz protokol’e . Eşim ilaçları en kolay ve en ulaşılabilir şekilde buldu. Ben kitabı okuyorum, deniz suyunu Marmaris’ten güvenilir bir elden alacağız. Sanırım uygundur. Ve hazır olduğumuzda başlayacağız.]

1. Sorusu: CD protokolüne başlamak için DAN tedavilerini bırakmaları gerekiyor mu?

KERRI:

1. Cevap:

Vitaminleri—antioksidan özelliği olan A, E, C gibi vitaminleri ve CoQ10 gibi takviyeleri–bırakmaları gerekiyor. Fakat minerallerdir veya GABA gibi aminoasitlerdir bunlarda sorun yok, kullanmaya devam edebilirler.

Hiperbarik oksijen terapisi konusu—parazitlerden kurtuluncaya kadar HBOT önermiyoruz. Nedeni de alacağı oksijenin ‘aerobik’ dediğimiz oksijenle beslenen/yaşayan parazitlere yarayacak olmasıdır. Amacımız parazit popülasyonunu ve elbette ‘aerobik bakteri’ mevcudiyetini mümkün mertebe azaltmak. O yüzden protokolümüzde Klordioksit, HBOT’tan ÖNCE gelir işte.

Fakat çocuk demek ki iyi yanıt vermiş tedavilerine, ATEC 40 çok yüksek sayılmaz, doğru yolda ilerliyorlar demektir.

2. Sorusu: DAN! Tedavisini bıraktıktan ne kadar süre sonra CD protokolüne başlayabilirler?

KERRI: Hemen ertesi gün! Beklemeye hiç gerek yok, anında başlayabilirler protokole. Sonuçta, aldığı vitaminlerin etkisi 24 saat içinde geçeceğinden hemen Klordioksite başlamalarında sakınca yok.
SORU: Tuberoskleroz, beyin tümörleri ve epilepsi tanılı kız çocuğu için protokol sonuç verir mi? Hiç bu sorunlar için uygulayan birileri olmuş mu protokolü?

KERRI: Kaybedecek hiçbir şeyleri yok! Kaybedecek hiçbir şeyiniz yoksa dener ve sonucu görürsünüz.

Bu kanser tipine özel olmasa da gördüğüm ve hikayesini okuduğum vakalar var…

Dediğim gibi, ümitsiz deniyorsa vaka için, oturup ölmesini beklemek yerine elden ne geliyorsa yapılmasında fayda var.
SORU: “Oğlum 3 yaşında, yürümüyor ve konuşmuyor. Bütün testleri iyi çıktı, rapora gelişim geriliği yazıldı. Bunun bize de faydası olur mu? Otizm diyen olmadı oğluma bu zamana kadar ama sosyal becerileri filan çok zayıf.”

KERRI: Bir önceki soruyla cevap aynı aslında; denemek hiçbir şey kaybetttirmeyecektir aileye. Ve eminim ATEC puanı hesaplanacak olsa 78 – 98 gibi bir puan çıkması işten bile değil. Bence ATEC puanına eğilsinler, zira kesinlikle orada yüksek bir puan sahibi olacaktır bu çocuk, bu da protokol için karar vermelerinde yardımcı olacaktır aileye. ATEC değerlendirmesinde yerini alıyorsa çocukları, bu protokolden de fayda görür demektir zaten.

Meksika’da bir dönem hiperbarik oksijen tedavisi yaptığımız klinik de işlettim. Serebral palsili (beyin felçli) yani, doğum sırasında beyne yeterli oksijen alamamış bir çocuk gelmişti kliniğe. Göz temasını mükemmeren kuruyordu bu çocuk fakat hiçbir şekilde konuşamıyordu, ancak sosyal ilişkileri filan son derece güçlü, çevresinde olup birenin tamamen farkında olan bir çocuktu bu. Ve yürüyemiyordu. Bu çocuğumuza 40 seans hiperbarik oksijen tedavisi uyguladık ve bu süreçte hem yürümeye hem de konuşmaya başladı çocuk.

Yani bazen bu serebral palsi veya hipoksi dediğimiz doğum esnasında yeterli oksijen alınamamasındna kaynaklı durumlar oluyor ve aileler maalesef pek bir şey bilmiyorlar bu durumla ilgili, doktorlar da bakıyorlar her şey “normal” gözüküyor, diğer detayları halı altına süpürüveriyorlar. Eğer bu çocuğumuzda da böyle bir durum sözkonusu ise bu yürüyememe sorununa hiperbarik oksijen terapisi çok iyi gelebilir hakikaten de.

ASENA: Mükemmel bir bilgi bu hakikaten de, çünkü çocuğunda hipoksi olan bir tanıdığım da var, acaba bu protokolü denesek mi diye de düşünüyordu ailesi…

KERRI: HBOT kesinlikle endikedir bu durum için Asena! 1.75 ATA ideal değerdir bunun için, 2.0 basınca pek çıkmak istemiyoruz özellikle Serebral Palsi için, nöbet atağı filan tetiklemek istemiyoruz bu yüksek değerlerle. 1.75 ATA’lık basınç gayet güvenlidir bu çocuklar için.
SORU: Otizm ve epilepsi tanılı çocuklar için aileler bu protokolü kendileri uygulayabilirler mi, bir uzmana danışmak gerekir mi?

KERRI: Otizmli çocukların %40’ında vardır nöbet bozuklukları, epilepsi demeyelim hepsi için şimdi. Bilmemiz gereken şu; yüksek amonyak seviyeleri nöbete yol açar. Amonyak nereden çıkıyor peki? Parazitler salgılıyor vücutta. HİPERAMONEMİ’nin ana nedeni parazitlerdir.

[*Hiperamonemi: Kanda ve beyinomurilik sıvısında amonyak artışı ile belirgin, zeka geriliği, görme gücünde azalma ve zaman zaman kusmaların eşlik ettiği metabolik hastalık]

Tabii otizm popülasyonununda %40 gibi oranlarda nöbet görülüyor olmasının ardında yatan en büyük etmenin de işte bu olduğunu düşünüyoruz biz.

O yüzden protokol kesinlikle endikedir bu durumda. Hem bu protokol herhangi bir risk filan da taşımaz, o yüzden direkt başlasınlar derim ben, derhal o parazit yükünü azaltmaya baksınlar çünkü görecekler, oldukça fazladır bu çocuklarda parazit.
SORU: Haşimoto Tiroiditi tedavisi görmekte olan yetişkinde ayrıca anksiyete bozukluğu var. 2 sene önce Meme Kanseri tedavisi görmüş. Yıllar önce de spastik kolon sorunu yaşamış. Bunların hepsinin birbiriyle içeiçe geçmiş otoimmün problemler olduğunu düşünüyor ve tek başına hepsini birden hedefe alacak bütüncül bir protokol arayışında. Tek başına ve/ya deneme yanılma yöntemiyle gitmek istemiyor tedavi sürecinde, Danışabileceği uzman arayışında.

KERRI: Otizmli olmayan hasta gruplarıyla Skype üzerinden görüşüyorum. Farklı ülkelerden gelen talepleri karşılamak için çevirmenlerle işbirliği yapıyorum, eğer İngilizce görüşmek sorun teşkil ediyorsa bu yolu deneyebiliriz. Türkiye’de henüz aradığı düzeyde deneyime sahip uzman (özellikle tıp camiasından birilerini) bulabileceğini zannetmiyorum bu protokolle ilgili yönlendirme alabileceği çünkü daha bilinmiyor içeriği. 6 yıldır binlerce insanla çalışa çalışa protokolde artık uzmanlaştığımı söyleyebilirim. Protokolümüz de zaten bahsettiği her şey(!) için kesinlikle endikedir zaten.

Özellikle mesela işin perhiz kısmı önemli; yağa ağırlık vermek istiyoruz çünkü kanser geçmişi var bu kişinin, o yüzden karbonhidratları düşük yağı yüksek tutuyoruz ki teşhis kalkmış dahi olsa geride kalmış olabilecek kanserli hücreleri aç bırakabilelim.

Hipotiroidizme gelince, bu zaten yıllar içinde hem otizmli çocuklarda hem de protokolü çocuklarıyla birlikte uygulamayı seçen ebeveynlerinde(!) ortadan kalktığına şahit olduğumuz bir durum. O yüzden protokolden bu sorun için fazlasıyla yarar göreceğini düşünüyorum kendisinin.

Tabii anksiyete de parazitten fazlasıyla yüklü kişilerde tipik olarak gördüğümüz bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Paraziti yüksek olanlarda korku, endişe, kaygı sorunları hep olur.


SORU: “Anladığım kadarıyla CD dozları hasarlı bağışıklık sistemini onarıyor. Erkek kardeşim yıllardır “küme başağrıları”ndan muzdarip. Ancak ilaçlarla ve oksijen desteği ile biraz rahatlıyor ağrısı. Perhiziyle, diğer elementleriyle bu protokol iyi gelir mi bu sorunumuza?

KERRI: Küme başağrısı enteresan çünkü bugüne kadar protokolü deneyenlerden sonuç alamayanalar da oldu ağrıları geçenler de. O yüzden tavsiyem şu; çok çok düşük miktarla başlasınlar ve birkaç gün de aynı miktarı koruyarak ilerlesinler. Normalde yaptığımız gibi 1 damlayı 8’e bölüp almaya başladığınızda diyelim 2 damlalık solüsyona hemen 3. gün geçmesinler. Ağrıları daha da ağırlaştırmak istemeyiz, çünkü klordioksitin yarattığı detoks etkisiyle başağrıları tetiklenebilir, doktoru da anlamaz nereden çıktığını ağrının. Yani, denemeye kesinlikle değer fakat dediğimiz gibi gerçekten çok çok düşük dozlarda ve çok ağırdan alarak ilerliyoruz. Bu şekilde başağrılarından tamamen kurtulmuş insanlar olduğunu biliyorum, fakat dikkatli gidilecek.

 

 

B. PERHİZ

 

1. GAPS diyetini uygulayanlar CD protokolünü diyetlerini bozmadan uygulayabilir mi yoksa özel olarak CD ‘Perhiz’ini mi uygulamak zorundalar?

Esasında öyle resmi bir ‘CD Perhizi’ diye bir şey yok. Kitapta anlattığımız, perhize genel manada bir karşılama/girizgah diyebiliriz. Ne anlatıyoruz orada? Yiyip durduğumuz ama aslında yemememiz gereken (ekmek vs gibi) bütün o birbirinden nefis şeyleri niye bırakmamız gerektiğini anlatıyoruz. Hani baştan tahılları bir çıkarıyoruz diyetimizden, sonra yavaş yavaş bağırsağı zorlayan diğer şeyleri de çıkartarak daha bir GAPS’a benzer hale getiriyoruz beslenmemizi; meyveyi (veya bal vs gibi şekerli gıdaları) hariç tutmak kaydıyla SCD (Specific Carbohydrate Diet – Özel Karbonhidrat Diyeti)’ne yaklaşıyoruz. Genel olarak tahılsız ve yağdan zengin gidiyoruz, nişastalı gıdalardan kaçınıyoruz.

GAPS bu açılardan harika bir perhizdir, gayet beğendiğim bir beslenme tarzıdır, çünkü yağları yüksek tutar. O yüzden, yapıyorsanız bırakmayın GAPS’ı, devam edin aynen. Karbonhidratı düşük yağı fazla tutan bu tür perhizler bize göre çünkü patojenleri(!) aç bırakırsınız bu yolla, hem karnınızı hem beyninizi iyileştirirsiniz.

2. GAPS ve CD Perhizi arasındaki farklar neler?

Resmi bir CD Perhizi yok. Kitapta sadece perhiz dünyasına adım atanları karşılayıcı temel bilgiler var. Fakat tabii sonra işin inceliklerini kavrayıp daha derinlere indikçe ulaştığımız son nokta “yüksek yağlı, karbonhidrattan düşük” bir beslenme tarzı oluyor. Ne demek bu? Tahıllardan tamamen kurtulmak ve yiyebildiğimiz kadar çok yağ tüketmek. Bunun için de, hani vegan tarzı bitkisel ‘Hindistancevizi Yağı’ ve ‘MCT Yağ’ gibi hem karnı hem beyni iyleştirmede muazzam öneme sahip yağlara yöneliyoruz.

3. Fermente gıdalar yenebiliyor mu protokol süresince?

Evet, yenilebilir. Bazı çocuklara iyi gelmiyor yalnız, özellikle de Strep bakterisiyle enfekte PANDAS/PANS tanılı çocuklara. Bunlar hani şu agresif, öfke krizleri yaşayan çocuklar. Bunlara fermente gıdalar ve genel olarak probiyotikler pek iyi gelmiyor; verdiğiniz probiyotik-nitelikli bir gıda da olsa durum bu.

4. Sütten yapılmamış fermente gıdalardan Sauerkraut (Alman lahana turşusu) veya hindistancevizi suyundan yapılmış kefir gibi şeyler tüketilebilir mi?

Kesinlikle evet.

5. Sütten elde edilmiş peynir, yoğurt, kefir tüketmiyoruz, değil mi?

Hayır! Keçi/deve/inek vs., hangi hayvandan gelirse gelsin süt ‘kazein proteini’ taşır. O yüzden ne süt içiyoruz ne de bunlardan elde edilmiş fermente gıdaları tüketiyoruz.

6. Perhizde C vitamininden zengin meyveler CD’yi etkisizleştirdiği için önerilmiyor (hoş bunun yanısıra şekerlidir de bu meyveler zaten). Fakat C vitamini suda çözünen bir vitamin olduğu ve vücutta uzun süre de kalmadığı için narenciyeyi CD dozu almadığımız zamanlarda alsak olur mu yoksa bozar mı protokolü?

Protokole zararı olacağı kesin. Vücutta ne kadar kalacağını kestirmenin hiçbir yolu yok; 2-4-6-8 saat olur bu, bilemezsiniz.

Pekçok aile biliyorum tutup ananas, limon, portakal filan verdikleri için aylar(!) kaybettiler protokolde.

Tavsiyem şu; eğer çocuğunuza bunları vermek istiyorsanız—ki bunları hergün vermenin de iyi fikir olacağını hiç zannetmiyorum—daha güvenli gitmek için diyelim günün sonunda son CD dozunu aldıktan sonra(!), gece yatmadan hemen önce verebilirsiniz.

Berri’lerden çilek mesela mevsimlik çıkar, ailelere hadi haftada 1 veya 2 defa diyelim çocuklarına yine, yatmadan önce/son CD dozlarını almalarının ardından—mesela saat 21.00 gibi verebileceklerini söylüyorum. Verilecekse böylesi daha iyi fakat yine de(!), insanların genel olarak MEYVEDEN UZAKLAŞMALARINI istiyorum çünkü aldığınız FRUKTOZ (meyve şekeri) bizim burada öldürmeye çalıştığımız parazitleri ve kandidayı besleyecektir. Bir yandan besliyorsunuz diğer yandan öldürücü darbe vuruyorsunuz… Bu şekilde olsa olsa yerimizde sayacağız, çok fazla yol katedemeyeceğiz demektir.

7. Oğlumuz, diğer pekçok çocuk gibi okula gidiyor ve okulda CD dozu verimi güç olabilir bizler için. Öğretmenler doktor reçetesi olan kremi bile sürmek istemiyor çocuğa sorumluluk almamak için, CD alımı daha da güç olacaktır bu yönden düşünülünce. Benim de hergün okula gidip doz verecek durumum yok maalesef. Bu durumda olanlar ne yapabilir, okuldan sonra mı başlayalım doz verimine?

İlle okulda doz vermek zorunda değiller, gerekmiyor da zaten.

Okul saatleri normalde diyelim 08.30 – 14.00 saatleri arasında değil mi? İlk dozu saat 07.00’de çocuk uyanınca verdiniz, 07.30’da kahvaltılarını ettiler, saat 08.00’de ikinci dozu da verdiniz.

Saat 14.00’de almaya gittiniz okuldan, bir doz da orada verdiniz. 3 dozu tamamladınız böylelikle…

Gece 21.00’da veya 22.00’da mı yatıyor? O zaman kadar vermeniz gereken toplam doz sayısı 8 zaten. O zaman saat 14.00 – 21.00 arası hepi topu bir 4-5 doz kalıyor size verecek.

O yüzden yapılmayacak bir şey değil, okul kesinlikle problem teşkil etmiyor bizim için.

8. Protokolde bir tek THERALAC mı kullanılabiliyor probiyotik olarak?

Yo öyle bir şey yok, ben kendim çok iyi sonuç aldığım için öneriyorum Theralac’ı sadece. Çünkü kullanılan çoğu probiyotik mide asidinden sağ kurtulamıyor, fakat Theralac’ın mide asidinden etkilenmediği bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu için tercih ediyorum bunu. Sonuçta burada önemli olan probiyotiği incebağırsağa ulaştırabilmek, o yüzden mideyi sağ salim geçebilmesini istiyoruz. Kolon da aynı şekilde, buraya probiyotik emplantasyonu da zor.

Fakat burada önemli nokta, bağırsaklar tam toparlanmadan, iyileşmeden kullanılmaması gerektiği.

Biliyorsun benim DAN! (Defeat Autism Now!) protokolü (biyomedikal tedavi) üzerine eğitimim ve bu kliniğimde de yıllarca uygulamışımdır bu yöntemleri.

Bu tedavi yaklaşımında fokus probiyotik kullanımı üzerinedir; ne kadar fazla o kadar iyi diye düşünülür… “Kötü bakterilerin yerine iyilerini koymaktır” amaç…

Onbinlerce dolar harcıyoruz o dönem düşün bu probiyotiklere—tabii kliniğe gelen insanların da nereden baksan yüzbinlerce doları probiyotiklere yatırışını izliyoruz fakat nafile! Hiçbir şeyin değiştiği yok; ne otizm geçiyor ne çocuklarda bir ilerleme görebiliyorsun…

Bundan birkaç yıl önce Andreas Kalcker katıldığımız bir kongreden sonra bana şöyle dedi:

“Bu ‘probiyotik teorisi’nin neden hiç aklıma yatmadığını söyleyeyim mi sana? Çünkü düşün… NEDİR tam olarak bu ‘iyi’ bakteri dediğin? “Kötü”lerin yerine biz kendi seçtiğimiz “iyi”leri koyacağız filan ama, bu ANCAK koyduğun yerde kalıyorsa(!) o bakteriler mümkün! Senin bağırsağın GEÇİRGENSE, o zaman bağırsağa yolladığın o bakteri şimdi sınırdan izinsiz(!) vücuda geçti dolaşmaya başladı demektir. O şimdi artık “KÖTÜ” bakteri oldu, çünkü yanlış(!) yerde!

O yüzden diyoruz ki işte, çocuğun ATEC puanı 25 civarına düştüğünde, bağırsak da artık epey bir iyileşip geçirgenliği ortadan kalktı, “patojen” yükünden çokça kurtulundu, artık oraya göndereceğimiz bakteri de doğrudan kana karışacağına olması gereken yere, yani bağırsağa yerleşebilir, tutunabilir demektir. Sırf probiyotik haplar değil, probiyotik özellikli gıdalar için de geçerli bu—ben şahsen bunların da bir süre yenmemesi/ertelenmesi taraftarıyım. Bunların probiyotik özelliklerinin otizm tedavisinde bizi heyecanlandıracak düzeyde olduğunu, öyle aman aman bir faydalarının/katkılarının olduğunu düşünmüyorum. Bazen bu tarz bildirimler “teori”den ibaret olabiliyor maalesef.

9. Prokolde probiyotiklere hangi aşamada başlanması gerekiyor?

Çocuğun ATEC puanı 30 ve hatta 25’in altına düştüğünde. Anlamanın en kolay yolu bu, çünkü aksi takdirde başlasak mı başlamasak mı diye hep tereddütte kalacak aileler.

10. Çocuğumuz şu an antibiyotik tedavisi görüyor, biz de Türkiye’de şu anda bulunabilecek en yüksek değer olan 45 milyar CFU’luk probiyotik desteği veriyoruz. Theralac yerine bunu kullansak olur mu?

Therelac’la kıyaslanamaz ki o değer, hiç yoktan(!) iyidir demek lazım, 5 milyar CFU nedir ki, mide asidinde yitip gidecek o da zaten.

[Burada sesler üstüste bindiğinden 45 milyar yerine 5 milyar olarak duyuyor Kerri verilen rakamı.]

Ve fakat… Otizmde antibiyotik kullanımı!!! Çocuk bumerang etkisi yaşayacak demektir. Antibiyotik tedavisinden bir 6-8 hafta sonra durumu, antibiyotik alımından önceki halinden de kötü olacaktır. Verdiğiniz antibiyotik immün (bağışıklık) sisteminizi öldürür. İmmün sisteminizin %70’ini karnınızda taşıyorsunuz zaten! Antibiyotik alındığında ne var ne yok her şeyi öldürür bunlar, ne iyisini bırakır ne kötüsünü! Şimdi eskisinden de az kaldı demektir iyi bakteriniz vücutta ve bu durum tam bir kabustur işte! Hele ki otizmli çocuklarda! Tamam, hayat memat meselesidir, ölüm vardır ucunda o zaman verirsiniz ama onun dışında özellikle otizmli çocuklara antibiyotik yazan bu doktorları hakikaten anlamıyorum.

Elbette klordioksit kullanıyorsanız durum değişir; tıpçıların antibiyotiklik olduğunu düşündüğü durumlarda biz günde 16 doza çıkarıyoruz CD alımını ve sorundan da bu şekilde kurtuluyoruz.

11. 2.5 yaşında sadece biberonla (içinde bisküvi/pekmez olan) beslenen bir torunum var. Bir şeyler yiyemiyor, gördüğü anda öğürüyor. Kefir aldım yaptım, inatla vermeyi denedim, aç duruyor, almıyor ağzına. Yani yeme sorunumuz var. Sütü kesmeyi başardım, bir kaç aydır süt çıktı hayatımızdan. Şimdi ben GAPS diyetini nasıl uygularım, ağzına yukarda söylediğimin duşında bir şey sürmeyen çocuğa ne yapabilirim? Öncelikli sorum bu.

Bu çocukların başka bir şey yemeyi reddetmesinin sebeplerinden bahsetmiştik, gitgide kısıtlanır kabul ettikleri gıdalar—ki oğlumda da durum böyleydi, otizm tanısı aldığında ağzına sürdüğü tek şey glütenli ve kazeinli yiyeceklerdi. Tam bir felaketti yani beslenme şekli. Fakat çığlık çığlığa bağırıp, ağlayıp kendini yerlere atan bir çocuk var karşınızda ve sizin de canınıza tak etmiş artık, öyle bezmişsiniz, o yüzden bağırıp çağırmasın, bir sussun artık diye ne geçiyorsa elinize veriyorsunuz tabii. Fakat bu davranışların sebebini, neden özellikle bu gıdalara düşkünlük olduğunu anladığınız noktada yediği içtiğini değiştirmeye başlıyorsunuz hemen zaten.

Kendisine tavsiyem şu; çocuğun kurabiyesini, ekmeğini evde kendileri yapsın! Mısırunudur, pirinç unudur, bu tür glütensiz unları kullanabilirsiniz, yediği ne varsa bu unlarla yapılmış olsun.

Tahılları beğendiğimizden değil tabii, normalde ne mısırı ne pirinci tavsiye ediyoruz AMA, bu çocuk şu anda öyle çok buğday unu tüketiyor ki tam manasıyla glütenden “kafa yapıyor”! Çocuğun vücudu yediği ancak tam hamzedemediği glüten adlı buğday proteininden GLÜTENOMORFİN yapıp duruyor. Bu beyne ulaştığında da aynen MORFİN etkisi yapıyor. Bu çocuklar işte o yüzden morfin bağımlısı gibi yediklerinden haz alır, yiyeceği uyuşturucu gibi kullanır oluyorlar. O yüzden bu glüten bağımlılığını kırmamız, yerine başka bir şey kullanarak o geçişi yapabilmesini sağlamamız lazım.

Bir örnek vereyim hemen; oğlum otizm tanısı aldı, ağzına sürdüğü tek şey glütenli [hertür hamurişi, ekmek, pizza, lahmacun, kek, pasta, çörek vs] ve kazeinli gıdalar [süt ve süt ürünleri] ve bir de patatesti.

Yine… Patates onayladığımız bir gıda değil, nişastalıdır, o yüzden kandidayı, parazitleri besler filan, AMA… Diyetinden diğer zararlıları çıkardığım anda geriye tek kalan patatesti.

O yüzden ben ne yaptım? Patates kızartmasını evde ben kendim yapmaya başladım; hindistancevizi yağında kızartıp, deniz tuzu serpip yedirdim.

Kesinlikle ama kesinlikle bunun iyi bir şey olduğunu ima etmiyorum burada, yapılmayacak bir şey, biliyorum, ama işte bu soruda bahsi geçen çocuğun durumu gibi bir şey bu da! Çocuk kurabiye dışında bir şey yemiyor, aç kalıyor yine de başka bir şey sürmüyor ağzına… Ne yapabilirsiniz ki bu durumda?!

O zaman aile ne yapacak? O kurabiyeleri pirinç unu veya mısır unundan kendi yapmaya başlayacak, tatlandırıcı olarak STEVIA kullanacak, yağı hindistancevizi olacak, yumurta koyacak içine, tuzlayacak.

Yavaş yavaş, bağırsaklar iyileşmeye/toparlanmaya başlayıp da çocuk bu glüten morfininin uyuşturucu etkisinden çıkmaya başladığında, işte o zaman daha sağlıklı gıdaları da kabul etmeye başlayacak.

Hani bir perspektife oturtmak istersek, oğlumla bizim bu “evde patates” rejiminin aşağı yukarı bir 10. gününde, yanında tavuk göğsü de haşlamaya başladım. Hani pek bir tadı filan, en azından baskın bir tadı yok tavuk göğsünün, o yüzden tavuk göğsünü didikleyip ufak ufak patateslerinin arasına karıştırıp vermeye başladım. Üstlerine de deniz tuzu serpip veriyordum. Ne oldu? İlk hafta tavukları kenara itekleyip bir güzel patatesini yemeye devam etti. Bir noktada ağzına alıp bir tadına baktı tavuğun. Sıkı patates rejimine böylelikle bir yeni gıda daha eklenmiş oldu. Ardından birkaç şey daha yiyebilmeye başladı. Böyle böyle, ufak ufak, diyelim bir 10 gün boyunca yediğinin yanına bir şeyler daha katıp koyacaksınız önüne, bir noktada illa kabul edecek ve yiyecek farklı gıdaları. Fakat bunun olabilmesi için çocuğun diğer gıdaları görmesi, bunların önüne konulması lazım veya en azından masada ailenin geri kalanını bunları yerken görecek mesela. Diyelim masada bir tabağa koydunuz yiyeceği, aldınız bir parça siz ağzınıza attınız, görecek çocuk bunu ve fena bir şey değil heralde diye düşünecek…

Hiçbir zaman başka bir şey ağzına sürmeyecek, hayatta yemeyecek gibi geliyor fakat önünde sonunda yiyorlar, merak etmeyin.

Bu büyükanne de torununa—tamam yine tahıl unudur ama en azından glütensizdir—mısır veya pirinç unundan kurabiye yaparak başlayabilir işe. Hem tadları gayet iyidir hem de karbonhidrattır bunlar, o yüzden buğday unundan çocuğu kurtarmak için, düzgün beslenmeye geçiş için gayet iyi seçeneklerdir.

11a. Peki bu mısırunundan filan kurabiyeleri yedirirken CD dozlarına başlayabilirler mi?

Kesinlikle, hiç beklemeden başlasınlar, çünkü CD alımı bir yandan oradaki patojenleri öldürmeye başlayacağından çocuğun şeker krizleri azalır, o gıdalara bağımlılığı daha çabuk kırılır.

12. CD alımına başlamış aile, henüz lavman uygulanmamış, okyanus suyu içimine de henüz geçilmemiş. Bu durumda;

12a. Denizsuyu içmek yerine suda ‘deniz tuzu’ eritip içseler olur mu? Denizsuyunun yerini tutar mı?

Deniz tuzunun sodyumu yüksektir. [Denizsuyu ile] Aynı miktarlarda olmamakla birlikte evet, deniz tuzunda da mineral bulunur, fakat sodyum ağırlığı nedeniyle olması gereken mineral dengesinden yoksundur deniz tuzu.

Okyanus suyu kullanımının ana fikri de bu zaten. Okyanus suyu (deniz suyu) insan kanına oldukça benzer niteliktedir. Hayvanlarda yaptıkları deneylerde de hayvanın kanını alıp yerine denizsuyu veriyorlar ve hayvan ölmüyor mesela. Öyle yakın kompozisyonda yani kanımıza bu deniz suyu; vücudumuz denizsuyunu yadırgamıyor, anlıyor ve o yüzden de kullanabiliyor.

Türkiye denizlerle çevrili bir ülke ve böylesi bir imkan varken denizsuyunun tercih edilmemesi büyük kayıp olur bence.

12b. ‘Sole’ yöntemiyle hazırlanmış tuzlu su, deniz suyu içiminin yerini tutar mı?

Açıkçası bilmiyorum… Bu karışımın da yine sodyumdan yüksek olacağını düşünüyorum, fakat hakikaten, bu sorunun yanıtını bilmiyorum.

12c. Ne denizsuyu ne tuzlu akvaryum suyu bulabilenler hazır satılan mineral desteklerini/damlalarını kullanabilir mi?

Yani, kullanılabilir elbette. Likit mineral destekleri toz olanlara tercih edilmeli yalnız, vücudumuzun anladığı şekli budur çünkü minerallerin; bu formdaki mineraller daha iyi özümlenir vücut tarafından.

Fakat Türk grubumuz için bence yapılabilecek en iyi şey denize yakın yaşayan birilerinin gruba temiz deniz suyu sağlaması olacaktır. Yapılamayacak bir şey değil bu kesinlikle. Üstelik güneş altında bekletmediğiniz müddetçe bozulma filan gibi bir şey de sözkonusu değil denizsuyunda. Litre litre, galon galon alın koyun (gölge) bir kenara, kullanın gerektikçe… Tükenmez bir kaynağınız var, deniz var ülkede.

12c. Deniz suyu dışında yine de grup dosyasına koyduğumuz mineral desteği markalarını [ConcenTrace® Mineral Damlası, Standard Process Organically Bound Minerals ] onaylıyor musun?

Kullanılabilir.