Aşılar, ilaçlar ve GDO tartışmaları hakkında izleyebileceğiniz en iyi, ödüllü belgesellerden biri “BOUGHT“.

Ailenizin sağlığı şirketlerin kar oranlarına peşkeş çekiliyor olabilir mi diye soruyor bu film.

Belgeselde görüşlerine yer verilen iki ünlü hekim, Dr. Toni Bark ve Dr. Sherri Tenpenny uzun yıllara dayanan araştırmalarına dayanarak belgesel izleyicilerinden aşılarla ilgili gelen bazı soruları yanıtlıyorlar aşağıdaki özel webinar’da.

Sizler için Türkçeleştirdiğimiz bu özel sunumda ele alınan konu başlıkları genel olarak şöyle:

1. Aşılar herkes için güvenli mi?

2. Diğerlerine göre daha az tehlikeli olan aşılar var mı?

3. Zararsız aşı diye bir şey var mı?

4. Aşılarda kullanılan kimyasallar ve metaller zararsız mı?

5. Aşılarda bugüne kadar tespit edilmiş kontaminasyon unsurlarından birkaçı neler?

6. Aşılanmış ve aşılanmamış çocukların genel sağlık durumlarını karşılaştıran çalışmalar yapılıyor mu, varsa sonuçları neler?

7. Simpsonwood Toplantısı nedir? Bu toplantıda aşılardaki cıva ile ilgili varılan sonuçlar nelerdir?

8. Gebelere yönelik grip aşısı uygulamasına geçişte temel alınan bilimsel gerekçeler nelerdir?

9. RSV olarak bilinen virüs ile Polio aşıları arasında ne gibi bir ilişki var?

10. Aşılamadan sonra çocuklarda en sık açığa çıkan hastalıklar nelerdir?

11. Hepatit B aşısı, Hep-B pozitif anneden doğan çocuklarda enfeksiyonu önler mi?

12. ABD’deki aşı uygulamaları ile diğer ülkeler arasındaki farklar nelerdir?

13. Aşı uygulaması yapılmadan önce kişinin aşıdan zarar görüp görmeyeceğinin anlaşılabileceği birtakım test ve tahliller var mı?

14. Kimler aşıdan zarar görmeye daha yatkındır?

15. Aşıların ne sırada ve hangi sıklıkta, kaçar dozdan uygulanacağını gösteren aşı takvimi nasıl oluşturuluyor?

16. Aşılarda 3. doz uygulaması neden yapılıyor?

17.  Aşıların vücuda verdiği zararları geri çevirmek için neler yapılabilir?

Bu sorular ve çok daha fazlasının yanıtını videoda altyazı seçeneğini açarak dinleyebilir veya aşağıda verdiğimiz transkripsiyon metninden okuyabilirsiniz.

 

Dr. Toni Bark

Sherri, önden sen tanıt lütfen kendini,program konuğu olarak…

Dr. Toni Bark ben, konuğum Dr. Sherri Tenpenny önden kendini tanıtacak.

Dr. Sherri Tenpenny

Peki… İnternet üzerinden şu an bizleri izleyenlere hoş geldiniz demek istiyorum,
tahmin ediyorum webinarımızın izleyicileri önümüzdeki 1 saatlik süreçte programa bağlanmaya devam edecekler.

İsmim Dr. Sherri Tenpenny, Cleveland/Ohio’da ikamet ediyorum.

1996’dan bu yana burada hizmet veren bütünleyici tıp kliniğimde bugüne kadar 50 eyaletten ve 16 yabancı ülkeden insanın iyileşmesine ve kullandıkları ilaçları bırakmalarına yardımcı olmuş olmak benim için iftihar kaynağıdır.

Hayatımın “bir önceki yaşamım” olarak gördüğüm daha önceki kısmında ise tam zamanlı acil tıp ve yoğun bakım uzmanıydım ve 12 yıl başhekim olarak acil servis yöneticiliği yaptım.

Aşı konusuna ilgim, 2000 yılında Ulusal Aşı Bilgilendirme Merkezi (NVIC) derneğinin Washington’da düzenlediği toplantıya katılımımla başladı.

Katılırken tam olarak niye gittiğimi bilmesem de, toplantıdan ayrılırken ki düşüncem “böyle bir şeyi nasıl kaçırmış olabilirim?!” idi.

15 yıl klasik tıp hekimliği geçmişim ve o noktada 5 yıllık alternatif tıp deneyimim var, kayropraktik tıp mensuplarından oluşan bir aileden geliyorum, çocukken hiç aşılanmamışım, yaşıma uygun tüm hastalıkları; kızamıktır, kabakulaktır, kızamıkçık veya su çiçeğidir hepsini geçirmişim ve bırakın tartışmayı/şaibeyi, aşıyla ilgili ortada herhangi bir sorun veya mesele olduğundan dahi haberim yok o dönem.

Bunca şeyden haberim nasıl olmamış diye düşündüm o yüzden toplantı sonunda.

Eve döndüğümde konuyu araştırmaya başladım ve elbette aşı konusunda en yetkili merci CDC’dir diye işe CDC belgelerinden başladım ve verdikleri bilgiler tam manasıyla bir felaketti hakikaten.

Doğru düzgün bilgi çok fazla yoktu CDC belgelerinde.

Verdikleri bilgiler, ‘koca bir endüstriyi buna dayandırarak inşa etmiş olamazlar, mümkün değil bu’ diye düşündürten cinstendi.

O zamanda bu yana, aşılar ve aşılamayla ilgili problemleri araştırmak için harcadığım mesai 20 bin saate yaklaşıyor olmalı.

Ve bunca yıldır yapmakta olduğum bunca saatlik araştırmanın sonucunda vardığım kanı, aşıların GÜVENLİ OLMADIĞI, sizi hastalıktan KORUMADIĞI; hakikaten, sürü bağışıklığı veya bizlere yıllar içinde “satmayı” başardıkları ancak gerçekle alakası dahi olmayan diğer şeyler olsun, aşıların bu açıdan işe yaramadığı ve bireye KESİN KEZ ZARAR VERME POTANSİYELİNE SAHİP oldukları, hatta öyle veya böyle bir şekilde aşılanmış herkesin düşük düzeyde de olsa buna bağlı yan etki yaşamış olduğu yönünde.

Bu duruşa uzun senelere dayanan araştırmalar sonucunda ulaştım ben.
Bugün bunca net bir tavırla AŞILARIN HİÇBİR ŞEKİLDE HİÇKİMSEYE UYGULANMAMASI GEREKTİĞİNİ söyleyebiliyorsam şayet, ardında bunca yüklü bir araştırma olduğu içindir.

‘BOUGHT’ belgeselinde yer alış hikayem ise tesadüf eseri–biraz daha baştan alayım bunu en iyisi…

2 sene önce oldukça büyük, 3000 katılımcısı olan kayropraktik organizasyon California Jam’de konuşma verirken, aralardan birinde koridorda tesadüfen Jeff Hayes ile karşılaştık.

Sunumumu dinlemiş kendisi ve ayaküstü biraz sohbet etme şansımız oldu orada.

Onu takip eden yıl boyunca çoklu kereler görüşmelerimiz oldu kendisiyle; Dallas’ta yeniden karşılaştık, yemeğe çıktık ve o noktadan sonra dahil olmamı istediği projelerden biri oldu BOUGHT belgeseli.

Bence müthiş başarılı bir film çıktı ortaya; birbirlerinin ilgi alanınına belki çok adım atıp zaman geçirmemiş 2 ayrı grubu bir araya getiriyor bu film ve o yüzden de bence oldukça geniş bir arkaplan sağlıyor izleyiciye.

Bu akşam da izleyicilerden soru almak üzere ikimizi biraraya getirdiler.

Dr. Bark’la beraber birtakım soruların üzerinden geçeceğiz birazdan ve muhtemelen sizlerin de merak edip öğrenmek istediğiniz konulara biraz daha açıklık kazandırmaya çalışacağız.

Dr. Toni Bark

Teşekkürler Sherri, harika bir giriş oldu bu.

Tekrar dinlemek iyi oldu benim için de, bunca ortak noktamız olduğunu unutmuşum hakikaten; acil servis deneyimimiz var ikimizin de mesela.

Ben Dr. Toni Bark.

Klasik homeopati ve beslenme odaklı bütünleyici tıp hizmetleri verdiğim özel muayenehanemde çalışıyorum ve son 6 senedir de otonom sinir sistemi regülasyonuna yönelik SKENAR tekniğini uyguluyorum.

Hekimliğe ilk çocuk doktoru olarak başladım.

Pediatri uzmanlığının ardından yan dal olarak da Kapalı Kafa Travması ve Omurilik Travmalı çocuklarla çalışmak istediğimi düşündüğümden 1 sene fiziyatri asistanlığında bulundum.

Fakat kendimi salt bu hasta popülasyonuyla sınırlamak istemediğime karar verdim ve
pediatri uzmanlığımı aldığımda, eğitim gördüğüm hastanenin Çocuk Acil Polikliniği’nin başına geçmem için gelen teklifi değerlendirdim, zira o ara acil servis başhekimimiz Şikago Üniv. Hastanesi’ne geçmişti. Yerine geçmem için beni önerdi ve göreve başladım.

Acil servis ve yoğun bakımda işimi gerçekten severek yapıyordum.

Klasik klinisyenlik bana göre olmadı hiçbir zaman, ister pediatrik ister başka branşta olsun.

Verdiğimiz onca ilaç yüküyle hastalara zarar verdiğimizi düşünüyordum çünkü.
Eğitimim sırasında hasta geliyor, kendisine bir ilaç veriliyor, daha sonra o hasta aldığı ilaca bağlı oluşan yan etki nedeniyle yeniden geliyor ve bunun için kendisine bu defa bir başka ilaç veriliyordu sürekli.

Ve yetişkinlere yönelik tıbbi uygulamalarda durum çok daha kötü olduğu için zaten ben de pediatri dalını seçmiştim.

Fakat pediatrinin de bu sorundan muaf olmadığını gördüm.

Acil servisin başında olduğum o dönem aşılamayı son derece destekler pozisyondaydım açıkçası.

Febril konvülsüyonlu çocuklar geliyordu mesela bize ve hatta bir de ani bebek ölümü vakası vardı ve bunların HEPSİ de aşı kliniğini ziyaretten sonraki 24 saat içinde gelişen vakalardı.

Fakat benim aşılara itimadım sonsuzdu, bize söylenenlerin doğruluğuna inancım tamdı; aşılar hayat kurtarıyordu, aşılar gerekliydi, çoğunluk için güvenliydiler, sürü bağışıklığı için lazımdılar…

Kliniğe gelip de çocuğunun aşıları tam olmayan anne-babalara çıkıştığım da vakidir.

Bunlar eskidendi tabii.

Bir süreliğine İsrail’de de yaşadım.

Geri dönerken İsrail’de edindiğim kedimi de getiriyorum tabii yanımda.

Ülkeye sokmak için kedinin aşılanması gerekiyor.

Sağlığı tamamen yerinde kedim, bütün o aşıları olduktan sonra– ki olması gereken aşıları 3 aya yayarak da yaptırmıştım– 1 aya kalmadan kalp üfürmesi ve astım geliştirdi ve dişleri çürüdü.

Tamamen dişsiz kaldı.

O noktada, acaba aşılar yapmış olabilir mi bunu diye düşünmeye başladım.

Acil servisi yönettiğim birkaç senenin ardından– oldum olası homeopati eğitimi almak istiyordum zaten, tıp okumaya başlamadan önce dahi ya akupunktur ya homeopati öğreneceğim diyordum kendi kendime– klasik homeopati eğitimi almaya başladım. Son derece zeki, araştırmacı, entellektüel bir grup doktorun arasında buldum kendimi, ancak gelingörün ki bu doktorların hepsi aşılara çekince koyuyorlardı.

Kaçık gözüyle bakıyordum ben tabii onlara.

Fakat hasta bakmaya başladığımda fark ettim ki, gelen çocukların anne-babalarından sürekli aynı şeyleri duyuyorum; çocuk aşı oluyor, 10 gün içinde astım başlıyor; veya egzema çıkıyor…

Homeopatik tedavilerini yapıyorum, iyileşiyorlar, sorun kalkıyor ortadan, sonra bakıyorsunuz birkaç ay veya bir sene sonra yeni bir aşı turundan sonra hastalık yeniden nüksetmiş, yine aynı şikayetle bana gelmişler.

Bunu gördükçe tamam belki aşılar herkese göre değildir düşüncesi yer etmeye başladı bende ama hala aşılar benim gözümde İYİ; muhteşemler, onca enfeksiyonel hastalıktan bağlı ölüm oranlarını düşürmüşler, sürü (toplum) bağışıklığının sağlanması lazım, aradan “bazı” çocuklar da olumsuz etki yaşayacak, ne yapalım.

Ve fakat, hastalarımdam bazıları işe bakın ki veterinerdi.

Thimerosal (cıva) konusunun varlığından bile ilk defa bu veteriner hastalarımdan biri, FDA 1983’te cıvayı hayvan aşılarından çıkardı deyince haberdar olmuşumdur mesela.

Çıkarmalarının nedeni de hayvanların ‘deli dana hastalığı’na yakalanmış gibi davranmasıymış, nörolojik olarak çok “tuhaf” davranışlar sergiliyormuş cıvalı aşıdan olan hayvanlar, normal davranmıyorlarmış.

Öyle büyük bir etki görülmüş ki, FDA hayvan aşılarından cıvanın çıkarılması için bizzat talepte bulunmuş ve çıkarttırmış da, düşünün artık.

Böyle böyle kendi muayenehanemde artık çocukları daha fazla aşılamak istemediğim kararına ulaştım, çünkü bazılarına dokunacağı belliydi bu aşıların…

Zaten ilaçla çalışmayı sevmememin nedeni de bu, kimse yan etki yaşasın istemiyorum.

O yüzden kendi hasta popülasyonumu aşılamama kararı aldım, sistemin bir parçası olmamak için de birinci basamak hekimlik pozisyonu yerine danışmanlık hizmeti vermeyi tercih ettim.

Böylelikle kendimi de bir yerde güvence altına almış oldum.

Ülkenin dört bir yanından hasta görüyorum; ya kliniğime geliyorlar ya da Skype üzerinden görüşüyoruz, tüm dünyadan bu şekilde gördüğüm hastam var.

2 saat sürüyor konsültasyonlarım, kullandıkları ilaçları bırakmalarına yardımcı oluyorum, remedy öneriyorum, takip edebilecekleri bir oyun planı sunuyorum hastalarıma.

O açıdan Sherri ile oldukça benzer çalışıyoruz.

Fakat yine de… Deprem sonrası tam 3 kez gittim Haiti’ye..

Kolera yüzünden gittim oraya ve afet tıbbı uygulamaları üzerine yüksek lisansa başladım.

Tıp fakültesinde verilen eğitimde bizden ‘grip aşısı klinikleri’ni modellememiz istendi, afetlere hazırlık projesi olarak istiyorlar bunu?!

Oturdum okudum onca çalışmayı, Cochrane Collaboration’ın grip aşıları ile ilgili değerlendirme raporlarını okudum.

Grip aşılarının pek bir işe yaramadığını herkes biliyor, ne diye bunu modelliyoruz ki diye düşünüyorum, anlam veremiyorum bu işe.

Çıkardığım ilk yayın böylelikle grip aşısı üzerine oldu ve tavşan deliğine inip iz sürerken buldum kendimi ve bu daha yakın bir süre önce olmuş bir olay, 2010’da oluyor bunlar, tavşan deliğinden aşağılara indikçe karar alıcı mercilerdeki ayak oyunları, yolsuzluklar, menfaat ilişkileri, federal devletin aşı konusunda danışmanlık görevinde bulunanlara yönelik kanunlarının nasıl çiğnendiği,
tamamen görmezden gelinen bilimsel gerçekleri keşfettim.

Hatta ‘Aşı Tazmin Programı’ndan bile haberim yoktu o ara?!

Duymamışım bile düşünebiliyor musunuz?! Acilde Pediatri uzmanı olarak çalışmışım ve aşı için tazminat verildiğinden haberim olmamış, ama tutup afet tıbbı yüksek lisansında “grip aşısı” modellemesi yaparken(!) öğreniyorum ancak bu programın varlığını!

Ve bu noktada uyanış başlıyor benim adıma, ortada büyük bir problem var, zira grip aşısı ile ilgili problemlerin herhangi biri diğer aşılar için de geçerliyse şayet,
doğru bildiğimizi zannettiğimiz her şeyi sorgulamamız gerekiyor, en azından benim için durum böyleydi.

Çünkü grip aşısı nereden bakarsanız bakın, çoğu durumda sıfır fayda ve ziyadesiyle risk manasına geliyor.

Aşılama konusunda ilk derinlemesine araştırmaya giriştiğim dönem buydu işte.

Oradan hızla GARDASIL aşısına geçip yüksek lisans programındaki toplum sağlığı derslerinde bu aşıyla ilgili problemleri hararetle anlatmaya başladım.

Bu eğitim sırasında Cochrane Collaboration’ın başındaki Tom Jefferson, grip aşısının faydalarının şişirmeden başka bir şey olmadığı, CDC’nin gripten 62,000 ölüm gösterdiği 2003 senesi istatistiklerini incelediğinde, teyit edilmiş gerçek rakamın nasıl 18 ölüm olduğu gibi resmi makamların çarpıtmaları hakkında yazılar çıkaran post-doc Peter Doshi gibi isimlerle telefonda mülakatlar gerçekleştirdim.

Bu isimlerle birlikte [HPV aşısı Gardasil’in klinik deneylerini yürüten doktor] Diane Harper, Stephanie Seneff ve filme dahil olmak isteyen diğer pekçok isimle görüştüm.

Bu isimlerin pekçoğuyla tanışıklığım işte 2010-2012 döneminde tamamladığım afet tıbbı yüksek lisans programında dayanıyor.

Çünkü özellikle de grip aşısının yarardan çok zarar verdiğine yönelik bulgularımı kendisiyle paylaştıktan sonra bölüm başkanımız beni araştırmaya ve resmi teamülleri sorgulamaya devam etmem konusunda cesaretlendirmişti, zira ortada problem olduğu belliydi.

-anlaşılmıyor-

Bought’ta yer alma hikayem böyle başladı işte. Yaptıkları basın açıklamasını görünce Jeff Hayes’in basın danışmanını aradım, kendisine yakın zamanda hem Gary Null’ın belgeselinde hem de endüstrideki maddi menfaat ilişkileri üzerinde çekilmiş İngiliz yapımı bir belgesel de yer aldığımı söyledim ve filmlerinde bana yer vermelerini istedim.

Daha sonra bana ulaşıp çekim yaptılar ve bundan bir iki hafta sonra da beni arayıp
“bu arenada yüzün yeni, konuyla ilgili master yapmışsın, müthiş bilgilisin, bunca insanla konuşmuşsun, gel bizimle birlikte çek bu filmi, şoför koltuğunda ol, madem bunca isimle irtibatın olmuş değerlendirelim bunu, bu insanların öykülerini aksettirelim perdeye” dediler.

‘Bought’ filminde yer alış hikayem bu işte.

Şimdi, şöyle yapalım, elimde dinleyicilerden gelen 13 soru var, bunlardan birkaçını Dr. Tenpenny’ye yöneltmek istiyorum, ki zaten birincisine yanıt vermiş de olsu kendisi.

Dr. Tenpenny, buna yanıt verdim diye düşünüyorsanız belirtin lütfen, bu soruya bir doktordan yanıt almayı çok isterim zira.

Sorumuz: “Diğerlerine göre daha güvenli olan aşılar var mı?”

Ve burada hayvan aşıları değil, zannedersem insanlara yönelik aşılardan bahsediliyor.

Buna zaten yanıt verdiniz gibi geliyor bana ama yine de yeniden yanıtlamak istersiniz belki.

Dr. Sherri Tenpenny

Ben hiçbir aşının güvenli olduğunu düşünmüyorum, hiçbir koşulda ve şekilde hem de…

Hep dediğim gibi, az da olsa zehir hala zehirdir.

Bedene zerk edilen şey sonuç itibariyle zehir, aşılarda kullanılan maddelere baktığınızda yine, aralarında zehir var.

Birkaç sene önce “yeşil aşı istiyoruz” hareketini gördük mesela, ancak böyle bir şey mümkün değil!

Çünkü tüm aşılar için baktığınızda salt üretim prosesi için kullanılan 63’ün üzerinde farklı kimyasal sözkonusu.

Farklı oranlarda da olsa aslen herbirinde alüminyum ve formaldehid gibi katkı maddeleri mevcut.

O halde siz önerilen tüm bu aşıları olduğunuzda, vücuda 63 ayrı kimyasalı doz doz almış oluyorsunuz ki bunların birçoğu MİLİGRAM ölçüsünde kimyasallar.

O yüzden “bu daha güvenlidir” diyebileceğiniz bir aşıdan bahsedemiyoruz, çünkü bu “acaba 1. seviye fırtına, 1. seviye kasırgadan daha güvenli midir?” diye sormaya benziyor.

Sonuçta her ikisi de oldukça büyük zarar oluşturma potansiyeline sahip bunların.

O şırıngadan vücuda aldığınız şeyin SİZE DAİMA ZARAR VERME İHTİMALİ OLDUĞUNU BİLECEKSİNİZ,

HANGİ YAŞTA OLDUĞUNUZ DA FARK ETMEZ.

Bu akşamki soru listesinde yok bu ancak, insanların çoğu zaman şöyle akıl yürütüyorlar; biraz daha geç olsam aşıları, ya da çocuğumu biraz daha büyüdüğünde aşılatsam aşı daha az tehlikeli olur mu?

Pek sayılmaz, çünkü aşı yaşa bakmıyor.

Aşı yüzünden özürlü hale gelmiş, hayatları tam bir enkaza dönüşmüş pekçok yetişkin hastam oldu bügüne kadar.

Bu son GARDASIL aşısının sakatladığı, çeşit çeşit sağlık sorunları yarattığı bluğ çağındaki çocukları görüyoruz şimdi de.

O yüzden, bebek biraz daha büyüyünceye kadar aşıları ertelemek, aşıları daha güvenli kılmıyor.

Aşıları teker teker verme konusu; en azından aşılar teker teker verildiğinde herhangi bir reaksiyon olduğunda hangi aşıdan kaynaklandığını anlayabilirsiniz.

Fakat teker teker yapınca da daha güvenli hale gelmiyor aşılar.

Ancak tabii aynı anda çoklu aşılama yapmanın tehlikeyi kesinkez arttırdığı da bir gerçek.

Sonuç olarak, sözkonusu hangi aşı olursa olsun, birer birer yaptırıyor olsanız dahi hepsinde aşılamanın felaketle sonuçlanma ihtimali var.

Dr. Toni Bark

Evet, çok iyi bir noktaya temas ettiniz. Ben de belirtmek isterim ki dinleyicilerimize, kısa süre önce federal ilaç ve gıda dairesi FDA’nın aşı danışma kurulu üyelerinden biriyle yaptığım görüşmede, TÜM AŞILARDA KONTAMİNASYON OLDUĞU bilgisini verdi kendisi ve o zamandan beri, aşı üretme işinde olanlardan bana gelen haber bültenlerinde, aşılardaki PRION‘ların ve daha önce var mı diye kontrolü dahi yapılmayan virüslerin aşı son ürününe karışma riskini minimize etmek amacıyla geliştirilen yeni teknolojilerin haberlerini okuyorum.

Ve bu bayanın bana söylediği şey ise şu: Aşılarda neyin olup neyin olmadığını görmek için ÖNCE bakmanız, bir şeyler var mı diye kontrol etmeniz lazım.

Bakmıyor, kontrol etmiyorsanız, tıpkı bu Polio aşılarında çıkan maymun virüsleri ve Rotavirüs aşılarındaki domuz virüsü gibi fark etmiyorsunuz dahi kontaminasyonu.

Gardasil de buna iyi bir örnek aslında.

Merck firması prezantasyon için FDA’ya gittiğinde aşıda HPV (insan papilloma virüsü) DNA’sı olmadığını söylüyor mesela.

Aşı piyasaya çıktıktan SONRA bağımsız bir patolog 13 aşı partisini kontrol ediyor ve HEPSİNDEN HPV DNA’sı çıkıyor.

Yani aşı kontaminasyonun bir diğer boyutu da, başka canlı türlerine(!) ait virüslerin de insan bedenine tanıtılması oluyor.

Çünkü aşıların büyük bölümü maymun böbreği hücrelerinde, ONKOJENİK (kanser hücrelerinden elde edilmiş, sürekli bölünüp çoğalmaya devam eden) hücrelerde kültürleniyor.

Kullanılan maymunların en bilineni makak maymunları, en çok bunlardan alınan doku ve hücreler kullanılıyor ve bir de yeşil maymunlar var.

Ve tabii Rotavirüs aşısına karışmış bir de domuz virüsü var.

Aşılarla vücuda zerk edilen bu ‘zoonotik’ (yani hayvanlardan bulaşan) virüslerin insan doğasına etkisini bilmiyoruz bile.

Genetik yerine bugünün ‘EPİGENETİK’ konseptine göre düşünürsek zaten; genlerin dışarıdan gelen etkilere göre aktifleştiğini veya etkisiz hale geldiğini, bunun da milyonlarca farklı seçeneği olduğunu, içinde yaşadığımız çevresel şartların genlerimizi sürekli kapatıp açtığını bilir ve aşılamayla şu an ne yapmakta olduğumuzu bu bağlamda kesinlikle bilmeden hareket etmekte olduğumuzu, bunun koskoca bir deney olduğunu anlarız.

Dr. Tenpenny’nin söylediklerine geri dönecek olursak, aşıların güvenli olduğunu söylemek zor, zira pekçoğunda kontaminasyon veya en azından kontaminasyon ihtimali olduğu açık.

Sherri, acaba AŞILANMAMIŞ çocukların sağlık durumlarını gösteren hiç çalışma var mı bildiğin?

Dr. Sherri Tenpenny

Gayriresmi birtakım çalışmalar var yapılmış olan, bunlar küçük çaplı ve sağlık durumunu anlamak için anket yöntemiyle yapılmış çalışmalar…

Bunlardan biri 2011’de Alman araştırmacıların yapmış olduğu bir çalışma; anket çalışması ile 0 – 19 yaş grubundaki 8000 aşısız çocuğa ait verileri topluyorlar

–Toni Bark: Bu çok da küçük bir çalışma sayılmaz aslında?–

Hayır değil, bu uzunlamasına yapılmış bir kohort çalışması, belirli bir süre takip ediliyor katılımcılar ve elde edilen sonuçlara göre AŞILANMIŞ çocuklarda geniş skalada hastalık ve bozukluk AŞISIZLARA oranla 5 kat daha fazla görülüyor.

Birkaç yıl önce yine anket tipinde yapılmış ‘Generation Rescue’ çalışması var mesela, onda da özellikle aşılanmış ERKEK çocuklarda ASTIM ve ALERJİ oranları aşısız erkek çocuklara göre fazla çıkıyor.

Ebeveyn insiyatifli bu kuruluş, belirli bir süre devam edecek bu çalışmayı batıdaki 3-4 farklı eyalette birden yapabilmek için kendi çabalarıyla 300,000 dolar bağış topluyor o dönem.

Bunların dışında daha küçük çapta yürütülmüş, gayri-resmi çalışmalar da var, fakat işin can sıkıcı noktası CDC’nin yıllık ONMİLYARLACA doları bulan bütçesine rağmen aşılı ve aşısız çocukların sağlık durumlarının karşılaştırıldığı çalışmayı, ORTAYA ÇIKACAK SONUCU BİLMEK İSTEMİYORLAR diye yapmayı reddetmesi!

Hani sen ‘aşıda da bir şeyin/sorunun olup olmadığını ancak bakarsan(!) görürsün’ dediğini aktarmıştın ya bir araştırmacının Toni, işte burada da aynen siz eğer sorunun yanıtını bulmak İSTEMİYORSANIZ; AŞISIZ çocuklarda dikkat eksikliği, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, astım, alerjiler, egzema, insülüne bağımlı (tip 1) diyabet, römatoid artrit, sonu gelmez nörolojik hastalıklar listesi ile otoimmün hastalıkların DAHA AZ olduğu gerçeğini bulmak İSTEMİYORSANIZ, o zaman bunu gösterecek anket olsun, bir tür araştırma projesi olsun zinhar yaptırmayacaksınız, cevabı aramayacaksınız dahi demektir.

Ve bu duruşlarını maskelemek için sığındıkları bahane de “efendim, çocukları hastalıktan koruduğu bilinen(!) bir tıbbi tedaviyi uygulamayarak aşısız çocuklar üzerinde bu tür bir çalışma yapmak tıp etiği ile bağdaşmaz” savı.

Ahlaki bir tutum olmazmış bu.

Saçmalıktan başka bir şey değil bu tabii.

Bir diğer nokta da, ki Toni eminim benim kadar sen de biliyorsundur bunu, aldığımız telefonlardan, emaillerden, Facebook paylaşımlarından çocukları HİÇ aşılanmamış BİNLERCE aile olduğunu ve bu çocukların çoğunun hayatlarında belki de tek bir kere bile antibiyotik yüzü görmemiş, sapasağlam çocuklar olduğunu biliyoruz.

Anne-babalar arıyor bazen beni ve şöyle diyorlar: “Aşısız çocukların sağlık durumuna bakan bir çalışma yok mu? O çalışmaya sokup ne kadar sağlıklı olduklarını göstermek istiyorum ilgililere.”

Hep söylediğim ve tüm samimiyetimle de inandığım şey şudur:

“Aşılar, sağlık endüstrimizin ekonomik maliyet etkenidir .”

Aşılamaya doğumda başlarız biz ABD’de; Hepatit B ve K vitamini enjekte ederiz.

Ardından 2, 4 ve 6. aylarda bir ordu aşı daha eklenir listeye, ki baktığınızda bebeğin bedenine daha 6. ayında 80’e yakın aşı antijeni ile birlikte MİLİGRAM ÖLÇÜSÜNDE farklı kimyasallar zerk edilmiş olur.

Alüminyumu vücuttan temizleyecek organ olan böbreklerin olgunlaşmaya başladığı(!) noktadır bu 6. ay aslında, kaldı ki safra kesesi ile böbrekler çocuklar 2 yaşına(!) gelinceye dek olgunlaşma sürecini tamamlamazlar bile.

Bu koklayama kıyamadığımız minik bedenlere bunca hayvan DNA’sını, bunca kaçak (dışarıdan istemeden karışmış) virüsü, kullanılan ‘albumin’ vasıtasıyla bir de insan DNA’sını enjekte etmiş olduk ve işe bakın ki bu bebeklerin hatırı sayılır bir bölümü bu noktada(!) hasta düştü?!

Her ne kadar aşı endüstrisi, “Ah fakat biz ilaç endüstrisinin en küçük kolektif sektörüyüz” diyorsa da, –ki ben bu konuyu araştırmaya başladığım yıllarda 10 MİLYAR dolarlık bir endüstriyken şu an 2020’de 42 MİLYAR dolarlık bir endüstri olacaklarını açıklamış durumdalar– burada sağlık sektörü için asıl TRİLYON DOLARLIK sermayeyi yaratan faktör, aşıdan sonra geliştirilen hastalıklar için yazılan dünya kadar İLAÇ ve salt aşı dışında bir başka sebep bulmak(!!) için yaptırılan onlarca TIBBİ TAHLİL ve TETKİKTİR.

Salt doktorunuz, “Hay Allah, sanırım çocuğunuz aşıdan dolayı olumsuz bir reaksiyon geliştirdi, bundan sonrakileri olmasın” DEMEDİĞİ için — çünkü HAŞA, kutsal aşılar zihhar çocuğunuzun hastalığının sebebi olamaz biliyorsunuz ki?!– çocuğunuzu alıp o uzmandan bu uzmana kapı kapı dolaştırır, o MRI senin bu (alt/üst) gastro-enteroloji testi benim yaptırır, aşıdan sonra çocuğunuzda başgösteren HASTALIKLARIN nedenini bulabilmek için yaptırmadığınız kan tahlili bırakmazsınız.

Dr. Toni Bark

Çok güzel bir noktaya temas ettiniz.

Baktığınız zaman görünen tablo korkutucu hakikaten de.

Tüm bunların kasıtlı yapıldığını asla düşünmem fakat örneğin “SIMPSONWOOD Dosyaları“nda ortaya çıkan– bilmeyen dinleyiciler için geçmişte CDC’nin düzenlediği GİZLİ bir toplantı bu SIMPSONWOOD, hani böyle demek istemiyor insan ama sonuçta CDC’nin kendi resmi yerleşkesi dışında endüstri temsilcileriyle biraraya gelip yaptığı bir toplantı bu.

Kendi binaları dışında yapmalarının sebebi de bizce toplantıda açığa çıkacak bulgular gizli tutulabilsin, Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası kapsamında açıklanmak zorunda kalınmasın diye hatta.

Fakat tabii bu takdik de işe yaramıyor ve sonuçta 10 yıllık zaman aşımından sonra insanlar yine aynı kanundan yararlanarak toplantı tutanaklarını ele geçiriyorlar.

Fakat bu SIMPSONWOOD toplantısında özel olarak THIMEROSAL (etilcıva), aşılarla ilgili bazı sorunlar ve otizm konusu ele alınıyor.

Kendi tutanaklarına göre bu toplantıda ortaya çıkan gerçek şu:

Thimerosal maruziyeti ne kadar erken gerçekleşirse–ki kesinlikle otizmin tek(!) nedeni olduğunu düşünmüyorum bu cıva maruziyetinin şahsen, ancak bazı çocuklar için otizme nedenlerinden biri olduğu kesin– cıvaya maruziyet doğuma ne kadar yakın gerçekleşirse OTİZM riski de o denli artıyor.

Ve fakat aynı(!) toplantıdan çıkan tavsiye kararı ne oluyor?
Gebelere(!) GRİP aşısı önerilmeye başlanması!?

Şimdi burda bir durup düşünmek lazım. Grip aşısında Thimerosal olduğunu biliyoruz, ne kadar erken alınırsa thimerosalın otizm riskini o kadar arttırdığını da biliyoruz, o halde thimerosal’ı gebelikte vuralım diyoruz?!

Burada insan bir durup düşünüyor hakikaten, tam olarak ne yapmaya çalışıyorlardı bu toplantıda diye.

Dr. Sherri Tenpenny

2004’ün Mart ayında katıldığım bir konferanstan bahsedeyim sana Toni…

Bu dünyanın ilk uluslararası YENİDOĞAN AŞILAMASI konferansıydı ve Washington DC’de düzenlenmişti.

Bildiğim kadarıyla o konferans bu konudaki hem ilk hem de son toplantı oldu, bir daha da yapmadılar.

“Hey Allahım, şimdi de yenidoğan dönemine daha fazla aşı doldurmaktan mı bahsedecekler yoksa?!” diye düşünerek gittiğimi hatırlıyorum o konferansa.

Gittim, en arkaya geçtim ve bol bol not tuttum.

GEBELERE yönelik GRİP aşısı uygulamasından bahsediliyordu konferansta.

Uzman paneli diye masaya oturttukları insanların aralarında geçen konuşmalar şöyleydi:

“Kadın doğumcu ve Jinekologları kalkıp gebelere grip aşısı vurmaya ASLA ikna edemeyiz; gebelere bir Tylenol veya Aspirin veya bir antihistamin bile verilemiyorken, ASLA yanaşmaz kadın doğumcular buna!”

“Hayatta ikna olmazlar, tabii bir şekilde CENİNİ “Aşı Mağduriyeti Tazmin Programı” [VICP] kapsamına sokar da bir şey olduğu takdirde anne-babaların grip aşısını suçlayıp “Ulusal Aşı Maluliyeti Tazmin Programı” [NVICP]’na tazminat için başvuru yolunu açarsak, o zaman iş başka!”

Aralarında, yok hayatta olmaz bu iş diye böyle konuşurlarken birden biri mikrofonu alıp şöyle dedi:

“Gebeyken gribe yakalanıldığı takdirde gebelik süreci zora girmiyor mu, gebeler bazen hastanelik olmuyorlar mı?”

İşte o noktada tüm panel, kadın doğumcuları gebeleri aşılamaya ikna etmede kullanacakları argüman işte budur diye hemfikirdiler.

Ne bilimle alakası var alınan bu kararın, ne güvenlikle ilgili bir çekince var, ne de yapılmış herhangi bir araştırmaya filan dayanıyor bu karar, ne de acaba bu aşı gebeleri gerçekten gripten filan koruyacak mı diye düşünen var, zira grip aşısının hiçbir işe yaramadığı zaten biliniyor?!

Tek düşündükleri şey, kadın doğumcuları bu aşıları gebelere vurmaya ikna için izlenecek STRATEJİNİN bulunması!

Ve aynı konferansta dillendirdikleri bir başka şey de, [eski] TAM HÜCRE BOĞMACA aşısının yeniden yenidoğanlara vurulmaya başlanması gerektiği idi, nedeni de, nefes borularının darlığı nedeniyle boğmacanın en çok sorun oluşturabileceği 0-3 ay arası dönemde bebekleri boğmacadan korumakmış.

Bunu konuştular, ayrıca bir RSV [Respiratuar Sinsisyal Virüs] aşısı geliştirmeye çalıştıklarından da bahsettiler aynı konferansta.

Paneldeki uzmanlar bunun için de, “Valla, RSV için anne-babaları ikna etmemiz pek mümkün değil, zira öyle sık görülen bir şey değil bu,” “RSV’ye bağlı ölüm oranı da yok denecek kadar az”. “Fakat çok ciddi sonuçları olabilir(!) diye anne-babaları KORKUTTUK MU, enfeksiyonu kapmış çocuklara RSV aşısını da dozu 3000 DOLARDAN yaparız, hani madem bunu ÖNLEYECEK bir aşı yapamıyoruz, o zaman biz de fiyatı yüksek tutar, ihtiyacımız oldukça yaparız bu aşıyı da.”

Yine, Hepatit B pozitif annelerden doğmuş bebeklerdeki Hepatit B oranlarıyla ilgili konuşuldu o konferansta…

Tüm tıp camiası ezelden beri bunu en büyük risk faktörü olarak görür;

Hepatit B’li anneden doğan çocuk elbette doğar doğamaz Hep-b aşısı ile aşılanmalı, yanında HBIG dedikleri bir de hep-B immün globülini verilmelidir, zira bu çocukların hepsi hani neredeyse aktif Hep-B enfeksiyonu ile dünyaya gelecek demektir.

Halbuki konferansta uzun uzun sundukları verilerde bunun neredeyse hiç olmadığını anlattılar?!

Bu çocukların Hepatit B antikoru geliştirdiği yaş aralığı 2 ila 4 yaş arası ve bu da bir RE-INFECTION, yani ilkinden bağımsız, yeni bir enfeksiyon! Doğumla hiç alakası bile yok yani!

Ve bu Hepatit B virüsünün daha plasentayı geçip geçmediğinden bile emin değiller!

Buna rağmen doğumda aşıyı yine de veriyorlar bebeklere işte…

Dr. Toni Bark

Evet, hatta Asya’dan 1 yıl önce çıkan çalışmaya göre de [Hep-B+ anneden doğup da] doğumda Hep-B aşısı olan çocukların, olmayanlara göre tıbben daha kötü durumda oldukları ortaya çıktı!

Tüm detaylarını hatırlamıyorum çalışmanın ama aşılarla ilgili yapılmış diğer çoğu araştırmada olduğu gibi akla mantığa sığmayan işler yaptığımızı ortaya koyuyordu.

Bu uygulamayla bebeklerin sağlığına katkı yapıldığını düşünürsünüz fakat hayır, bunun tam tersinin olduğunu gösteren bir çalışmaydı bu.

Fakat bu bahsettiğin konferans hayretler içinde bıraktı beni Sherri?!

Akıl alır gibi değil! Biraz başa saralım mı burayı? Kimlerin katıldığı bir konferanstı bu?
Bir defa düzenleyip bir daha tekrarlamamalarındaki amaç nedir?

Bu konuda daha fazla verebileceğin bir bilgi var mı?

Dr. Sherri Tenpenny

Neden bir daha tekrarlamadıklarını bilmiyorum fakat katılımcılar tamamıyla CDC çalışanları ve aşı araştırmacılarından oluşuyordu.

Dr. Katz ve eşi, ki kendisi New York’taki hastanelerin birinin pediatri bölüm başkanıdır, oradaydılar.

Odadaki tek aykırı kişi bendim; düşman hatlarına gizlice sızıp ortamı işgal etmiş gibi hissettim kendimi.

Bu noktada biraz konu dışına çıkıp bir hikaye anlatmak istiyorum kısaca…

Orada bir bey Hepatit B ile ilgili konuşmasını yaparken, mikrofona yürüyüp kendisine ve salona “bana bu bir RE-ENFEKSİYON gibi geliyor” dedim.

Bunun üzerine biraz bu noktadan bahsetti ve konferansın sonunda yorum ve izlenimlerini aktarmak isteyen olup olmadığı soruldu, kendime hakim olamadım tahmin edersin ki.

Dr. Toni Bark

-Elbette!

Dr. Sherri Tenpenny

3 gün boyunca orada oturup tüm sunumları izlemişim, çıktım mikrofona ve gayet yavaş, sakin fakat kendinden son derece emin, net bir tavırla dedim ki, “Duvarda sergilenen tüm bu prezantasyonlar, tüm bu dialarda, VERİ NOKTALARI üzerinden konuşuyorsunuz.”

“O veri noktaları insanların ÇOCUKLARI!”

“Gözlerinin nuru bebekleri!”

“Ve siz burada kalkmış şu noktadan bu noktaya yükselmiş veya azalmış veri noktacığı kümelerinden bahsediyor, bu ÇOCUKLARA biraz daha bir şeyler enjekte etmek için neler yapacağınızdan bahsediyorsunuz!”

Bu şekilde herhalde bir 10 dakika konuşmuşumdur.

Baştan başa halı kaplı büyük bir konferans salonundayız ve o halıya iğne düşse sesi duyulacak denli sessizleşti ortam, düşün…

Sonra gidip 3 gündür yanyana oturduğum bayanın yanındaki herzamanki yerime geçtiğimde kimse benimle herhangi bir ilişkisi olduğunu zannetmesin diye oturduğu yerde benden uzağa doğru öyle bir kaykılışı vardı ki, görmeliydin…

Hani neredeyse komikti verilen tepkiler.

Buradaki konuşmamızın teması da esasında bu; BU endüstrideki HERKES, hizayı asla bozmadan, ne sağa ne sola ne aşağı ne yukarı başını dahi çevirmeden, UYGUN ADIM MARŞ, AYNI HEDEFE, AYNI MANTRA EŞLİĞİNDE ASKERİ NİZAMDA YÜRÜYOR.

YANLIŞ YAPTIKLARINI BİLSELER DAHİ(!) BU BÖYLE!

Dr. Toni Bark

Askeri nizamda yürüyüş benzetmesi kesinlikle doğru ve evet haklısın, eminim yanlış olduğunu gören, bilen insanlar da var fakat mesleki eğitim sırasındaki endoktrinasyon öylesine güçlü ki?!

Biliyorsun sen de nasıl olduğunu. Muazzam güçlü hem de…

Sorgulamana İZİN DAHİ OLMAYAN konulardan biri bu.

Statinleri ele alalım mesela… Bu ilaçları sorgulayabilirsin, tamam insanlar sana deli gözüyle bakar ama sonuçta kimse tutup da seni bu yüzden “parya” (istenmeyen adam) ilan etmez.

Oysa TALEBELİKTE veya ASİSTANLIK döneminde tutup AŞILAMAYI SORGULAMAYA KALKMAK demek, GRUP DIŞINA İTİLMEN, TAMAMEN DIŞLANMAN DEMEK.

Bunun sorgulanması bile kesinlikle yasaktır, sen de sorgulamazsın!

O yüzden bu konuda sesini çıkaran fazla insan bulamazsın ortalıkta.

Su çiçeği aşısının rutin takvimde işi olmadığını söyleyen bir iki hocam olmadı değil asistanlığımda mesela çünkü tüm aşılar beraberinde ölüm veya ağır hastalık riskiyle geliyor sonuçta ve ‘su çiçeği’ asla aşının taşığıdığı riskleri almaya değmeyecek bir hastalık.

Bu aşıyı ancak kimin için kullanabilirsin; hastalık etmeniyle temas etmiş kanserli veya immün yetmezliği olan çocuk olur bu aşıyı mesela.

26 yaşımda pediatri İntörnüyüm ve eğitimimin 10. gününde su çiçeği geçirdim.

Tuhaf ama çocukken geçirmemişim ve intörnken yakalandım su çiçeğine.

O yüzden çalıştığım kanser koğuşunda yatan bütün çocuk hastaları ‘deneysel’ su çiçeği aşısıyla aşılamamız gerekti.

Oradaki uzman hekim de bu aşı asla rutin olarak önerilecek aşı değil, hepsinin riski var sonuçta demişti.

Hele su çiçeği gibi sağlıklı çocukta basit ve selim bir hastalık için çocukların sağlığını bu aşıyla niye riske edeceksin ki?

Sonuç olarak, doktorların askeri nizamda hareket ettikleri kesinlikle doğru ve bana kalırsa insanlar GERÇEĞİ BİLMEK DAHİ İSTEMİYORLAR.

boughtArada biraz bir parça gerçek kaçtığı anda gözlerine derhal sımsıkı yumuyorlar ki daha bir şey görmesinler.

Bana şöyle diyen pediatristler var: “Bilmek istemiyorum! Gerçeği bilmeyeyim daha iyi yoksa şu ana kadar yaptığım HER ŞEYİ değiştirmem gerekecek, hayatım zorlaşsın istemiyorum.”

Bu yüzden de konuyu bütünüyle araştırmaktan kaçıyorlar çünkü

1. Hakikaten de gerçeği öğrenmek hayatlarını zorlaştıracak, bunu sen de ben de gayet iyi biliyoruz
2. Gerçeği öğrendiği takdirde ortaya çıkan birtakım Egodistonik [Ego’nun istekleriyle uzlaşmayan] duygular sözkonusu;

“Aman Allahım, aşı vurup duruyorum. Ölen o çocuk, acaba ben mi neden oldum?” gibi rahatsız edici duygular açığa çıkıyor.

Fakat bence hekim ve hemşirelerin ÇOĞU henüz gerçeği bilmiyor.

Bilmiyor, bilmek istemiyor ve CDC bir tavsiyede bulunuyorsa, İLLAKİ BİLİMSEL TEMELİ VARDIR’a, illaki gerçektir ve endüstrinin etkisinden bağımsız alınmış kararlardır’a samimiyetle, bütün kalbiyle inanıyor.

Bence sağlık camiasının büyük çoğunluğu hakikaten de mantraya TÜM KALBİYLE İNANAN ve salt bilgi CDC’den geliyor diye hiçbir şekilde sorgulamadan kabul eden insanlardan oluşuyor.

Sence de öyle değil mi?

Dr. Sherri Tenpenny

Evet, doğru söylüyorsun.

Tamamen hemfikir olduğum tarafı sözlerinin;

Bir hekim Pazartesi sabahı diyelim BOUGHT veya GREATER GOOD veya aşılarla ilgili problemleri ifşa eden bir başka filmi seyrettikten sonra ofisine adım atmış olsun…

Ve seyrettikleri bu hekimde hani sadece minik bir parça merak uyandırmış olsun ki tutup hiç olmayacak yeni(!) bir şey yapmaya, açıp bir ‘AŞI ÜRÜN BİLGİSİ‘ okumaya karar versin—gülüşmeler— o metni okuduktan sonra gitsin ofise, hasta dosyalarına şöyle bir bakıp bir “Vay Canına!” desin…

“Astım, nöbetler, ani bebek ölümleri, kanser…”

“Tüm bunlarda şayet ufacık dahi olsa bir payım olduysa, özellikle de istememelerine rağmen aşıyı olmaya zorladığım o anneler…”

O noktada olması gereken(!) şey, o hekimin dizlerinin üstüne çöküp Tanrı’dan onu bağışlamasını dilemek, ardından ayağa kalkıp o odaya sırtını dönerek ‘bir daha tövbe, artık bunun bir parçası olmayacağım!’ demesi lazım…

“Çalışıp öğrenip yeni beceriler edinmem lazım.”

“Anne-babalarla diyalog kurmam lazım.”

“Beslenme, yaşam tarzı, vitaminler, gıda destekleri, HOMEOPATİ öğrenmem lazım.”

“Bir şeyleri değiştirmem lazım çünkü O ŞIRINGADAKİNİN NE OLDUĞUNU BİLE BİLE TIP İCRA ETMEM İMKANSIZ.”

“İsterse 100 kişiden 1’i olsun, ofisimde 60,000 hasta kaydı var, vay canına, bu da nereden baksan 60 ile 100 çocuğun zarar görmüş olması demek?!”

Bu insanların bu vicdan azabıyla yaşamaları mümkün mü?!

Hiçbir şey görmedim, duymadım şeklinde KATEGORİK RET pozisyonunda yaşamak daha katlanılabilir bu insanlar için.
Hatta aynının bazı ANNE-BABALAR için de geçerli olduğunu düşünüyorum:

İlk çocuğun bütün aşılarını vurduruyorlar, dünyanın sağlık problemiyle karşılaştıktan sonra sorgulamaya başlıyorlar.

İkinci çocuğu daha az aşılatmak zorunda kalıyorlar. Üçüncü ise HİÇ aşılanmıyor.

Ve bazen de İLK çocuğu aşılatmadan önce aklımız neredeydinin getirdiği vicdani azap ve suçluluk duygusu altında eziliyorlar.

Kaçmak, bu suçluluk duygusuyla yaşamaktan daha kolay.

Bu anne-babalar “Yok canım, aşılar kötü bir şey yapmıyor ki, ben doktorumuza GÜVENİYORUM. Doktorumuz aşılarla ilgili her şeyi biliyor!” diyor.

Halbuki çocuk doktorları bir şey bilmiyor!

Ve bu şekilde kendimizi uzun, dolambaçlı yollarda bulmuş oluyoruz.

Senin, benim, Dr. Suzanne Humphries, Dr. Mayer Eisenstein gibi bir avuç hekimin çabaları umuyorum sonuç verecek ve anne-babalar bu zinciri kırıp çocukları için HAYIR diyecekler inşallah.

Anne-babalar: Tek yapmanız gereken aşılara HAYIR demek.

Sağlıklı yaşamak için yapabileceğiniz dünya kadar başka şey var.

Dr. Toni Bark

Kesinlikle. RSV aşısından bahsetmiştin ya, aslında bu zannettiğinden daha yaygın görülüyor.

2 sene önce ağır bir grip sezonu yaşanmıştı; tabii “GRİP”ten kasıt ‘INFLUENZA-BENZERİ HER ŞEY” demek oluyor,

Dr. Sherri Tenpenny: -Evet, kesinlikle.

İnsanların anlamalarını istedim o noktayı. Ve grip o sene normalden daha fazla görüldü.

Hangi yıl bakarsanız bakın, grip şüphesiyle gelen insanlar test edildiğinde, bakılan 100 kişiden ortalama ancak %7’si gerçekten influenza (grip) çıkar normalde.

Fakat o yıl %17’ydi bu oran.

Ancak aynı yıl insanların %32’si RSV pozitif çıkıyordu bir de!

RSV’ye yani ‘Respiratuar Sinsisyal Virüs’e bakacak olursanız şayet, bu virüsün orijinal ismi “SIMIAN VAXOMA VIRUS” idi.

Ve bu, POLİO aşılarıyla insana tanıtılmış MAYMUN virüslerinden biri aslında.

Dr. Sherri Tenpenny: İlginç hakikaten.

Aynen. Ve işin MADDİ tarafına bakacak olursak, pediatri bölümünde KIŞIN öyle çok çocuk yatardı ki RSV’den ve o yıllarda ‘epinephrine’ verirdik çocuklara, umarım artık bu verilmiyordur, hatta sanırım artık Arbidol kullanıyorlar bunun için.
Neyse, biz o yıllarda ‘Racemic Epinephrine’ verirdik. Çocukları çadıra alır buhar verirdik. Morbiditeyi düşünebiliyor musun o durumda?

Tamam, ölüme yol açmıyordu bu ama birsürü yan hastalık çıkıyordu bu uygulamadan, eh bu da dünyanın harcaması demekti tabii.

Ve bu, maymundan insana POLİO aşılarıyla bulaştırılan “simian” virüslerinden biri çıkıyor, tabii “maymun virüsü” demek istemiyorlar adına, insanlar iyi de ben bunu nerden kapmış olabilirim diye sormaya başlayabilirler, o yüzden adını “Respiratuar Sinsisyal Virüs” diye değiştiriyorlar.

Bunun gibi daha nice örnek var aslında, fakat bu minik parantezi de açalım istedim RSV için.

Diğer soruların da üzerinden geçelim istiyorum şimdi…

Dr. Tenpenny, diğer ülkelerdeki aşı pratiğiyle ilgili ne kadar bilginiz var bilmiyorum ama burada bir dinleyici Japonya’yı örnek vermiş, Fransa ve İsrail’le birlikte…

Sırf Japonlar değil yani, Fransa ve İsrail de HPV (Gardasil) aşısını önermekten vazgeçen ülkeler arasında.

Diğer Avrupa ülkeleri ve oradaki farklı uygulamalar hakkında bilginiz var mı?

Zira cidden de farklı takvimler uygulanıyor orada ve okula girişte aşı şartı arayan pek ülke olduğunu da sanmıyorum Avrupa’da? Sizin bir bilginiz var mı bu konuda?

Dr. Sherri Tenpenny

Doğrudur, çoğu ülkede aşı şartı yok okul için.

Bazı Avrupa ülkelerinde de mesela bazı aşılardan önce kişide reaksiyon oluşup oluşmayacağını anlamak için cilt testi yapılıyor.

Aramızdaki EN büyük fark ise, dünyada pekçok ülke BCG (verem) aşısı uyguluyor ve bu aşı bizde (ABD) yok.

Ve ilginçtir, bu aşıyı biraz araştırdığınızda hayret verici şekilde HİÇBİR İŞE YARAMADIĞINI görüyorsunuz.

Buna rağmen dünya çapında uygulanmaya devam ediliyor ve şimdi de ortaya ANTİBİYOTİĞE DİRENÇLİ VEREM VAKALARI çıkmış durumda.

Ve tutup bunu yenidoğan bebeklere uyguluyorlar.

Takvimleri bizimkinden oldukça farklı; 2, 4, 6. aylar diye gitmiyor programları.

Bizde bu şekilde yapılmasının nedeni DOKTORA KOLAYLIK OLSUN diye, zira SİGORTA ŞİRKETLERİ bebek izlem seansları için o zamanlarda ödeme yapıyor da ondan!

Oysa birçok ülkede sosyal devlet yapısı içinde ulusal sağlık hizmetleri sunulduğundan, BİZİMKİ GİBİ BİR TAKVİM UYGULAMA ZORUNLULUKLARI YOK.

O yüzden de orada aşıların çoğu bizimki (ABD) kadar fazla dozda, bu kadar sık aralıklarda verilmiyor.

Fakat işte ABD’de “sağlık sigortası endüstrisi” var, aşının parasını veren de sigorta endüstrisi!

O yüzden bizdeki durum tam bir KEŞMEKEŞ: DOKTORLAR, SİGORTACILAR ve İLAÇ SANAYİİ üçgeni arasında çözümsüz bir ilişkiler ağı mevcut.

triangle

Dr. Toni Bark

Bu arada, veremden bahsetmenize çok sevindim, ben de bundan bahsedecektim.

ÇÜNKÜ…

İnsanlar genellikle ne diyor? Efendim aşılarla çiçeği, polio’yu eradike ettik vs. diye anlatıyorlar ya hep…

Bu söylenenlerin neden doğru olmadığının da açıklaması var elbette fakat burada önemli bir başka nokta var…

Ben de onlara hep diyorum ki, e peki ya verem?

1900’lerde insanlar oluk oluk sanatoryumlara akardı,

1890’larda, 1900’de, hatta 1930, 1940’lara kadar hala sanatoryuma verem için gidilirdi.

Ne oldu da bugün ortada verem yok peki?

E aşıladık vereme karşı halkı da o yüzden kalmadı, diyorlar…

Hayır, ABD’de verem aşılaması HİÇ OLMADI, ya da sarı humma veya kolera?!

Verem için mesela kolera gibi salt temiz suya erişim veya daha gelişmiş kanalizasyon sistemlerindendir demek de güç.

Çünkü verem havadan bulaşıyor!

İnsanlar da yakalanıp duruyor bu hastalığa o dönemde ve fakat bir yerde bir şey değişiyor besbelli, ki ortadan kalkıyor hastalık?!

Ve ortada aşı filan da yok, yani aşı değil bunu sağlayan şey.

Bu ülkede ne tüberküloz ne de saydığım diğer şeyler için aşılama yapılmış değil.

Fakat daha İYİ BESLENMEYE başlandı bu ülkede, beslenme daha iyi anlaşılmaya başlandı…

Kış aylarında ülkenin kuzeyine taze meyve sebze ulaşımı sağlanmaya başlandı,

insanların C vitamini ihtiyacı böylelikle karşılanmış oldu.

Beslenmenin önemi anlaşıldı, insanlar varoşlarda tek çatı altında üstüste yaşam koşullarından kurtuldu.

İnsanlar daha iyi beslenmeye başlayınca–ve bugün dahi dünyanın insanların yiyecek bulamadığı köşelerine ve diyelim Rusya’nın kuzeyinde kalan Sibirya gibi yüksek oranda alkolizm ve kötü beslenme şartlarının görülen yerlerine baktığınızda,
buralarda, özellikle de alkolik popülasyonlarda veremin halen hüküm sürdüğünü görüyoruz.
Fakat Amerika için bu verem çok iyi bir örnek işte, çünkü ortada hiçbir şekilde aşılama filan yokken bugün kaç kişide verem görüyoruz ki, hele düzgün beslenen kesimde?

Düzgün beslenemeyen kesimde bile verem görmüyoruz bugün artık.

O yüzden, iyi ki verem mevzusundan bahsettiniz.

Avrupa’da yaşayan hastalarımdan bildiğim kadarıyla orada devletin ÖNERDİĞİ aşılar var, ancak bunlar okula giriş için ŞART KOŞULMUYOR ve Avrupa’da çoğu ülke su çiçeği, rotavirüsü ve grip aşılarını takvime dahi almış değil.

Ülkeden ülkeye değişebiliyor tabii önerilenler mesela İngiltere’nin aşı konusunda biraz daha agresif olduğunu biliyorum, tıpkı Avustralya ve Yeni Zelanda gibi.

Tabii İngiliz GLAXO [glaxosmithkline] ilaç firmasının etkisini unutmamak lazım burada.

Bence aşı üreticisi bu dev ilaç şirketlerinin genel müdürlüklerinin nerede olduğuna göre de değişiyor uygulanan politikalar, tabii ülkede serbest piyasa ekonomisi olup olmadığına ve sağlık hizmetlerinin maddi olarak KİM tarafından karşılandığına göre de değişiyor.

Sizin de dediğiniz gibi bu, neyin mecburi tutulup neyin tutulmayacağını belirleyen en büyük faktörler arasında.

Küba mesela çok daha az aşı uyguluyor; bebek ve çocuk ölümleri bize göre çok daha iyi durumda.

Bir veya ikisi dışında tüm aşılarını kendileri üretiyorlar.

Sanırım MERCK’ün kızamık aşısını alıyorlar dışarıdan ama emin değilim tam.

Fakat kendi aşılarını kendileri yaptıkları gibi ÇOK daha AZ yüklü takvimleri.

Oysa BİZİM takvimi alıp uygulamaya başlayan ülkeler, örneğin KORE ve VİETNAM, ki ikisi de son yıllarda doğumda Hepatit B uygulamaya başladı, ikisinde de 1.5 – 2 yıl içinde OTİZM oranları katlanarak artmaya başladı.

Sonuç olarak, dünyada aşı uygulamaları evet birbirinden farklı, çoğu ülkede mecburiyet yok, ABD kanunen zorunlu tutan ender ülkelerden.

Hatta devlet okuluna kayıt için aşı şartı koyan belki de dünyada TEK ülkeyiz. Sizin bir bilginiz var mı bu konuda?

Dr. Sherri Tenpenny

Bilmiyorum açıkçası öyle olup olmadığını.

Emin değilim fakat bir ihtimal Meksika uyguluyor olabilir bunu?

Çünkü orada okula kamyon arkasında gidiyor çocuklar!

Aşılarını da orada, kamyonda yapıyorlar hatta.

O yüzden Meksika okul için aşı şartı koymuş ülkelerden olabilir diye düşünüyorum ama araştırmadan da kesin bir şey söyleyemeyeceğim diğer ülkelerde durum nedir diye.

Bizim ülkedeki aşı gündemiyle başa zor çıkıyoruz maalesef ve uluslararası izleyici kitlemizden dolayı bu konuda soru da alıyoruz biliyorum ama hakikaten tek tek takip edilemeyecek denli çok ülke, hepsinde ayrı uygulamalar var.

Dr. Toni Bark

Evet doğru.
Bir sonraki soruya, 6. soruya geçelim o halde, elinizdeki listede olması lazım sorunun.

Bir izleyici aşı uygulanmadan önce bağışıklık sisteminin sağlık durumunun değerlendirilmesi ile ilgili soru yöneltmiş.

METİLASYON SORUNLARI örneğin, MTHFR gen polimorfizmlerini sormuş ki hastalarım arasında bu gen mutasyonu sorununa çok rastlıyorum esasında ben.

Bu insanlarda emilim tam gerçekleşmiyor, Tetrahidrofolat almaları gerekiyor ve metilasyon sorunları var bu insanların.

Ve aşılanmadan önce kişinin böyle bir sorunu olup olmadığını test ettirip öğrenmesi bence kesinlikle yerinde olur.

Tabii siz kendi hasta popülasyonunuzu aşılamadığınız için böyle bir değerlendirme yapmıyor olabilirsiniz kliniğinizde, tabii kullanılacak gıda/vitamin desteği profili için bakmıyorsanız.

Dr. Sherri Tenpenny

Evet, farklı nedenlerle yapıyoruz biz de bu testi, MTHFR gen yetmezliği ve daha pekçok farklı şeye bakıyoruz.

Fakat burada önemli olan şu:

Evet, aşılanmadan ÖNCE bu spesifik metilasyon probleminizin olup olmadığını, genlerinizde bu tür bir kusur olup olmadığını bilmekte yarar var, tamam.

Fakat genlerinizde sorun yok, normalsiniz diyelim.

Bu aşılanabileceğiniz ve aşıdan zarar görmeyeceğiniz manasına gelir mi?!

Yanıt kesinlikle HAYIR.

Çünkü herhangi birinde sorun olabilecek BİNLERCE, hatta belki daha da fazla gen taşıyorsunuz.

MİTOKONDRİ İŞLEV BOZUKLUĞUNUZ olabilir mesela aşılanıldığı takdirde sorun yaratabilecek.

Aşı dünyasında çocuklar bundan en az zarar görecek şekilde tedbirimizi alalım diye bu tür testlere yatırım yapılacaksa eğer, benim şahsi görüşüm AŞI TİTRELERİNE bakılması en mantıklı olanı.

Çünkü bu çocukların pekçoğunun zaten

a) aşılandığı hastalığın virüsünü etrafa saçan [SHEDDING] kardeşinden kapıp geçirmiş veya

b) büyük kardeş doğal yoldan hastalandığında ondan kapıp geçirerek BAĞIŞIKLANMIŞ olduğundan zaten AŞILANMALARINA GEREK DAHİ YOK.

Aşıların 3 doz uygulanmasının nedeni; 1., 2. dozdan sonra bir 3.’nün uygulanma nedeni literatürde şöyle açıklanıyor:

1. dozu sistemi uyandırmak için vuruyorlar.

2. dozla şöyle bir güçlendiriyorlar tepkiyi.

3.’yü de hani 2.’de yeterince itekleyememiş olabiliriz sistemi diye(!) veriyorlar.

3. dozun o yüzden verilmesi gerekiyor yani.

Yıllar önce bu bilgileri aşının ürün bilgisinde yayınlıyorlardı!

2. dozdan sonra deneylerdeki çocukların kaçta kaçının antikor oranlarının fırlamış olduğunu gösteriyorlardı orada, ki bu çocukların 3. dozu olması gerekmiyor bile.

Fakat bugün antikor sayımı yapmıyoruz toplumumuzda, nedeni de PARA.

Aşı titresine bakmak pahalı, bebeklerden çocuklardan bunun için kan alınması gerek, ki bu da öyle içimiz rahat yapacağımız bir iş değil, çocuklar ağlıyor anne-babalar kahroluyor ….

O yüzden yapılmıyor bu işlemler.

Ancak aşılamaya başlamadan ÖNCE, hani kendimizi bu aşıların gelmiş geçmiş en iyi icat olduğuna kani çocuk doktorlarının, aile hekimlerinin veya okul hemşirelerinin yerine koyarak düşünelim, herkesi TEK kalıba sokmaktansa elinizdeki çocuğun o aşıya İHTİYACI olup olmadığının tespit edilmesi gerekir evvela.

Ancak biz ne yapıyoruz?

HER çocuk eldeki TEK takvime göre aşıların TÜMÜNÜ aynı zamanda alacak diyoruz sanki her insan birbiriyle tıpatıp aynıymış gibi.

Ne anne-babanın tıbbi öyküsüne bakılıyor, ne ailede genetik nedenlerle süregelen rahatsızlıklara bakılıyor; diyelim her iki ebeveynde de astım öyküsü var, diğer pekçok problem var, bunların HİÇBİRİ hesaba katılmıyor dahi çocuk aşılanırken!

Daha önce bahsettiğimiz bu emir-komuta zincirinde uygun adım marş yürüme olayı devreye giriyor işte.

Emre göre bu HER ırktan, HER BOYUTTAKİ(!) HER ÇOCUĞA yapılacak ya, bitti?!

Erken de doğmuş olsalar, 40 haftalık bebekle aynı şekilde ve aynı zamanda aşılarını başlatıyoruz mesela?!

Prematüre bebeklerdeki bu uygulama uzun zamandır böyle.

Hepatit B aşısıyla ilgili 1991 tarihli makalede öyle yazar mesela; bebek erken de doğmuş olsa Hep-B aşısına doğumda başlanacak, der.hep-b

Ve diğer dozlar da geciktirilmeden, zamanında verilecek diye yazar, full-term bebektekiyle aynı şekilde!

Bu durumda ERKEKLER-KIZLAR aynı, bütün IRKLAR aynı aşıları aynı şekilde oluyor.
Ailenin sağlık öyküsüne HİÇBİR ŞEKİLDE bakılmıyor dahi, hele ki genetik test veya en basitinden bir titre testi filan hak getire!

Bu bana göre çocuklara karşı son derece MİLİTANCA bir yaklaşım; bir “komisyon”un MASA BAŞINDAN aldığı kararlarla uydurulmuş(!) bir TAKVİMİN dışına HİÇBİR şekilde çıkılmadan burada yazan ne varsa çocuklara iğne basıp bedenlerine zerk edilmesini sağlamak!

Dr. Toni Bark

Evet, 12 üyesinden 11’i doğrudan aşı üreticisi firmalara çalışan bir komiteden bahsediyoruz tabii.

Ben 80’lerde fakülteye gittim.

Fakültedeki Pediatri eğitimim sırasında, ki 91’de bitirdim eğitimi, biz o dönemde şayet bebek prematüreyse büyüyene kadar beklerdik aşı için.

Takvim de farklıydı, daha geç başlardı aşılar, KKK aşısını çocuklara daha geç vururduk, Hep-B’yi bebek hayata geldiği gün yapmazdık, çocuk HERHANGİ BİR ŞEKİLDE HASTAYSA kesinlikle aşı yapılmazdı.

Bu dediklerim 80’ler dönemi…

O zaman biraz daha farklıydı uygulamalar; ne biz bu kadar AGRESİF YAKLAŞIRDIK konuya ne de BU KADAR aşı vardı takvimde?!

Bana kalırsa, işin başında genelev çalışanları, damardan uyuşturucu kullanan müptelalar gibi özel risk gruplarına yönelik düşünülerek çıkarılmış HEPATİT B aşısının doğuma çekilmesiyle İŞLER HAYLİ DEĞİŞTİ.

Hatta Hep-B aşısı deneyinde de yer aldım ben; NYU (New York Üniversitesi) pediatri rehabilitasyon merkezinde asistandım o sene ve çalışmada gönüllü olarak yer aldım.

3 doz Hep-B aşısından sonra kanımda HİÇ ANTİKOR DEĞERİ BULUNAMADI, düşünün 3 dozdan sonra hiç antikor yok!

Aşıyı yüksek risk grubundaki genelev çalışanları, damardan uyuşturucu kullananlar için yaptılar, gelgelelim bu popülasyonları istedikleri gibi aşılamayı başaramadılar.

Komisyon toplandı ve çıkış yolu olarak bu aşının doğumda YENİDOĞANLARA verilmesine karar verdiler.

Yenidoğanlar hiçbir şekilde hesapta yoktu bu aşı geliştirilmeye çalışılırken,
bu daha sonra ortaya çıkmış bir fikir. O da niye? Bu aşıyı asıl olması gereken riskli popülasyona pazarlayamadılar da ondan.

Aşıya yapılmış bunca yatırım da varken onlar da ne yaptılar, 2. en iyi çözüm yolunu seçtiler.

Tabii “iş” açısından bakacak olursak, yenidoğanlarla alakası dahi olmayan bu aşının kalkıp bebeklere ZORLA uygulanmasını sağlamak onlar için daha da iyi bir çözüm yolu oldu.

Dr. Sherri Tenpenny

Ve esasında Amerikan kongresi tarafından açılan soruşturmada yapılmış orijinal aşı çalışmalarıyla ilgili hesap vermeye de zorlandılar.

Kongre sordu: “Bu aşının yenidoğanlarda etkinlik ve güvenliğinin denendiğini gösteren çalışmalar nerede?”

Verdikleri yanıt: “Böyle bir çalışma yok. Aşıyı 5 ve 10 yaş grubu çocuklarda denedik.”

Dr. Toni Bark

Doğru, Kesinlikle doğru.

Sanırım “En sakıncalı aşılar hangileridir?” ve “Yaptırılması hakikaten gerekli olanlar var mı?” soruları da böylelikle yanıtlanmış oldu.

O yüzden diğer sorulara bakıyorum şimdi.

11. soru: “Bedenimize zehir zerk etmeyi reddediyoruz diye karşımıza çıkarılan işten kovulma tehdidine nasıl karşı koyabiliriz?”

Senelik grip aşısını olmadıkları takdirde çalıştıkları hastaneden kovulmakla tehdit edilen HEMŞİRELER ve HASTANE ÇALIŞANLARINDAN geliyor bu soru elbette.

Onlara verebileceğimiz bir tavsiye var mı?

Dr. Sherri Tenpenny

Bu grubu genellikle avukat Alan Phillips’e yönlendiriyorum.

Çünkü, BİLİMİ DİNLEMEDİKLERİNİ biliyoruz.

Daha geçtiğimiz haftalarda ardarda yayımlanmış 2 çalışma var.

Birincisi diyor ki, grip aşısı son 5 sene içinde grip için aşılanmamışlarda daha etkilidir.

Yani bu her sene vurulan grip aşıları ilaç endüstrisinin kar marjını genişletme pratiğinden başka bir şey değil!

Aklı başında bir avukatın çıkıp da devleti “MediCare” [sosyal sağlık sigortası] sahtekarlığı ve istismarı nedeniyle henüz dava etmemiş olmasına inanamıyorum.

Grip aşısının hiçbir şekilde korumadığı kanıtlanmış durumdaki yaşlı popülasyon için devletin her sene dünyanın parasını ödeyerek temin ettiği aşılara harcanan milyonlar için dava edilmeliler.

Hemen geçtiğimiz haftalarda COCHRANE REVIEW’dan yeni bir değerlendirme daha geldi grip aşıları için, bu ÜÇÜNCÜ raporları artık bu konuda ve yine aynı şeyi söylüyorlar:

GRİP AŞILARI HİÇBİR YAŞ GRUBUNDA İŞE YARAMAMAKTADIR; ne yenidoğanlarda, ne çocuklarda, ne ortayaş grubunda–ortayaştaki yetişkin grubunda grip aşısının hastalık nedeniyle kaçırılan iş günü sayısında sağladığı azalma sadece %0.04 günden ibaret– yani aşıyı olsa da olmasa da değişen bir şey yok, aşının hiçbir getirisi yok.

Fakat bu bilimsel bulguları gidip hastane yönetimine anlatamıyorsunuz?!

Çünkü hastane yönetimi, CDC’nin “Sağlıklı İnsanlar 2020” Programı gereğince koyduğu kural ve yönetmeliklere tabi çalışıyor!

Bu programda, 2020 yılına kadar ABD’de çalışan hastane personeli arasında %95’in üzerinde aşılanma oranı yakalanması öngörülüyor.

Çünkü sağlık çalışanlarına bu dayatma başlamadan önce, hakikaten de sağlıkçılar test ettikleri tüm nüfus grupları içinde grip aşısını EN AZ olan gruptu!

Sağlıkçıların bildiği ve geri kalan herkesin de bilse çok iyi olacağı şey nedir bu grip aşısı OLMAMA konusunda acaba?!

Dr. Toni Bark: -Kesinlikle…

Yani, bilimin ortaya koyduğu argümanlarla, bu aşıların hiçbir işe yaramadığını gösteren onca kanıtla da gitseniz bunların karşısına bir işe yaramıyor maalesef.

Üstelik bir de şunu düşünün; BENİM olduğum grip aşısı, SENİ gripten HİÇBİR ŞEKİLDE KORUMUYOR Kİ ZATEN!

Ama bu argümanı kullanamıyorsunuz, işe yaramıyor. Anayasal güvence altındaki dini gerekçelerle aşı ret haklarını kullanmaktan, yasal bir argümanla karşılarına çıkmaktan başka çareleri yok maalesef.

Açıkçası ben başka bir yolunu bulabilmiş değilim grip aşısını reddin.

3, 4 sene önce bu aşıları zorunlu tutmaya başlamadan önce devlet, Facebook sayfamdan, emaille gönderdiğim haber bültenlerinden, radyo programlarından hemşire ve doktorları ‘bakın geliyor bunlar’ diye uyarmaya çalıştım da bakın.

Grip aşısını olmadığınız takdirde ya işinizden ya bonusunuzdan ya da başka bir hakkınızdan olacaksınız dedim sağlıkçılara.

Birkaç sene önce bir bey aradı beni Toni ve bu kişi çok büyük bir hastane kompleksinde IT departmanında(!) çalışan biri.

Hastane binasında değil bak, hastanenin olduğu caddenin aşağısındaki AYRI bir binada çalışıyorum diyor.

Hastane binasına adımımı dahi atmıyorum, buna rağmen grip aşısını olmazsam işten kovulacağımı söylüyorlar bana, diyor!

Dr. Toni Bark

Evet, ben de SIEU’nun o dönemki tıp direktörü ile birlikte çalışıyordum eskiden.

Dr. Sherri Tenpenny: -Onun ne manaya geldiğini açıklayalım istersen dinleyicilere?

İşçi sendikasıydı bu.

SIEU’nun dahlinin nedeni bazı eyaletlerde hemşire sendikalarının olmasıydı.

Bu hemşire sendikaları, sendika başkanlarıyla temasa geçiyor, sendikanın tıp direktörü de beni arıyor, çünkü o ara “Vaccine Epidemic” [Aşı Salgını] adlı kitabın “Grip Aşısı” bölümünden ben sorumluyum.

Bu ilk defa New York eyaletinde gündeme geldiğinde, eyalet bunu kanunen zorunlu tutmaya çalıştığında insanlar tepki gösterdi ve karşı çıkıldı.
Eyalet düzeyinde başladı bu yani ve tek tek hemşireler ve doktorlar için her sene grip aşısı olma zorunluluğu getirmeyi planlıyorlardı ve işe hemşirelerden başladılar.

Hemşireler eyalete karşı dava açtı ve eyalet geri adım attı.

Dr. Tenpenny’nin bahsini ettiği bu “Sağlıklı İnsanlar 2020” Programı’nın parçasıydı bu gelişmeler.

Çok kurnazca davrandılar…Komisyon toplandı, CDC altında çalışan “Aşı Danışma Kurulu” dediğimiz komisyon bu, HHS’in de üstünde, ACIP dediğimiz kurul…

Onlardan biri, hatırlamıyorum şimdi ACIP miydi yoksa HHS komisyonlarından biri miydi…

Velhasıl kurul toplanıp diyor ki, bu işi eyaletlere yaptıramayız çünkü sendikalar çıkıyor karşımıza, iş mahkemeye gidiyor.

Bu durumda eyalet şart koşamıyor bunu fakat, HASTANE derse ki “ya aşıyı olursun ya da maske takıp dolaşman lazım”, “ya aşı olursun ya da kovulursun”, ki çoğu durumda sağlıkçılar maske seçeneğini kullanabiliyorlar ama bir dakika bir durup düşünelim şimdi burada durumu…

Aşıyı oluyorsun diyelim, grip aşısını oldun ve 2 ay sonra ateşin çıktı, hasta oldun.

Maske filan takmak zorunda değilsin bu durumda?!

Ateşin varsa, hapşırıp öksürüyorsan hastalığın bulaşıcı şu anda demektir, bu hastalık ister grip ister başka bir şey olsun fark etmez.

Şu andaki Ebola’da olduğu gibi, ateşin var, hapşırıyorsun, öksürüyorsun, vücudundan zerrecikler saçıyorsun etrafa ve havada yayılıyor bunlar. BULAŞTIRIYORSUN yani hastalığı etrafa.

Gelgelelim grip aşısını olmuş doktor veya hemşire veya hastayla ilgilinen herhangi bir görevli, ateşi 39.5’e çıksa da işe gelebiliyor, hapşırıyor, öksürüyor ama maske filan takması gerekmiyor?!

Grip aşısını olmamış bir başka kişi ise ne ateşi var ne hapşırıp tıksırıyor ama maskeyle dolaşmak zorunda!

O yüzden, bu uygulamanın hasta sağlığını gözetmekten ziyade, bağımsız karar alma hakkını kullananları cezalandırmaya yönelik olduğunu biliyoruz.

Esasına bakılacak olursa hastalar kendilerine bakan sağlıkçıların veya sosyal hizmetlilerin, psikiyatristlerin veya terapistlerin, hemşirelerin maske takmasından o kadar da haz etmiyor?!

Kendileriyle maskesiz ilgilenecek personelle kendilerini daha rahat hissediyorlar.

O halde, gerçekten hastalarını düşünen bir hastaneyseniz, salt aşı olmadılar diye doktorlarınızı hemşirelerinizi yüzünde maskeyle dolaşmaya zorlamazsınız.

Akıllıca davranıp mesela ateşliyken işe gelmeyin dersiniz personelinize… Ateşi olan, hapşırıp öksüren işe gelmez.

Ateşi yok ama hapşırıp öksürüyorsa personel o zaman maskesini takar, görevine devam eder. Böylesi çok daha mantıklı.

Böylesi çok daha bilimsel ve hastalıkların yayılmasını önlemede daha etkili.

Halbuki diğer yanda sen alt sokakta bir binada IT’de çalışıyor olsan dahi aşılanacaksın, yoksa işini kaybedeceksin gibi saçma ve keyfekeder bir uygulama var.

Ve Dr. Tenpenny haklı, bu gibi davalara bakan avukatlar var ve çokça da hemşireler karşı çıkıyor bu uygulamaya ve bence bu grip aşılaması meselesinde hemşireler doktorlardan daha akıllı, haklarını koruyorlar.

Hakikaten de etrafta aşı yüzünden işinden olan veya istemediği halde aşıyı olmak durumda kalan ve hatta etrafta maskesini takıp dolaşan pekçok hemşire var.

Hakikaten utanç verici bir durum bu.

Kalan sorular var daha ama sonuncuya geçelim diyorum, zira 1 saatlik süremiz sona ermek üzere.

Dr. Sherri, aşıların vücudumuza verdiği zararı nasıl geri çevirebiliriz?
İkimiz de bu konuda çalışma yapan hekimleriz, sizin yöntemlerinizi duymayı çok isterim.

Dr. Sherri Tenpenny

Alerji eliminasyon tekniğimiz var sıkça kullandığımız.

Özel beslenme ve diyetler uyguluyoruz diğer yandan, IV (damardan) C vitamini uyguluyoruz ve homeopati kullanıyoruz.

Ancak problem şu; bir defa aşıyı oldunuz mu, etkisini geri çevirmek zor ki ne zor.

Yarattığınız karmaşayı temizleyip sistemi toparlamak da çok zor çünkü işin ucunun nereye varacağını asla bilemezsiniz.

O yüzden bana göre yapılması gereken şey, gereği gibi bilgilenip aşıyı hiç olmamak.

Sen neler yapıyorsun peki kliniğinde?

Dr. Toni Bark

Epey benzer çalışıyorum aslında ben de…

Bol bol alerji eliminasyonu çalışması yapıyoruz, diyet uyguluyoruz–ketojenik diyeti çok beğeniyorum ve çoğu insana iyi geldiğini düşünüyorum– otonom sinir sistemi regülasyonuna yönelik SKENAR tekniği ile çalışıyorum ve homeopati kullanıyorum.

İnsanların sorunlarını büyük ölçüde giderebildiğimizi düşünüyorum bu yöntemlerle.

Muhtemelen sizde de durum aynıdır, pekçok otoimmün problemi olan hastaya bakıyorum, bütün skalayı kapsayan otoimmün hastalıklar bunlar.

Ve hepsi de birkaç aylık tedavi sonrasında, hatta bazen daha tedavinin 1 veya 2. ayında ilaçlarını bırakacak düzeye geliyorlar.

İlaç kullanımını hayli azaltabiliyor hatta çoğu durumda tümden bıraktırabiliyoruz.

Ama çok haklısınız hakikaten, az önce çok iyi ifade ettiniz; amaç öncelikle hasta düşmekten kendimizi korumak olmalı, öncelikle zarardan koruyalım kendimizi, hazırlıklı olalım, oluşabilecek sorunları en başından önleyelim.

Böylesi, başımıza bir iş geldikten sonra koca hasarı gidermeye çalışmaktan çok daha iyidir.

Zira bu hastalarda gördüğüm KRONİK ENFLAMASYON ve SEMPATİK SİNİR SİSTEMDE KRONİK HİPER UYARTI adeta domino etkisiyle bir dizi hastalık sürecini başlatan faktör oluyor.

Fibromiyaljiyle başlıyor, ardından zihin bulanıklığı geliyor, buradan kimyasal hassasiyetine geçiş görülüyor, ardından gıda alerjileri başlıyor, astım başlıyor, bunu otoimmün hastalık teşhisi izliyor… Hakikaten tam bir domino etkisi ile sağlık bozuluyor.

Yapılabilecek en iyi şey en başından kaçınmak, tüm bunları önlemek.

Dr. Tenpenny’ye teşekkür etmek istiyorum…

Herzaman aydınlatıcı bilgiler veriyorsunuz, muazzam bir bilgi birikiminiz var…

Sorulara yanıt verdiğiniz ve bu konuda bu kadar cesurca görüşlerinizi dillendirdiğiniz için çok teşekkür ederiz.

Sizin de bildiğiniz gibi korkudan insanlar sesini dahi çıkaramıyor, sizin gibi gerçekleri ifade edebilen hekim çok az.

Kaldı ki korkmakta haksız da değiller…

O yüzden, bu cesur duruşunuz için kutluyoruz sizi.

Ve programımıza katılıp zor soruları içtenlikle yanıtladığınız için tekrar teşekkür ediyoruz.

Dr. Sherri Tenpenny

Rica ederim. Ben de sana ve programı takip eden dinleyicilerimize teşekkür ediyorum.

Umuyoruz faydalı bilgiler sunabilmişizdir, olayların perde arkasına dair daha önce duymadığınız, okumadığınız bilgiler edindiniz belki bu akşam.

Bu gece bir saatinizi bizlere ayırdığınız için teşekkür ediyor belki ileride tekrarını düzenlemek üzere aranızdan ayrılıyoruz.

Dr. Toni Bark

Harika. İyi geceler Dr. Sherri.

Dr. Sherri Tenpenny

Teşekkürler, sana da Toni. Hoşçakal.