Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanmakta olan tüm yapıtlar eser statüsünde olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır. Sitede bulunan yazı ve görsellerin site sahibinden izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması yasaktır.
1. Aşıların gerçekten hastalık önlemede etkili olduğunu kanıtlayan herhangi bir bilimsel çalışma bulunmamaktadır.
Çeşitli ülkelerin resmi morbidite ve mortalite istatistikleri aşıların epidemilerin sonunda, hastalık son aşamasındayken uygulanmaya başladığını göstermektedir.
2. Sürekli olarak kökünün aşılarla kazındığı iddia edilen ‘çiçek’ hastalığı için aşı zorunlu hale getirildiğinde bilakis hastalık ve ölüm oranları fırlamış, halktan gelen yoğun tepki nedeniyle zorunlu aşı uygulamasına son verilmiştir.
British Medical Journal’da yayımlanan raporunda, İngiltere’nin 19. yy aşılanma istatistiklerini inceleyen Dr. L. Parry şu soruları yöneltiyor:
– Nasıl oluyor da çiçek aşılanmışlarda aşısızlara oranla 5 kat daha ölümcül oluyor?
– Aşılanma oranı en yüksek illerimizden örneğin Bombey ve Kalküta’da ortalığı çiçek hastalığı götürürken, Leicester gibi aşılanma oranı en düşük illerimizin çiçek yüzü görmemiş olması nedendir?
– Çiçek için kurulmuş Metropolitan Asylums Board hastanelerine yatanların %80’inin aşılı, yalnızca %20’sinin aşısız kişilerden oluşmasını nasıl açıklıyoruz?”
KAYNAK: The British Medical Journal. 1-21-1928. p 116.
Bir diğer ‘çiçek’ uzmanı, CDC için görev yapan ve aynı zamanda Güney Kaliforniya Üniversitesi Tıp Fakültesi ile akademik ilişkisi bulunan Dr. Tom Mack, CDC’nin 2001 yılındaki bir toplantısında çiçekten tahmini ölüm oranları ile ilgili konuşurken yetişkinler için çiçekten ölüm oranlarının öyle reklamının yapıldığı gibi yüzde 30’larda değil, yüzde 10 ila 15 civarında olduğunu belirtiyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Kitlesel aşılama olmadan da çiçek zaten ortadan kalkacaktı, ancak sadece biraz daha zaman alacaktı.”
KAYNAK: Dr. Tom Mack. 20 Haziran 2002 tarihli CDC’ye bağlı Bağışıklama Uygulamaları Danışma Kurulu (ACIP) toplantısı yazılı tutanakları.
3. Aşılarla ilgili uzun dönemde güvenli olup olmadıklarını test eden deney ve çalışmalar yapılmamaktadır.
5 gün ila 2 hafta gibi oldukça kısa bir dönemi kapsayan deneylerde test edilen aşıyı olmuş denekler başka bir aşı vurulmuş deneklerle karşılaştırılmaktadır. Teknik olarak deneylerde aşısız bir grupla karşılaştırılma yapılması gerekir. Bizzat aşı üreticileri tarafından yapılmakta olan bu tip deneylerde tam olarak hangi protokollerin takip edildiğini kesin olarak bilmek güçtür.
4. FDA’in 2002 sonundaki bilimsel çalıştayında aşıların toksisite çalışmalarının nasıl yapılması gerektiğini bulmaya çalışmış bilimadamları, zira bu çalışmalar daha önce hiç yapılmamış. Nedenini Dr. Midthun açıklıyor:
“Tarihsel olarak, koruyucu aşıların klinik çalışmalar öncesindeki güvenlik değerlendirmesi yapılırken hayvan modellerinde yapılmış toksisite çalışmaları aranmıyordu. Bunun nedeni aşıların özünde toksik maddeler olarak görülmemesi ve aşıların genellikle düşük dozajlarda ve süre olarak da aylara hatta senelere yayılan bir zaman zarfında yapılıyor olmasıydı.”
Katılımcılardan biri aşıların immün sistemleri son derece hassas olan yenidoğanlara verildiğini hatırlatarak, aşıların toksisite çalışmalarının yaklaşık bir fikir vermesi için genç/yavru deney hayvanlarında çalışılmasını öneriyor, ancak bununla ilgili bir sorun çıkıyor; Dr. Verdier’in belirttiğine göre,
“Korkarım yavru hayvan modellerinin immün sistemleri ile ilgili daha fazla bilgiye ihtiyacımız var, Bu aşamada yavru hayvanları toksikolojide kullanmaya hazır değiliz.”
Dr. Vernier ayrıca daha sonra, yetmiş sene önce alüminyum ilk kullanılmaya başlandığında aşıların “ipso facto” güvenli kabul edildiğini, o dönem bebeklere oldukça az sayıda aşı verildiği için kimsenin aklına bunu düşünmenin bile gelmediğini itiraf ediyor. Yani bilimadamı ve hekimler ne insan ne de hayvan yenidoğanının immün sisteminin nasıl çalıştığı ile halen daha yeterince bilgiye sahip değilken, buna rağmen hayatın ilk birkaç ayında onlarca “zararsız” aşıyı bebekler güvenle olabilirler diye öngörüyorlar.
Bu noktada Vancouver’lı nörobilimci Chris Shaw’un alüminyum hidroksit’le ilgili çalışmasına uzanalım.
Dr. Shaw şarbon aşısı üzerinde başka bir konuyla ilgili çalışırken, çocukluk çağı aşılarında da aynısı kullanılan alüminyum hidroksitin farelerde Parkinson’s, amiyotrofik lateral skleroz (ALS veya Lou Gehrig’s Hastalığı olarak da biliniyor) ve Alzheimer’s semptomları oluşturduğunu görüyor. 20 haftalık çalışma boyunca farelerin %38’inde anksiyite ve hafıza kaybı için istatistiksel olarak anlamlı bir artış görülürken, yüzde 20’sinde alerji artışı yaşanıyor.
Farelerin beyin otopsisinde, beynin hareket kontrol merkezindeki hücrelerin yüzde 35’inin kendi kendini yok etmekte olduğu görülüyor. Dr. Shaw konuyla ilgili şunlaı söylüyor:
“Laboratuvarımdaki hiçkimse aşılanmak istemiyor. Bu hepimizi fena korkuttu. Aşılara kusur bulmak için yapmıyorduk bile çalışmayı. Ancak birdenbire karşımıza, aman Tanrım – nöron ölümü çıktı.”
Daha sonra literatürde alüminyum ile ilgili hemen aşılanma sonrasındaki etkilerinden öteye giden bir çalışma bulamadığından yakınan Dr. Shaw şunları söylüyor:
“Bu fazlasıyla şüpheli bir durum. Endüstri ya bu bağlantıyı biliyordu ve duyulmamasını sağladı ya da hiçbir zaman bu çalışmaları yapmadı bile . . . hangisi daha ürkütücü bilmiyorum . . . başka bir sonuç gösteren çalışması olan varsa . . . koysun ortaya. Bilim böyle yapılır.”
KAYNAK: Scientific workshop on Non-Clinical safety evaluation of Preventive Vaccines: Centre for Biologics Evaluation and Research, Arlington, Virginia, December 2, 2002. http://www.fda.gov/cber/minutes/tox120202.htm.
5. Aşı “güvenliği”nin anlaşılabilmesi için birtakım konuların, özellikle yenidoğanın immün sisteminin doğduğu andan itibaren nasıl çalıştığının, aşıların vücuttaki biyokimyasal etkilerinin bilinmesi gerekir. Oysa bu konularda da muazzam bir bilgi açığı bulunmakta.1998’de aşı firmaları ve ilgili tarafların da katılımıyla düzenlenen bir seminerin songünkü yuvarlak masa toplantısında, Chiron Vaccines şirketinin araştırma departmanı müdürü R. Rappuoli, “6 aydan küçük bebeklerde immün sistemin nasıl çalıştığına dair toplantı sonunda elimizde ne gibi bir bilgi birikimi var diye bakacak olursak cevap “hiçbir şey” olacaktır”, diyor.
Melbourne Üniversitesi’nden immünopataloji profesörü Dr. Nossal ise Japonya’da çocukların %36‘sında atopi [çevresel allerjenlere karşı aşırı hassasiyet; astım, alerjiler ve atopik dermatit], Avustralya’da da çocukların %25‘inde astım olduğunu belirttikten sonra alerji alanında daha yoğun çalışmalara ihtiyaç olduğunu söylüyor ve “hayatın ilk 6 ayındaki bağışıklık ile ilgili ne kadar az şey biliyor olduğumuz şaşılacak şey hakikaten,” diyor.
KAYNAK: Protection of Newborns and Infants from Infectious Diseases. Interplay of Immunology and Biotechnology. A EU-US workshop, June 3-5, 1998, Siena, Italy.
– 2006 yılında İngiltere’de yapılan açıklamalara göre ülkedeki ağır alerjik reaksiyon vakalarında son 5 yılda %146’lık artış yaşanmış, epi-pen kullanımı %125 artmış.
– 1998-2004 yılları arasını kapsayan bir araştırmada İngiltere’de 53 çocuktan 1’i, yani yaklaşık 20 İngiliz aileden 1’inde hayati tehlike taşıyan alerijiye sahip bir çocuk bulunmakta.
– Alerji vakalarının %99.5’i ise 16 yaş altı çocuklarda görülmekte.
– 1990’ların başında İngiltere’deki “bağışıklama programı”nda önemli değişiklikler olduğu, çocukların çok daha erken yaşta çok daha fazla oranda thimerosal, alüminyum hidroksit gibi toksik kimyasalları almaya başladığı düşünülecek olursa, doktorların vitaminden bile daha emin biyolojik maddeler olarak gördükleri ve bol miktarda dağıtmaya çalıştıkları bu aşılar hakkında daha derin soruların sorulması gerektiği anlaşılacaktır.
KAYNAK: Foggo, D. 2006. “Number of children treated for nut allergies soars.” Sunday Times (UK)
– Sunday Times makalesinden iki hafta sonra yayımlanan The Observer makalesine göre ise 2003-2005 arasında ağır alerji vakalarında %54’lük bir artış ve 1995-2005 yılları arasında da tam %610 ‘luk bir artış sözkonusu.
Mevcut durumda şunu görüyoruz ki uzmanlar 6 aydan küçük bir bebeğin immün sistemi hakkında pek az şey biliyorlar; aşılardaki adjuvanları ve diğer bileşenleri bunlar zararlı değildir diye toksisite açısından test etmemişler dahi.
Ancak bildiğimiz şeyler de var: Örneğin, kişinin ciddi alerji geliştirmesi için kanında yüksek seviyede IgE antikorları taşıması ve İmmün sisteminin Th2 ağırlıklı çalışması lazım. Ayrıca biliyoruz ki enjekte edilen alüminyum adjuvanlı aşılar normalde enfeksiyonların yapacağı gibi selüler immün sistemin ilk defans hattını (Th1) tetiklemiyorlar. Bunun yerine humoral sistemin son defans hattını, yani esas itibariyle Th2‘yi tercih eden antikorları aktive ediyorlar. Alüminyumun kullanılma nedeni de bu zaten.
KAYNAK: Del Guidice. G. et al. 2002. “What are the limits of adjuvanticity?” Vaccine, Oct 15; 20Suppl 1: S38-41. PMID: 11587808.
Ancak kimse artan aşı sayısının, bebeğin immün sisteminin ağır alerji oluşumunu provoke edecek şekilde tek yöne ağırlık vererek çalışmasında rolü olup olmadığını araştırmamış bile!
6. Aşıların çocuklarımıza ve topluma neler kattığının(!) bilinebilmesi için aşılanmış bir popülasyonu sağlık durumu bakımından aşılanmamışlarla karşılaştıracak herhangi bir çalışma ne endüstri ne de hükümetlerce bugüne kadar yapılmamıştır. Bağımsız kaynaklarla yürütülen birkaç çalışma ise aşılı çocukların aşısızlara oranla daha fazla hastalık sahibi olduğunu göstermiştir.
Örnek 1: Alman homeopat Andreas Bachmair’in 15 farklı ülkeden 8,000 aşısız çocuğun sağlık verilerini topladığı ve bunları Almanya’da 17.400 aşılı çocuğun sağlık verileriyle karşılaştığı çalışmada, değerlendirmeye alınan her kategoride aşısız çocukların sağlık durumu aşılılara oranla çok daha iyi çıkmış. Aşılılarda aşısızlara oranla iki kattan daha yüksek sıklıkta alerji görülüyor; aşılı çocuklarda astım veya kronik bronşit aşısızlara oranla 8 kat daha sık görülüyor; otoimmün rahatsızlıklar aşısız çocukların yüzde 1’inin yarısından azında görülürken aşılılarda bu oran %7’ye çıkıyor [bu noktada, dünyanın en çok aşılanan ülkesi olan Amerika’da Ulusal Sağlık Enstititüsü’nün (NIH) verilerine göre bugün Amerikalıların %25’inde en az bir otoimmün hastalık görüldüğünü hatırlatalım].
Aşısız çocukların aşılılara göre daha sağlıklı çıktığı diğer kategoriler arasında nörodermatit, herpes, otitis media [kulak enfeksiyonu], saman nezlesi, hiperaktivite, skolyoz [omurga deformitesi], epilepsi ve havaleler, migren ağrıları ve tiroid hastalıkları yer alırken hastalık oranlarının iki grup arasında aşağı yukarı aynı olduğu tek alan, 20 yaş altındaki çocukların yalnızca %0.2’sini etkileyen şeker hastalığı çıkıyor.
Örnek 2: “Effects of diphtheria-tetanus-pertussis or tetanus vaccination on allergies and allergy-related respiratory symptoms among children and adolescents in the United States.” Hurwitz EL, Morgenstern H. UCLA School of Public Health, Department of Epidemiology, Los Angeles, Calif 90095-1772, USA.
Amerika Birleşik Devletleri’nde difteri-tetanoz-boğmaca veya tek başına tetanoz aşılamasının çocuk ve adölesanlarda görülen alerji ve solunum sisteminde alerjiye bağlı ortaya çıkan semptomlar üzerindeki etkisini araştıran bu çalışmada, “astım öyküsüne sahip olma oranının aşısızlara oranla aşılılarda 2 kat daha fazla olduğu, önceki 12 ay içinde alerjiye bağlı solunum rahatsızlığı geçirme oranının da aşılı grupta aşısızlara oranla %63 daha yüksek çıktığı” belirtilmiş.
KAYNAK: http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/10714532
Örnek 3: The New England Journal of Medicine’de yayımlanmış ”Effectiveness of Influenza Vaccine in the Community-Dwelling Elderly” başlıklı, huzurevi sakinleri arasında influenza [grip] aşısının etkinliğini tespit etmeye çalışana araştırmada şu sonuca varılmış:
“Ölçümlenen yüksek riskli tıbbi durumların çoğu aşılı kişilerde aşısızlara oranla çok daha yaygın olarak görülmüştür.”
KAYNAK: http://www.nejm.org/doi/pdf/10.1056/NEJMoa070844
Örnek 4: 2009 yılında Annals of Epidemiology dergisinde yayımlanan bir başka çalışmada, “Hayatın ilk ayında hepatit B aşısını olmuş erkek çocuklarda Otizm Spektrum Bozukluğu görülme riski aşıyı daha geç olmuş veya olmamış olanlara kıyasla 2.94 kat (yani yaklaşık 3 kat) daha yüksek” bulunmuş.
KAYNAK: http://www.annalsofepidemiology.org/article/PIIS1047279709002075/abstract?rss=yes
Çalışmanın yapıldığı 2009 yılı itibariyle ABD bağışıklama programı 2 yaşa kadar bebek ve çocukların 15 farklı hastalığa karşı hazırlanmış 11 aşıyı toplam 28 enjeksiyonla almaları öngörmekte. Hepatit B ile ilgili bu çalışmaya kadar da toplam 11 aşıdan yalnızca KKK (kızamık-kabakulak-kızamıkçık) aşısı daha önce otizmle bağlantılı olarak araştırılmış. CDC’nin yürüttüğü bir çalışmada da KKK ve su çiçeği birlikte vurulduğunda febril konvülsiyon riskini 2’ye katladığı görülmüş. Bu arada ise bu 11 aşının onlarca farklı içeriğinden yalnızca biri, yani thimerosal otizmle bağlantılı olarak araştırılmış. Oysa şimdi bilimadamaları thimerosal ve alüminyumun aşılardaki sinerjik etkileşiminin 2×2=4 olarak değil, 2×2=100 şeklinde olduğunu belirtiyorlar.
Örnek 5: Birtakım bilimsel çalışmalar ve Amerikan Aşı Mahkemesi kararları da Hepatit B aşısının ‘miyelin’ hasarı oluşturduğunu, yani sinir sisteminin ana insülasyon parçasının, sinir kılıflarının hasara uğradığını gösteriyor.
KAYNAK: http://www.uscfc.uscourts.gov/sites/default/files/MILLMAN.BORRERO092408.pdf In the United States Court of Federal Claims , OFFICE OF SPECIAL MASTERS, No. 01-417V September 24, 2008”, “Entitlement; hepatitis B vaccine followed by transverse myelitis and multiple sclerosis.”
Neurology dergisinde yayımlanmış bir başka çalışmada, önerilen Hepatit B aşı serisini olmuş çocukların aşıyı olmayanlara oranla “merkezi sinir sistemi enflamatuvar demiyelinasyonu” geliştirme riski %50 artış gösteriyor. Bu artış büyük oranda İngiliz GlaxoSmithKline firmasının ürettiği ENGERIX B marka aşıya bağlı olarak oluşuyor [aynı zamanda Türkiye’de tercih edilen Hepatit B aşısı]. Bu marka aşı, ‘demiyelinasyon’ riskini %74 arttırıyor ve multipl skleroz tanısı almış hastalarda bu rahatsızlığı geçirme riski neredeyse 3 kat artıyor.
Çalışmanın yazarları sonuç bölümünde şöyle diyor:
“Hepatit B aşılaması genelde çocukluk çağında ‘merkezi sinir sistemi enflamatuvar demiyelinasyonu’ riskini arttırmamakla birlikte, Engerix B aşısı özellikle multipl skleroz teşhisliler için uzun dönemde bu riski arttırıyor gözükmektedir.”
KAYNAK: Hepatitis B vaccine and the risk of CNS inflammatory demyelination in childhood. Yann Mikaeloff, MD, PhD, Guillaume Caridade, MSc, Samy Suissa, PhD and Marc Tardieu, MD, PhD http://www.neurology.org/content/72/10/873.abstract
Neonatal (yenidoğan) HepB aşılamasının demiyelinasyon bozuklukları ve Otizm Spektumu bozuklukları ile ilişkisine bakan yeni bilimsel çalışmaların da hızla yapılmasını umut ediyoruz ve son olarak 16 Ocak 2013 tarihinde Amerikan Federal Aşı Mahkemesi’nin Hepatit B aşısı sonrası geliştirdiği systemic lupus erythematosus (SLE) hastalığından ölen bir yetişkin için $475,000 tazminat ödemiş olduğunu hatırlatıyoruz.
7. Bebek ve çocuklar bir değil aynı anda pekçok aşıyı birlikte oluyor.
- Kombine aşı dozlarının (KKK – DBT – Hib/Meningokok – DTaB/HepB/IPV) etkilerini test etmek amacıyla yapılmış herhangi bir deney bulunmamaktadır.
- Aşıların tekli haldeyken münferit olarak güvenlik deneyleri yapılmakta, daha sonra bu aşılar biraraya getirilerek tek dozda uygulanmaktadır.
- Aşıların bu şekilde kombinasyonlarla verilmesinin tek nedeni ebeveynelere ve doktorlara sağladığı rahatlıktır; böylelikle çocuklar tek seferde 3 veya 5 hastalığa karşı aşılanabilmekte, bir sefer canı yanmakta ve anne-baba doktor ofisine 3 veya 5 kez yerine 1 kez giderek zahmetten kurtulmaktadır.
Kombine/karma aşıların tıbbi olarak sağladığı bir avantaj olmadığı gibi zararlı etkileri de görülmekte, aynı gün olduğu 9 aşı neticesinde geliştirdiği otizm nedeniyle Amerikan Özel Aşı Mahkemesi çocuklara tazminat kararı vermektedir.
8. Bebeklerin aşılanması uygulanmasının bilimsel bir temeli yoktur. İmmün sistemleri bu aşamada henüz olgunlaşmamıştır ve ihtiyaçları olan tek şey hastalığı doğal yoldan geçirmiş olan annelerinden alacakları pasif bağışıklıktır; doğa bunu bu şekilde öngörmüştür.
Bu konuyu biraz açacak olursak, yenidoğanların immün sistemi doğal virüslerle etkin şekilde başa çıkmayı bırakın yapay olarak zayıflatılmış aşı virüsleriyle bile tam başedemeyecek denli naiftir. Doğal yoldan bağışıklanmış anneler, yani viral hastalıkları çocukluklarında geçirmiş olanlar hamilelikte plasental yoldan, çocuk doğduktan sonra da emzirmek suretiyle bağışıklıklarını pasif olarak bebeklerine aktarır ve onları hastalıktan korumuş olurlar.
İmmünologlar pasif bağışıklık transferinin, bağışık annelerin serum ve sütündeki ‘virüs nötralize edici antikorlar’a bağlı olduğunu düşünüyorlar. İlginç bir şekilde, memeli canlıların dişileri erkeklere göre çok daha yüksek oranda antikor üretme kapasitesine sahip. Bu özellik, çocuk yapma çağı boyunca pasif antikor transferi ile bebeklerini koruma ihtiyacı nedeniyle oluşmuş evrimsel bir adaptasyondan kaynaklanıyor olabilir.
– Çocuk doğal bağışıklığa sahip bir anne tarafından emzirilirken virüsle temas ettiğinde bu, çocukta asemptomatik enfeksiyona neden olur (yani çocuk belirti göstermeden hastalığı geçirir) ve sonuç olarak çocuk ömür boyu bu virüse karşı bağışıklık kazanır.
– Sütten kesildikten sonra virüsle ilk kez karşılaşıldıysa çocuk bu defa hastalığı belirtileriyle geçirir ve yine ömür boyu bağışıklık kazanır.
Viral hastalıkların çoğunun çocukluk çağı hastalığı olarak adlandırılmasının nedeni aslında rutin çocukluk çağı aşılamasına geçilmeden önce bu hastalıkların ağırlıklı olarak çocuklarda görülmesi idi. Yenidoğanlar ve süt çocukları maternal bağışıklık sayesinde bu hastalıklardan korunurken, yetişkinler de kendi çocukluklarında bu hastalıkları geçirmiş olduklarından kazanmış oldukları ömür boyu bağışıklık ile korunmaktaydılar. Aşılarla birlikte bu örüntü değişti.
Virüslerle temasımız doğal şekliyle vücudun mukozal yüzeyleri aracılığıyla gerçekleşir. Oysa zayıfatılmış canlı veya inaktive virüs aşıları vücuda enjeksiyon yoluyla verilmektedir. Bu yolla maruziyet serum antikorları oluşmasını sağlıyor ancak mukozal antikorlar oluşmuyor. Kadınların meme bezlerinde antikor üretimi sadece mukozal maruziyetle oluştuğundan, aşılı anneler aşının oluşturduğu antikorları emzirme yoluyla bebeklerine aktaramıyorlar. Ayrıca, aşılı annelerin doğal yoldan bağışık annelere kıyasla serumlarındaki ‘virüse özel antikor’ seviyeleri daha düşüktür. Bu nedenle aşılı anneler plasental yolla fötüse doğal bağışık annelere göre yok denecek kadar az koruyucu antikor aktarabiliyor. İşte bu nedenlerden dolayı, 1990’lı yılların başında kızamık Amerika’da halen endemik haldeyken, doğal bağışık annelerin bebeklerine göre aşılı annelerden doğan bebekler için kızamık enfeksiyonu riski çok daha yüksek kaydedilmişti.
KAYNAK: http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/10545585
Peki bu neden mi önemli?
Çünkü bebeklik döneminde geçirilecek kızamığın beyinde Subacute Sclerosing Panencephalitis (SSPE) adı verilen ölümcül kızamık enfeksiyonuna çevirme ihtimali var.
Amerika’da 1990’ların başında SSPE görülme sıklığı 1960-70’lere kıyasla çok daha yüksektir; 1990 başında yalnızca 55,622 kişilik bir salgın sonrasında görülen 12 SSPE vakasına karşılık 1960’lardaki kızamık salgınlarında 1,000,000 kızamık vakasına 8.5 SSPE olgusu düşüyordu.
KAYNAK: http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/16235165
SSPE sıklığındaki bu 25 katlık artış, önceki onyıllara oranla maternal bağışıklığın koruyucu etkisindeki azalmaya bağlı olarak 1990’ların başında çok daha fazla süt bebeğinin kızamığa yakalanmış olmasıyla açıklanabilir. Maternal bağışıklık koruyuculuğun ortadan kalkmasını ise yine annelerin çocukluklarında aşılanmış olmalarına bağlayabiliriz. Amerika’da rutin kızamık aşılamasına 1960’ların başında geçilmiştir. Aşılama, ileride anne olacak çoğu kadının güvenli bir yaşta hastalığı doğal yoldan geçirip, ileride doğacak bebeğini koruyabilmesi için gerekli doğal bağışıklığa sahip olmasını engellemiştir.
Sürekli yapılan KKK aşılaması ile bir nesil anne ve çocuğu viral hastalığa karşı doğal bağışıklık şansını yitirmiş oldu. O zaman bebekleri korumak için aşılayalım desek, onu da yapamıyorlar zira bebeğe 1 yaş altında zayıflatılmış canlı virüs vermek hem tehlikeli hem de nafile.
Bu durumda aşı yetkililerine soralım: Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorlar? Var mı yaratılan bu açmazdan bir çıkış yolu?
Anneden bebeğe doğal bağışıklık transferi döngüsünü bozmak uzun aşılama kampanyalarının tehlikeli ve geri çevrilemez sonucudur. Bizler hastalığı kapma riskini çocukluktan yetişkinliğe itelediğimizle kalırken, bebekler ortada öylece korunmasız kalmış olurlar. İşte karşımızdaki aşı paradoksu budur: aşılar çocukluk hastalıklarının görülme sıklığını azaltıyor azaltmasına ancak bir sonraki nesil için aynı hastalıkları çok daha tehlikeli hale getiriyor!
9. 6 aya kadar anne sütünden başka bir şey almasın, hassas sistemleri başka herhangi bir şeyi tolere edemez denen bebeklere ilk 6 ayda 15 hastalık için tam 14’er doz aşırı derecede toksik aşı karışımı vurulmasını mantık ve bilim kapsamında nasıl açıklıyoruz?
10. Aşılardaki ağır metaller, kanser yapıcı maddeler, toksik kimyasallar, canlı ve genetiğiyle oynanmış virüsler, hayvan virüsleri ve yabancı genetik materyal ihtiva eden kontamine serum, kontaminasyonu önlesin diye aşılarda kullanılan aşırı toksik kimyasallar ve adjuvanlar, güvenliği test edilmemiş antibiyotiklerin hiçbirinin zarar vermeden enjeksiyonu mümkün değildir.
Aşıların içerik listesini görmek için buraya ve buraya bakabilirsiniz.
11. Dünyada en çok aşı uygulayan ülkeler, bebek ölümü oranlarında da başı çekiyor.
2011’de yapılan bir çalışma, bebek ölümü oranları en yüksek olan ülkelerin aynı zamanda ulusal takviminde en fazla aşıya sahip olan ülkeler olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin, 1 yaş altı çocuklarda Amerika Birleşik Devletleri uyguladığı 26 aşı dozu ile dünyada başı çekiyor, ancak Amerika’da her 1000 canlı doğumdan en az 6’sı bebeklik çağında ölümle sonuçlanıyor. Buna karşılık örneğin İsveç ve Japonya bebeklere 12 doz aşı ile dünyada en az aşı uygulayan ülkeler ve 1000 canlı doğumda 3’ten az bebek ölümü bildiriyorlar.
KAYNAK: http://data.worldbank.org/indicator/SP.DYN.IMRT.IN
Peki, nasıl oluyor da sağlık harcamalarında dünyada başı çeken bir ülkede her yıl 28,000 bebek daha 1 yaşına basmadan ölüyor? Ve madem aşılar halk sağlığı yetkililerinin iddia ettiği gibi bebek ölümlerini düşürmede bu kadar etkili, dünyanın en çok aşılanan ülkesi nasıl oluyor da bebek ölümlerinde bu denli kötü bir karneye sahip oluyor ve dünyada 33 ülkenin gerisinde kalıyor?
Sonunda bu soruların cevabını merak eden bir araştırmacı grubu çıkıp 34 ülkenin aşı ve bebek ölümü istatistiklerine göre yaptıkları çalışmanın sonucunda “aşı dozlarındaki artış ile bebek ölüm oranlarındaki artış arasında istatistiksel olarak anlamlı yüksek korelasyon” buluyor.
Aynı araştırma aşılar ve ani bebek ölümleri arasında da ilişki gösteriyor.
Amerika’da aşı programı premature doğmuş bebekler için değiştirilmiyor, üstelik de immün sistemleri hiçbir şekilde gelişmemişken, her türlü enfeksiyon ve hastalığa açıkken. Amerikan CDC merkezi tarafından açıklanmayan bir başka gerçek de SIDS (ani bebek ölümü sendromu) ölümlerinin aşılanma oranlarının artmasıyla birden fırladığıdır. Ayrıca Amerika’da SIDS ölümlerinin en sık kaydedildiği dönem
2. – 4. aylar arasındadır, yani bebeklerin ilk ana aşı dozlarını aldıkları aylar.
Miller ve Goldman’ın çalışmasında bir bölüm bebeğin aşılanmanın, özellikle de aynı gün olunan çoklu aşılamanın hemen ardından SIDS’e yatkın hale geldiği saptanmış. DTB (difteri-tetanoz-boğmaca) aşısı sonrası ani bebek ölümünü incelemiş araştırmalardan yola çıkarak Miller ve Goldman aşıya bağlı gelişen ölümlerin yanlış bir şekilde SIDS kategorisine eklenmiş olma ihtimalinin hayli yüksek olduğunu gösteriyor.
Miller ve Goldman’ın bulduğu diğer iki çalışmada da DTB aşısını olduktan sonraki 3 günün SIDS ölümü açısından bebekler için yedi ila sekiz kat daha riskli olduğu gösterilmiş. SIDS (ABÖ) ölümlerinin %70 oranında DTB aşılamasından sonra olduğu bulgusu oldukça önemli. DTB aşısı aynı zamanda Amerikan Aşı Tazmin Programı’nda ölüm de dahil olmak üzere hakkında ciddi reaksiyon nedeniyle en fazla tazminat ödenmiş aşı olma ünvanını elinde bulunduruyor.
Ani bebek ölümlerinin Amerika’da bebek ölümleri arasında 2. sırayı aldığı, her yıl onbinlerce bebeğin nedeni açıklanamayan bir şekilde öldüğü ve SIDS ölümlerinin Amerika’da her türlü gayrete rağmen düşürülemediği düşünülürse, hayatlarının ilk anlarından itibaren aşılanmakta olan çocukların sağlığına acaba aşıların olumsuz etkisi var mıdır diye sorulması gerekmez mi?
Ancak sağlık yetkilileri bu sorunun cevabını alabilecekleri hiçbir çalışmayı yapmamak için özel bir gayret sarfediyorlar; aşılılarla aşısızların sağlık durumları karşılaştırılmıyor, ‘thimerosal’de onyıllar sonra fark ettikleri gibi takvime eklenen yeni aşılar ve rapel dozlarıyla aşıların içindeki maddelerin kümülatif etkisinin ve toksisitesinin hangi orana ulaşacağı hesaplanmıyor, aşılar güvenlik testleri yapılmadan çok çeşitli kombinasyonlar halinde bebek ve çocuklara aynı günde olunmak üzere öneriliyor.
SIDS ölümleriyle ilgili sağlık dünyasından çeşitli görüşler şu şekilde:
“Çocukları aşı yoluyla bağışıklama çalışmalarının faydadan çok zarara yol açtığını kanıtlayacak bol miltarda kanıt mevcut.” – Dr. J. Anthony Morris (ABD İlaç Dairesi (FDA) eski Aşı Denetleme Birimi başkanı)
“Aşı öncesi çağda beşik ölümü (ani bebek ölümü/ABÖ/SIDS-sudden infant death syndrome) öylesine az görülürdü ki istatistiklerde bahsi bile geçmezdi. Ancak çocukluk çağı hastalıklarına karşı kitlesel aşılama programlarının geniş çaplı uygulamaya geçmesiyle birlikte 1950’li yıllarda rakamlar tırmanmaya başladı.” Harris L.Coulter, PhD
“Herhangi bir yaştan sağlıklı insanların rutin bir şekilde aşılanmasını destekleyecek yeterli delil bulunmamaktadır.” – Dr. Paul Frame, Aile Hekimliği Dergisi
“Diğer meslektaşlarımca da paylaşılan şahsi görüşüm, Amerika’da her yıl görülen yaklaşık 10.000 SIDS (ani bebek ölümü) vakasının çocuklara rutin olarak yapılan bir veya daha fazla aşıya bağlı olduğudur. En büyük şüpheli Pertussis (boğmaca) aşısı olsa da diğer aşılardan bir veya daha fazlası da olabilir..” – Dr. Mendelsohn, pediyatrist.
“SIDS ölümlerinin sanığı olarak aşıları mahkum edecek kanıtlar henüz ikinci dereceden kanıt kategorisinde olsa da elde oldukça önemli sayılabilecek bulgular mevcut. Ancak bizi bu süregelmekte olan ve büyük ihtimalle de önlenebilir trajedinin nedenine götürebilecek ipucunu medikal araştırma fonlarının anahtarını elinde tutanlar araştırmak istemiyorlar. Aşıların halk sağlığı tarihinin en büyük tıbbi gelişmesi olMAdığını ima edecek her şey ya görmezden geliniyor ya da alaya alınıyor. Aşıların binlerce bebeği öldürdüğü ortaya çıktığı takdirde bunun yaratacağı ekonomik ve politik sonuçlarını düşünebiliyor musunuz?” – Dr. Douglass.
“Japonya’da DPT (difteri-boğmaca-tetanoz) aşılamasının 2 yaşa ertelenmesi, aşı sonrası istenmeyen etkilerde keskin bir düşüşe yol açtı. DPT aşılamasının 3 ila 5. aylarda uygulandığı 1970-1974 arası dönemde, Japon ulusal tazminat sistemi aşıya bağlı 57 kalıcı ağır zarar ve 37 ölüm vakasına tazminat ödedi. DPT aşılamasının 24. aya çekildiği takibeden 1975-1980 arası 6 yıllık dönemde ise aşı sonrası ağır reaksiyon vakaları toplam 8’e, ölüm vakaları ise 3’e düşmüştü. Bu, ağır hasar ve ölüm vakalarında %85 ila %90’lık bir düşüşe tekabul eder.” – Dr. Raymond Obomsawin.
Örnek aldığımız Amerika’da aşılarla yaratılan kronik hastalıklar epidemik boyutta:
– 3 çocuktan 1’i aşırı kilolu
– 6 çocuktan 1’inde özel öğrenme güçlüğü (disleksi vs) var
– 9 çocuktan 1’i astımlı
– 10 çocuktan 1’inde ADHD (dikkat eksikliği ve hiperaktivite) bozukluğu var
– 12 çocuktan 1’inde yiyecek alerjisi var
– 20 çocuktan 1’inde havale/nöbet epizodu yaşanmış
– 12 erkek çocuktan 1’i otizmli
– 45 çocuktan 1’i otizmli
Amerika’da tüm çocukların yarısından fazlası astım, alerjier, öğrenme güçlükleri, otizm, epilepsi gibi kronik hastalıklara sahip. Yani toplam 32 milyon çocuk sürekli, her gün hasta. Çocuklarındaki bu sağlıksızlaşmayı gören ve kendi jenerasyonlarıyla karşılaştıran anne-babalar haklı olarak şu soruları soruyorlar:
– 21. yüzyıl Amerika’sında böyle bir sağlık karnesi nasıl mümkün olur?
– 1960’lardan bu yana ne değişti?
– 1960’larda Amerika bebek ölümü sıralamasında 12.ydi. 2004’ten 2009’a sadece 5 yılda 5 basamak birden nasıl geriledik ve 29.luktan 34.lüğe yerleştik?
– Bugün 6 çocuktan 1’i niye gelişimsel özürlü? Sadece 1997 ve 2008 yılları arasında yüzde 17’lik artışı nasıl açıklıyoruz?
– 45 çocuktan 1’i neden otizmli?
– Ani bebek ölümleri, sırtüstü yatırma uygulamasına geçileli birkaç seneden fazla olmasına rağmen hala 1 yaş altı bebeklerde ölüm nedenleri arasında neden 1. sırada?
– Amerikan çocukların bugün 6 yaşına gelinceye dek vurulmak zorunda oldukları 49 dozluk 14 aşıyı 1960’taki ‘0’ [sıfır!] zorunlu aşıyla karşılaştırınca bütün bunlarda aşının etkisi olduğunu düşünmek mantıksız mıdır?
Bu soruların haklılığı aşağıdaki infografikle yan yana geldiğinde daha da anlaşılır hale geliyor; 1983’te çocuklar 2. aydan itibaren yalnızca DTB, KKK, OPV’den oluşan 7 aşıyı toplam 10 doz alırken, 2012’de anne karnındaki influenza ve şimdi de CDC’nin tüm hamilelere önerdiği DtaP aşısını da sayarsak doğmadan önce 4 farklı aşı, doğum anından itibaren de 15 farklı hastalık için toplam 38 doz aşı oluyorlar.
Ve tabii, 1980 öncesi dönemde 10,000’de 1 olan otizm vakaları bugün 45’te 1 olarak kaydediliyor!
13. Alınan Aşı Sayısıyla Yaşanan Hastane Yatışı ve Ölüm İnsidansı Arasındaki Korelasyon
2011 yılında yayımlanan ve Kanada, Ontario’da 12. ve 18. aylarda vurulan KKK-kızamık/kabakulak/kızamıkçık aşısı sonrası istenmeyen etki izlemiyle ortaya koyulan bulgular:
Sonuç: “12 ve 18. ay aşılarından sonraki bir ila iki hafta içinde hastane acil servisine yatış riski önemli oranda yüksek bulunmuştur. İleride yapılacak çalışmalarla bu istenmeyen sonuçların önceden tahmin edilip edilemeyeceği veya önlenip önlenemeyeceği araştırılmalıdır.”
“Conclusions: There are significantly elevated risks of primarily emergency room visits approximately one to two weeks following 12 and 18 month vaccination. Future studies should examine whether these events could be predicted or prevented.”
KAYNAK: http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3236196/
1990-2010 döneminde Amerikan Aşı Sonrası İstenmeyen Etki Bildirim Sistemi’nde (VAERS) kayıtlı olgulara bakılarak, bebeklerde alınan aşı dozu ve yaşa bağlı olarak hastane yatışı ve ölüm (mortalite) trendleri incelendiğinde ortaya çıkan bulgular:
Özet
Bu çalışmada, Aşı Sonrası İstenmeyen Etki Sistemi (VAERS) veritabandaki 1990-2010 yılları arası veriler incelenmiş, bebeklere ait 38,801 bildirimdeki hastane yatışı veya ölüm vakaları belirlenmiştir. Bildirilen aşının tipine bağlı olarak 1’den 8’e kadar kaç dozluk aşı alındığı hesaplanarak her vaka için not edilmiştir. Hastane yatışı oranlarının a) bildirimi yapılmış aşı dozu ve b) hastanın yaşına göre linear regresyon analizi, sırasıyla r2 ¼ 0.91 ve r2 ¼ 0.95’lik bir linear ilişki ortaya koymuştur. Hastane yatışı oranı linear olarak 2 doz aşı için %11.0’dan (969’ta 107) 8 aşı dozunda%23.5’e (2817’de 661) yükselmiş ve <0.1 yıl yaş grubundaki bebeklerde %20.1’den (765’te 154) 0.9 yaşındaki bebeklerdeki %10.7’ye (801’de86) gerilemiştir. 5-8 aşı dozunun 1-4 aşı dozuna oran yüzdesi (%95 güven intervali, 1.4–1.7 ile) 1.5’tir ve 1-4 doz aşıya bağlı %3.6’lık ölüm oranından 5-8 doz aşıya bağlı %5.5’lik ölüm oranına istatistiksel olarak anlamlı bir artış göstermektedir. Erkeklerin kızlara göre ölüm oran yüzdesi 1.4 bulunmuştur. Elde ettiğimiz bulgular olunan aşı doz sayısı ile yaşanan hastane yatışı ve ölüm vakaları arasında pozitif korelasyon göstermektedir. Aşılar yılda milyonlarca bebeğe vurulduğundan, sağlık yetkililerinin mutlaka bebeklerin alabileceği tüm aşı kombinasyonlarını içeren sinerjik toksisite çalışmalarına göre derlenmiş bilimsel verilere sahip olması gerekir. Aşı güvenliğinin arttırılması en büyük öncelik olmalıdır.
CDC yönergelerinin öngördüğü gibi birden fazla aşının aynı anda çeşitli kombinasyonlar halinde vurulmasının güvenli (ya da etkili) olduğunu gösterecek bilimsel çalışmalar yapılmamıştır. Bulgularımız alınan aşı dozuyla, ASİE sistemine bildirildiği şekliyle hastane yatışı ve ölüm yüzdeleri arasında pozitif korelasyon göstermektedir. Ayrıca, büyük bebeklere oranla yaşça daha küçük bebeklerde aşılanma sonrası hastane yatışı ve ölüm riski önemli ölçüde yüksek çıkmıştır. Aşılar yılda milyonlarca bebeğe vurulduğundan, sağlık yetkililerinin mutlaka bebeklerin alabileceği tüm aşı kombinasyonlarını içeren sinerjik toksisite çalışmalarına göre derlenmiş bilimsel verilere sahip olması gerekir; üniversal aşı tavsiyeleri bu tip çalışmalarla desteklenmek zorundadır.
KAYNAK: Relative trends in hospitalizations and mortality among infants by the number of vaccine doses and age, based on the Vaccine Adverse Event Reporting System (VAERS), 1990–2010 http://het.sagepub.com/content/31/10/1012.full
14. CDC’nin önerdiği aşı takvimine göre aşılanan yavru maymunlar otizm belirtileri geliştiriyor!
Pittsburg Üniversitesi’nden bilimadamlarının yürüttüğü aşağıdaki çalışma, CDC’nin şimdiye kadar ısrarla yapmadığı bir şeyi, bebek ve çocuklara önerilen aşı takviminin bir bütün olarak güvenlik değerlendirmesini yapıyor ve ortaya 1990’lardan beri uygulanan standart aşı programına göre aşılanan yavru maymunların çoğunda otizm belirtileri çıkıyor.
Pediatrik aşıların Resüs Makak maymun yavrularında amigdala büyümesi ve opioid ligand bağlanmasındaki etkisi: Pilot çalışma
“Bu pilot çalışmada, 1990’ların pediyatrik aşı rejimeninin uygulandığı makak yavrularının amigdala hacmi ve DPN amigdala bağlanma kapasitesinde KKK/DtaB/Hib aşılamalarını takiben aşısız yavrulara göre olgunlaşmada farklılıklar gözlemlenmiştir. Aşılı grupta ayrıca bu aşılamaların öncesinde daha büyük total beyin hacmi olduğunun saptanması, önceki aşılamaların olası etkisine işaret etmektedir. Maymunlar üzerinde test aşıların insanlarda kullanım için onaylanmasında önklinik çalışmalardaki aşı güvenlik çalışmlarının önemli bir unsuru olduğundan (Kennedy et al. 1997), bu pilot çalışmanın sonuçları KKK ile thimerosal içeren aşılar arasındaki etkileşimin beyin yapısı ve işlevine potansiyel etkisi açısından üzerinde daha fazla çalışma yapılması gerektiğini göstermektedir.
KAYNAK: http://www.ane.pl/pdf/7020.pdf
Bu ve bunun gibi çalışmalar, aşıların güvenli olduğu ve otizm için risk faktörü oluşturmadığı yönündeki efsaneleri bertaraf eden ve esasen bizzat CDC tarafından çok önce yapılmış olması gereken, ancak bir türlü gerçekleşmeyen, aşı endüstrisinin finansal etkisinden bağımsız yürütülmüş, gerçek bilimsel çalışmalar.
Bu çalışmada otizm-aşılar konusunda çok tartışılmış thimerosal (bu toksik cıva bileşeni birtakım aşılardan kademeli olarak çıkartılmışsa da halen birkaç çocuk aşısında tam dozda, bazıların da da “trace amount” denilen miktarda kullanılmaya devam etmektedir; tekli aşılar dışında büyük aşı flakonlarında da thimerosal halen kullanılmakta ve özellikle 3. dünya ülkelerine bu thimerosal içeren büyük flakon aşılar gönderilmektedir) ve otizmle bağlantısı çeşitli defalar uzmanlarca gösterilmiş olan şaibeli kızamık, kabakulak, kızamıkçık aşısı KKK da uygulanmıştır. Sonuçlar, bugün dünya genelinde yaşanan otizm patlamasıyla paraleldir.
15. Aşılama Virüs ve Bakterilerin Virülansını arttırıyor
Aşılamanın daha güçlü ve virülansı yüksek bakteri ve virüslere yol açma potansiyeline dair CDC’nin açıklaması:
Marek hastalığı virüsü ve infeksiyöz Bursal hastalığından oluşan 2 Avian (kuş) virüsüne karşı aşılama daha virülan (zehirli, mikroplu) suşların ortaya çıkması ile ilişkilendirilmiştir(33). Virülansın belirlenmesinde konak immünitenin rolünün önemi yine miksomatoz virüs ve tavşanların eş-evrimleşme süreçleri ile ortaya konmaktadır (34). Ayrıca, immün baskısının farelerde daha virülan Plasmodium chabaudi parasitlerinin üremesine yol açtığı da gözlemlenmiştir (35). Matematiksel modellemeye göre, patojenlerin büyüme hızı ve/veya toksisitesini düşürmeye yönelik tasarlanmış aşıların, patojenlerin evrimleşmesini sağlayarak virülansını daha da yüksek hale getirebileceği gösterilmiştir (36).”
KAYNAK: http://wwwnc.cdc.gov/eid/article/15/8/08-1511_article.htm
16. ABD (ve buna bağlı olarak da Türkiye) aşı takvimini oluşturan aşıların ruhsat verilmeden önce birlikte kümülatif olarak oluşturacakları etkilerin ne olacağı araştırılmamış, güvenlik testleri yapılmamıştır.
– FDA’in ruhsat verdiği 70 aşıdan hiçbiri üzerinde altın standarda uygun (çift kör plasebo kontrollü) güvenlik deneyi yapılmamıştır.
– Aşılarda hayvan DNA’sı ve karsinojenler kullanılıyor olmasına rağmen hiçbir aşının kanserojen olup olmadığı ve mutajenitesi çalışılmamıştır.
– Aşıların içeriğindeki maddelerin enjekte edildikleri takdirde hangi değerlere kadar güvenli kabul edilebileceği ve hangi değerlerin üstünde toksik kabul edilecekleri araştırılmamıştır.
17. Aşılar ve otizm arasındaki bağlantı resmi hükümetlerce ve aşı endüstirisince olağanüstü bir gayret ve işbirliği ile inkar ve örtbas edilmeye çalışılsa da, Amerikan Özel Aşı Mahkemesi, yapılan 5000’in üzerinde müracaattan örnek dava olarak seçtiği Bailey Banks adlı erkek çocuğunun KKK aşısından sonra otizm geliştirdiğini, Hannah Poling adlı kız çocuğunun aynı gün içinde olduğu 9 aşı sonucu otizm geliştirdiğini kabul ve tazmin etmiş, ancak bu test davalar mahkeme duruşması olmadan taraflar (Amerikan hükümeti ve aileler) arasında anlaşma sağlanmak yoluyla diğerleri için örnek karar oluşturması engellenmiş ve dava dosyaları mühürlenerek basın ya da kamunun dava dosyalarına erişmesi engellenmiştir.
Yine en son Amerika’da 2003 yılından beri Özel Aşı Mahkemesi’nde otizm davalarının haklılığını ispat etmeye çalışan iki aile, uzun uğraşlar sonucu çocuklarının rahatsızlığının aşılardan kaynaklandığını ispat etmiş ve milyon dolarlık tazminatla “ödüllendirilmiştir”.
Çocuklardan 10 yaşındaki Ryan Mojabii için KKK aşılamasından sonra otizm geliştirdiği kabul edilmiş, diğer çocuk, Emily’nin ise 15. ayda olduğu DTB aşısı sonrası (aynı zamanda KKK, Hib ve Prevnar da oluyor) PDD-NOS geliştirdiği kabul edilmiştir.
Bunun dışında Amerika’da basın karartması uygulanmasına rağmen aşı-otizm bağlantısında aşılara bir darbe de İtalya’dan gelmiş, Valentino Bocca’nın 2004 yılında, 15 aylıkken olduğu KKK aşısı sonrası otizm geliştirdiği mahkemece kabul ve tazmin edilmiştir.
18. Otizm dışında, Amerika’da kurulduğu 1986 yılından bu yana ölüm de dahil olmak üzere ciddi aşı reaksiyonları için Ulusal Aşı Tazminat Programı çerçevesinde 3 milyar dolara yakın tazminat ödenmiştir.
19. 2014 yılının ağustos ayında CDC’den üst düzey bilimadamı, epidemiyolog William Thompson, bugün aşılarla otizm bağıntısı olmadığı yönünde resmi birimler tarafından kanıt olarak öne sürülen 2002-2003 yılına dayanan kilit çalışmalardan birinde meslekdaşları ile birlikte CDC üst yönetiminden gelen direktifler doğrultusunda bilimsel verileri tahrif etmek yoluyla sahtekarlık yaptıklarını, bu şekilde toplumun belirli bir altgrubunda son derece büyük otizm riski oluşturduğunu gördükleri KKK aşısının vurulma zamanı ile ilgili gerçeklerin kamuyoundan ve dünyadan gizlendiği itiraf etmiştir. İhbarcı statüsünde, avukatı aracılığıyla yaptığı bu itiraftan sonra CDC konuyu kendi bünyesinde açacağı bir soruşturma ile araştırcağı yönünde açıklama yapmış, ancak doğrudan kendilerini suçlu durumu düşürecek ve hatta bazı devlet çalışanlarının hapisle cezalandırılmasının gündeme geleceği ve devleti muazzam boyutlarda tazminatla karşı karşıya bırakacağı için bu skandal anaakım medya tarafından tam karartmayla gizlenmeye devam etmektedir. Zira devletin 5000 ailenin aşılar ve otizm bağıntısı olduğu yönünde açmış olduğu toplu davayı reddetme gerkçesi olarak bizzat bu hileli çalışmalar kullanılmış, güvenli olduğu gerekçesiyle aynen uygulanmaya devam eden ve hatta üzerine yeni aşılar eklenen takvimle milyonlarca çocuğun daha zarar görmesine yol açılmış ve halen de bu bilgi gizlenmek suretiyle insanlık suçu işlenmeye devam edilmektedir.
20. Aşılarla ilgili son skandal ise bilindiği gibi HPV aşısı ile ilgili olarak Dr. Sin Hang Lee’nin, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün başkanı Dr. Margaret Chan’e 16 sayfalık açık şikayet mektubu göndermesiyle gündeme gelen ve GACVS, CDC, Japonya Sağlık Bakanlığı ve diğer şahıs ve kurumların HPV aşısının güvenli olduğu ilüzyonunu, aksi yönde meşru kanıtlara rağmen sürdürebilmek amacıyla veri manipülasyonu yapmak ve bilimsel gerçeklerin ortaya çıkmasını önlemekle itham edilmesi vakasıdır. Bu tür vakalardan anlaşılacağı üzere bilim bugün tam manasıyla endüstrinin kontrolü altındadır ve global pazar kaybının önlenmesi için tıp ve ilaç endüstrileri gerçekleri her ne pahasına olsun gizlemeyi göze almış durumdadır.
Yasal Uyarı: Bu sitede yayınlanmakta olan tüm yapıtlar eser statüsünde olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında korunmaktadır. Sitede bulunan yazı ve görsellerin site sahibinden izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması yasaktır.
En Son Yorumlar