2014 eylülüydü. CDC itirafçısının hikayesi ivme kazanmaya başlamıştı; aşı yaptırmayanların kendi çalıp kendi dinlediği eko odasında haber büyük bir gürültüyle patlamıştı. Vatandaş gazetecilerin haber paylaşım alanı iReports’ta meydan savaşı vardı. CNN olaya el atmak durumunda kaldı. CDC [Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi]’nin CNN’e açıklama yapmaktan başka çaresi kalmamıştı, bir resmi bildiri de kendi websitelerine koydular. Epidemiyoloji uzmanı Thompson da avukatıyla sahneye çıkıp olaya ağırlığını koydu. Brian Hooker’ın yaptığı analiz tekrarının başvurdukları tıp dergisinde yayımlandığını, ardından yıldırım hızıyla yayından kaldırıldığını gördük. Ve tabii ki Snopes olaya el attı.

Yaşanan her yeni gelişmeyle, neredeyse her akşam Liam Scheff’e telefon açıyordum. “Budur be oğlum! Sonunda sesimiz duyulacak. Yıkılıyor kağıttan kuleleri. Herkes gerçeği anlayacak.”

O ise hadi canım sen de gibilerinden bir ses çıkartıp, ardından gülerdi bana. Yanılıyorsun derdi. Asla ama asla gün yüzü görmeyecek gerçekler. “Sistem”in çökme ihtimali filan yok. Her ne olursa olsun, her ne yaşanırsa yaşansın, gücümüz buna asla yetmez.

Aşı karşıtları hep kaybeden taraf olmaya mahkum.

Bu konuşmadan bir buçuk yıl sonra bir video yaptı, bu konuştuklarımıza atıfla derdini anlattı.

“Uçsuz bucaksız kültürel hikayeleri sorgulayamazsın, hikayede örüntü de hep aynıdır zaten: “Bu iş böyle yapılır. Hep mi böyle yapıyorduk? Hayır, ama böyle öğrendik, bugün geldiğimiz nokta da ‘tartışmasız gelinebilecek en iyi nokta’ zaten.

Aşılı da olsa aynı enfeksiyonel hastalıkların patlak verip durduğu popülasyonlara rağmen. Aşılarda kullanılan maddelere bağlı birsürü hastalık oluşuyorken. Otizme rağmen. Püskürtülen DDT ile polio vakaları yaratıldığı bilinirken.

‘Yok, gelinebilecek en iyi noktadayız bir defa, bitti.”

Herkes de bunları destekliyor çünkü yazılı-basılı-görsel bütün bir medya operasyonu—kilisesiyle, devletiyle—hepsi buna inanıyor. Kimse çıkıp ‘hayır efendim, gelinebilecek en iyi noktada filan değiliz’ demez size.

Ve kimse bahsini dahi etmese de işin can alıcı noktası da burası işte: aşı karşıtı tarafın, aşı yerine şu yapılsın diyebileceği bir şey yok elinde.

Aşı işi hiçbir şey değilse bile bir ritüel, bir tören. Dini, ritüelleşmiş bir iş. Bir seremoni. Sırtında beyaz önlüğü olan birine; zımnen güvendiğin, senden daha zeki, senden daha çok okumuş birine gidiyorsun bu iş için.

Sana ‘biraz canın acıyacak ama hemen geçecek’ deyip güvenini de kazanıyor bu zat. Elbette etine iğne batmasından bahsediyor, aşıdan dolayı sakatlandığında yaşayacağın acıdan değil. Rahip o sadece. Aşı materyalini verdiğinde içindeki maddelerin senin vücuduna ne yapacağını okumamış ki, bilmiyor; bilse yapmaz zaten.

Bu ritüeli uyguluyor diye korkuyla karışık derin bir saygı ve hürmek duyuluyor kendisine. Bu iş için kişinin hiç kontrolünün olmadığı bir yere gidilmesi, burada kişinin otoriteye mutlak teslimiyeti, kişinin üzerinde uygulanacak ritüele iştiraki çok önemli.

Kişi böylece kendini bir şeye ait hissedecek çünkü. Kavmi bir ritüeli kabul edenler cemiyetine üyelik kazanacak.

Aşıya muhalif hareketin böyle bir ritüeli yok ki insanlara önerebileceği. “Al çocuğunu bizim bu aşı yapılmayan merkezimize getir, burada çocuğun kutsal kekik yağı ile kutsanacak. Böyle bir ritüelemiz var bizim. Glifosat, aşı, şeker, zehir karşıtı bir ritüel”, diyemiyorlar ki!

Yok, böyle bir şeyimiz yok bizim. Yarışamayız onlarla. Tıp mantıklı iş görsün isteyenler tıbbın en temel özelliğini gözden kaçırıyor: ritüelistik bir iş bu.

Canlı türü olarak hayatımıza akıl ve mantıktan ziyade efsaneler, destanlar ve psikolojinin yön verdiği kavimsel canlılarız biz.

Fen bilimleriyle bir yere varabilmemiz o yüzden imkansız işte—biraz bir matematik sosuna bulanmış dinden başka bir şey değil çünkü bunlar.”

Bu videodan bir yıl sonra göçtü gitti Liam.

Kitabı “Official Stories” [Resmi Hikayelar]’i satın alarak bu müthiş düşünce adamının ardında bıraktığı sevdiklerine destek olabilirsiniz.

Bu açıdan bakıldığında batı tıbbının aşı ritüelinin, Hıristiyanlığın ebedi selamete kavuşabilmek için şart koştuğu vaftiz töreninden ne farkı kalıyor? Ya da Hintlilerin nazar değmesin diye bebeklerin yanağına yapıştırdığı yuvarlak süsten? Veya bebekler üzerinde yapılan ritüellerin en ekstrem kanadına uzanacak olursak, Afrika’nın Burkina Faso ülkesinde kız çocukların kadınlığa geçişini sembolize eden geital mutilasyon, yani sünnet töresinden?

Bu ritüellere katılanlar sorgulamıyor ki töreyi, bunlar seni beni aşan, muazzam büyüklükte kültürel hikayeler çünkü. Bütünüyle inanmasa dahi hikayeye, yine de, aman neme lazım, sonra başımıza bir iş gelip de üzülmektense yapalım gitsin gözüyle bakıyor insanlar.

Ritüeller üzerine kurulu bir tıp anlayışının (devlet, tarım, kimya ve ecza endüstrisi boyunduruğu altındaki) dini akidelerine uyma zorunluluğu altında nasıl iş görebilir, nasıl ilerleyebilir bilim?

Bu yazıda yer veremiyoruz ama Liam’ın şu “Bilim Adamı Açıklıyor” isimli müthiş komik videosunu mutlaka izleyin.

“Bizim akademik yayınları okumaya kalkmayın sakın. Klübe üye değilsiniz. İzin vermiyoruz.”

 

Geçenlerde blog okurlarımdan biriyle mesajlaşırken bana bu aşılama işinin bir nevi arınma seromonisi olduğunu söyledi. Aşı yaptırıyorsanız temizsiniz, yaptırmıyorsanız kirli. Ve fakat, ritüele katılıp aşı yaptırdığınız halde soru sorar da olayı biraz kurcaladığınız anda yine kirli kabul ediliyorsunuz.

Kendileri temiz, püripak; bizler pis, mikropluyuz onların gözünde.

Fakat bu pürifikasyon ritüelleri için insanların tutup hastalık yuvası doktor muayenehanelerinde toplaşmasındaki ironiye de dikkat çekti okurum.

Kendisine katılmak durumundayım.

 

 

 

 

 

Gözünüzün önüne getirin bir şu sahneyi: Yenidoğmuş bebeğinizi alıp tükürük saça saça öksürenlerin, burnunda sümüğüyle aksırıp tıksıranların bulunduğu; kapı kollarından oyuncaklara, dergi-kitaptan tartıya, araç-gereç ve cihazlardan üzerine sadece ince bir kat kağıt örtülmüş vinil muayene yatağına kadar her yerde insanların ciltten döktüğü hücrelerin cirit attığı bir ortama götürüyorsunuz. Burası ishal, streptokok bakteriler, RSV, el-ayak-ağız, rinovirüs, boğmaca ve teşhisi mümkün dahi olmayan düzinelerce virüsün döner kapıdan mütemadiyen birinin girip diğerinin çıktığı bir yer. Bu ortama geldiğinizde bir de çocuğunuza kürtajla alınmış bebeklerin hücrelerinde güzelim formaldehid, polisorbat emülgatörü, amonyaklı gübre tuzu, alüminyum ve bir parça da cıva eşliğinde kültürlenmiş bakteri ve virüslerin zerk edilmesine olur veriyorsunuz.

18 ay içinde bu enjeksiyonları 5 kere daha aldı mı, kavmin gözünde bebeğiniz temiz artık.

S: Peki ama ya İngilizler? Onlar su çiçeği için aşılama yapmıyor.

C: Biz ayrı kavmiz.

S: Japon doktorlar alınan resmi kararla artık danışanlarına devletin HPV aşısını önerdiğini söyleyemiyor.

C: O kavmin bilimden uzak bir inanç sistemi var.

S: Peki ama Amerika verem aşısı vurmazken diğer ülkelerin hemen hepsinde olmasını nasıl açıklayacaksınız?

C: Diğer kavimlerin ne yaptığı bizi alakadar etmez. Bizim yaptığımız her zaman doğrudur.

Mikrop teorisi “anlayış”ına göre, mikroskobik boyuttaki virüsler gidip sağlıklı insanları enfekte eder, hasta düşürürler. Bu teoriye, hastalanmamak için gidip aşı yaptıracak kadar inanmış olanlar, bu ritüelin doktor muayenehanesinde yapılmasına nasıl razı olabiliyorlar, anlaşılır gibi değil.

Öyle mikroplular ki, 12 yıl önce doktorların “hastalık saçıcı” kravatlarla vizite çıkmaları yasaklandı. Mikroptan korkanlar için kasabanın en iğrenç kişisi yani doktor. Ve siz bu kişinin bebeğinizle haşır neşir olmasından çekinmiyorsunuz?

Tabii bunu düşününce kadınların, her sene 1.5 milyon Amerikalının ölmeye gittiği hastane ortamında doğum yapmasının beklendiği düşüncesi daha da mide bulandırıcı hale geliyor. Sırf o olsa gene iyi; her sene yanlışlıkla tıbbın elinde kalanlar da bir 400.000 kişi. Ve siz sapasağlam dünyaya getirdiğiniz bebeğinizin hayatını bunlara emanet etmekte sakınca görmüyorsunuz?

Ben akıllıyım, sıramız gelene kadar bebeği üstü kapatılmış şekilde arabasında tutup dışarıda bekliyorum zaten diyenler, iyi de niye gittiniz ki siz şimdi doktora? Tarttırmak için mi? Baş çevresini bir ölçsünler diye mi? Evde mezuranız mı yok? 33 dolar verip de bir bebek tartısı mı alamıyorsunuz?

Yoksa illa beyaz önlüklü bir rahip görsün çocuğunuzu da, size “Her şeyi mükemmel!’ Aferin sana ebeveyn!” buyursun diye mi oradasınız?

Alın antiseptiği gidip evsiz bir vatandaş bulun, temizleyin elini kolunu biraz, verin o tutsun çocuğu ve size istediğiniz aferini versin? Kravatından bile hastalık saçan doktor daha mı az mikroplu sanıyorsunuz?

Bir de bu doktorların çocuk aşıdan sonra hasta olduğunda söylemeyi en sevdiği şey ne aileye? “Ah, kontrole geldiğinde buradan kapmıştır bir şeyler.” Yani aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık; enjekte ettiği aşı veya bu işlem için içine sokulduğu ortam, ikisinden biri hasta etti demektir çocuğu. Zehirlerden zehir beğenebilirsiniz.

Batı tıbbının yetiştirdiği klasik doktora hasta insan gider. Uzman doktoru yine, hasta insan görür. Bunların ofisleri, kliniklerine hastalar gider. Hastaneler hasta insanlar içindir. Size verecekleri ilaçlar da hasta insanlar içindir. Doktora öyle “önden önleyici olsun diye sağlık kontrolüne gitmek” diye bir şey yoktur.

Toplumda bu “mikrop”ların, vücutta hastalıklı doku neredeyse kendine yaşam alanı olarak orayı seçtiğini, oraya yöneldiğini—hastalığın müsebbibinin mikrop olmadığını–düşünen bir kesim de var. “Ortam Teorisi” der ki, hasta kişiler maruz kaldıkları toksik yüke düzgün beslenememe, mineral-vitamin eksikliği ve stres de eklendiğinde geçici veya kalıcı şekilde enfeksiyona açık hale gelmiş insanlardır. Vücut dokularındaki kokuşmuş/pis alanlar, vücutlarında halihazırda taşımakta oldukları zararsız mikropların başkalaşarak patojenik hale geçmesi için ideal ortamı sağlar.

‘Mikrop Teorisi’ sana ‘balığı aşıla’ der, ‘Ortam Teorisi’ ise ‘suyu temizle’men gerektiğini söyler.

Stresin immün sisteminize etkisini de uzun süren zorlu zamanlardan sonra hastalandığınızda anlarsınız. Üniversite final sınavlarına 1 ay kapanıp çalışıp, ardından hasta düşmeniz gibi mesela. Diyelim boşanma gibi bir süreçte hergün strese maruz kalan kadınlar tam da bu yüzden, HPV negatif olmalarına rağmen kanser öncülü servikal lezyon geliştiriyorlar.

Kendini mutlu hissetmek, sevdiği yakın dostlarıyla çevrili bir hayatı olmak da işte bu yüzden, başkalarıyla fiziksel olarak yakın temasta olsanız bile nezleye, gribe yakalanmamanızı sağlıyor, immün sisteminizi güçlendiriyor. İngiltere’nin Nottingham Üniversitesi’ndeki eblehler işte bu yüzden, yaptığımız deneyler kendini iyi hissedelerde grip aşısının daha iyi çalıştığını gösteriyor diye yayın çıkarıyor. Grip aşısının daha iyi çalıştığı filan yok. Mutluysan, kendi immün sistemin daha iyi çalışıyor.

Fakat diğer yandan da, hiç enfeksiyon geçirmemek de iyi bir şey değil. “Hastalık nedir bilmem ben” diyenler, kanser teşhisiyle yüzyüze geldiklerinde ondan bu kadar şok oluyorlar. Ateşlenmek, vücuttan enfeksiyonu ve hastalıklı dokuları temizler atar, spor yaparak vücut ısısını arttırmak veya hamam/saunaya gitmek de aynı etkiyi sağlayabilir.

Elimde siz hiç enfeksiyon geçirmeyesiniz diye iki ayda bir uğrayıp, ayaküstü bir-iki dakikada kutsanıp çıkıvereceğiniz bir “aşı-karşıtı sağlık ritüeli”m yok benim. Kimsenin de yok, böyle bir şeyi tercih de etmeyin zaten. İnsanlar arada sırada ateşlenir, yatar. Bunun da bir nedeni, amacı vardır.

Fakat istiyorsanız onun yerine yapmanızı tavsiye edeceğim şeylerin bir listesini verebilirim mesela… Her ailenin bu listedekileri harfiyen uygulamasının mümkün olmadığını ben de biliyorum, o yüzden yorum atıp bu gerçeği hatırlatma gereği hiç hissetmeyin rica ederim.

  • Bebeğinizi Pitocin [suni sancı ilacı], epidural anestezi veya antibiyotik alarak dünyaya getirmeyin.
  • Göbek bağını kesip plasentadan ayırmak için doğumdam sonra en az beş dakika geçmesini bekleyin. Bu süre zarfında alyuvarlarının, kök hücrelerinin ve bağışıklık hücrelrinin %30 vücuduna geri dönsün bebeğin.
  • Doğumda K vitamini iğnesi yaptırmayın bebeğinize. Damla şeklinde olanı da kullanmayın. Yeni doğmuş bebekte kanın hızla pıhtılaşmaya gitmemesi gerekiyor zaten—kandaki kök hücrelerin vücutta gerekli yerlere anında intikalini önlemiş olursunuz bunu yaparak.
  • Bebeğinizin cildini kaplayan verniksi ovup yedirin cildine, bir hafta da yıkamayın bebeğinizi.
  • Sadece seyreltilmiş Kastilya sabunu ile banyo yaptırın. Sağlıklı bir bebek cildinin antimikrobiyel sabun veya pudradır, kremdir, losyondur, bunlara ihtiyacı yok.
  • Saate, programa bağlamadan her talep ettiğinde emzirin bebeğinizi ve ilk altı ay başka hiçbir şey vermeden bunu yapın. Ardından sebze ve meyveleri ilave ederek en az bir altı ay daha bebeğinizi emzirmeye devam edin.
  • Kolik belirtileri gösteriyor veya rahat uyuyamıyorsa sindirim yolu bakterilerinde dengesizlik olabilir demektir. Birkaç gün bebeklere özel probiyotik damlalardan verip sorunu çözüp çözmediğine bakabilirsiniz.
  • Evde maruz kalacağı alev geciktirici kimyasal salınımını kısıtlamak adına, bebeğinizin üzerine yatıp uyuyacağı beşik matrasının mutlaka toksik olmayan materyalden seçilmesi lazım. Ya yeni bir özel matras alın, ya da elinizdeki piyasa malı matrası plastiğe geçirip alttan bir delik açın, üstünü battaniyeyle örtüp, onun da üstüne bir çarşaf geçirin.
  • Bebeğinizin odasındaki havayı HEPA filtre ile temizleyin.
  • Bebeğinizin giysileri organik pamuklu kumaştan olsun.
  • Altına yıkanabilir kumaş bez bağlayın, altını silerken de yine kumaş bez kullanın.
  • 6 aylık olana kadar bebeğinizi kalabalık ortamlara sokmayın.
  • Bebekler, anne sütündeki antikorların hızla kanlarına karışabilmesi için bağırsakları geçirgen şekilde doğarlar. Bağırsak bariyeri kapanıncaya kadar, en az bir 6 ay bebeğinize püre veya katı gıda vermemeye imtina edin.
  • Bebeğinizin kullandığı kap kacak cam olmalı, plastik değil.
  • Bebeğe pirinç, un, mısır gibi hububat yedirmek için azı dişlerinin çıkmasını bekleyin. Bunları sindirmek için gerekli enzimlere sahip değiller daha.
  • Bebeğinizin yediği-içtiği her şeyde sıfır pestisit (böcek ilacı) kuralını izleyin. Bitkilere sıkılan glifosat yıkadığınızda geçmiyor, topraktan alıyor yapısına zaten glifosatı bitki. Organik meyve-sebzeye, pestisitli endüstriyel meyve-sebzeden sadece %15 daha fazla ödüyorsunuz artık. Yakınınızda organik satan bir yer yoksa intermet alışverişini düşünün.
  • Bebeğinizi yağdan zengin besleyin—bol hindistancevizi yağı, zeytinyağı, avokadı, yumurta, peynir (tabii süt ürünlerinin tü kaka olduğunu düşünmüyorsanız, ki ben öyle olduklarını düşünmüyorum).
  • Gündüz saat 11 ve 3 arası bebeğinizi 10-15 dakikalığına güneşe çıkarın. Mümkün olduğunca çok yerleri güneş alsın, güneş kremi kullanmayın. Güneşten UVB ışını almadan vücutları D hormonu yapamaz.
  • Güneş tam tepedeyken elbette kenarlıklı şapkalarını takın, üstlerine bir şeyler giydirin veya hafif bir kat hindistancevizi yağı sürün, asla kimyasal kremlerden kullanmayın.
  • Nezle veya grip oldu diyelim, mürver şurubu ve çocuklara özel çinko takviyesi kullanın. Reçetesiz ateş düşürücülerin hiçbir şeklini ve çeşidini kullanmayın. Çocuğunuzun 40 derecenin altında ateşi var ve siz müdahale etmek için kendinizi zor mu tutuyorsunuz? Bu ateş sırasında vücudundaki en sağlam hücreler sapasağlam ayaktayken hastalıklı/işi bitik hücreler bir güzel ateşle yakılıp atılıyor diye düşünün içinizi rahatlatmak için.
  • Enfeksiyon durumunda çocuğunuza antibiyotik vermeyi kabul etmeden önce mutlaka laboratuvar tetkiki ile gerekliliğin teyidini isteyin.
  • Çocuğunuza yalnız RO (ters ozmoz) veya doğal kaynak suyu içirin. Ters ozmoz mutfak filtreleri sudaki florün %90’ını alır, kurşun miktarını azaltır ve kloraminleri alır. Suya biraz limon sıkıp klorü nötrleyebilirsiniz. Bebeğinizin banyo suyuna küçük bir miktar, genetiği ile oynanmamış C vitamini katın.

Toplumun ağırlıklı kesimi aşılamayı bırakıp bu 21 maddeyi uygulamaya neden geçmez, şimdi anladınız mı? Hazırcı ve kolaycı Amerikan kültürümüz müsait değil de ondan bunca işe. İş yapmak, uğraşmak istemiyor insanlar. Ceplerinden para çıksın da istemedikleri gibi.

Seneler önce dediğim gibi, “Çocuk sahibi mi olmak istiyorsun? İyi, güzel. O zaman boğazından kaliteli gıda geçmesini sağlamak için elinin cebine gitmesi anlamına gelse de bakacaksın o çocuğa, hayatta kalmasını sağlayacak kadar güvenli bir ortam hazırlamakla olmuyor artık bu iş.”

O yüzden, bir daha aşı ritüelini pas geçtiniz diye çocuğunuza hastalık yuvası minik yarasa yavrusuymuş gibi bakan biriyle karşılaşırsanız ona hiç merak etmemesini, sizinkinin de temizlenip korunmak için geç kordon kesme ritüeli, cilde verniks yedirme ritüeli, probiyotik ritüeli, allahın her günü güneş görme ritüeli, günde 12 defa emzirme ritüellerini yapıp durduğunu, içlerini ferah tutabileceklerini söyleyin.

Sonra size bahsettiğim şu ‘at elini-al ishali’ kapı tokmaklarını hatırlayın ve aşılanmayı gerektirecek denli tehlikeli gördükleri bu mikroplardan korunması için çocuklarını alıp o pislik yuvası yere nasıl götürebildiklerini sorun bir kendilerine. Bakalım açıklayabilecekler mi…

 

ÖNEMLİ NOT: Bu yazı, Levi Quackenboss blogu yazarının izni dahilinde Türkçeleştirilmiştir.