Bugün çocuklar arasında en yaygın görülen kronik hastalıklarının başında geliyor besin alerjileri ve egzema. Farkındalık mecburen artıyor, anne-babalar yardımlaşma ve bilgi paylaşımı için çeşitli platformlarda gruplar oluşturuyor ve bunların hepsi her nasılsa son 10-15 yıl içinde oluyor.

Sorun yaygınlaştıkça bu önceki nesillerin tanımadığı, bilmediği sorunlar adeta “normalleşiyor”. Peydah olan sorunu nasıl çözeceğine odaklanmış anne-babalar belki bu telaşla sorulması gereken asıl soruyu atlıyorlar: Neden?

Bu sorunun neden ve nasıl oluştuğu irdelenmeden soruna gerçek manada çözüm bulunabilir mi?

2012’de dünya genelinde besin alerjilerinin görülme sıklığı araştırılmaya çalışılıyor mesela, hem gelişmiş hem de Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde… Büyük eksiklikler var tutulan kayıtlarda, Türkiye’nin de aralarından bulunduğu çok sayıda ülkede bu veriler sistematik şekilde toplanmıyor dahi. Yine de, ortaya çıkan tabloda bazı gelişmiş ülkelerde ‘bebek’ popülasyonunda kanıtlanmış besin alerjisi her 10 bebekte 1 gibi salgın denilebilecek boyutta ve son 10 yıl içinde muazzam bir artış gösteriyor veriler. Benzer ivme dünyanın geri kalanını için de geçerli ve artık besin alerjileri küresel bir sorun olarak gösteriliyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nin halk sağlığından sorumlu kurumu CDC’nin verileri, 1997-2011 arasında 0-17 yaş arası çocuklarda besin alerjilerinde %50 artış gösteriyor. ABD’de hem çocuk hem de yetişkin popülasyonunda en fazla anafilaktik reaksiyon besin kaynaklı olanlar. Ve bu hızlı gelişen alerjik reaksiyonlar ölümcül olabiliyor.

Kayıtları iyi tutulan bir başka ülke, Birleşik Krallık’a bakıyoruz. 1990 yılından bu yana anafilaksi gelişimine bağlı hastane yatışında %700, besin alerjisi nedeniyle yapılan hastane kabulünde ise %500 artış var.

Peki ama bu hayati tehlike oluşturan besin alerjileri nasıl oldu bu kadar yaygınlaştı, hala bu soruyu soran pek yok derken, Developing Drugs dergisinde bağımsız araştırmacı Vinu Arumugham tarafından bir olgu sunumu yayımlanıyor. Sunumun başlığı: “Aşılarda Bulunan Gıda Proteinlerinin Besin Alerjisi Gelişimine Yol Açtığına Dair Kanıt ve Bunun Aşı Politikaları için İmplikasyonları”.

Odadaki fil acaba aşılardaki allerjenler, yani bizzat aşılarda kullanılan gıda proteinleri olabilir mi?

Tarihi Perspektif

Arumugham’ın da belirttiği gibi bilimadamları zaten yüz yılı aşkın zamandır tutup gıda proteinleri insanlara veya hayvanlara enjekte edildiği takdirde canlının bağışıklık sisteminin bu proteinlere duyarlılık geliştirdiğini biliyor.

1940’lardan beridir de aşıların içindeki gıda proteinlerinin aşılananlarda alerji oluşturabileceği araştırmacılarca teyit edilmiş durumda.

Aşı-alerji bağıntısını kamuoyunun dikkatine ilk getiren Arumugham değil elbette. Heather Fraser, 2011’de yayımladığı The Peanut Allergy Epidemic: What’s Causing It and How to Stop It [Yerfıstığı Alerjisi Salgını: Neden Oluşur ve Nasıl Durdurulur?] adlı nefes kesen kitabında aşıların rolünü güçlü kanıtlarla izah ediyor. Fraser, kitabında, ondokuzuncu yüzyılda geçilen kitlesel aşılama ile birlikte birden toplu olarak ortaya çıkan ve adına “serum hastalığı” denilen alerji fenomeninden bahsediyor.

food_allergies_image

Aşılardaki Alerjenler Neler

Aşılarda bildiğimiz hangi gıda proteinleri var?

Tavuk yumurtası, ovalbumin, kazein, jelatin, soya ve agarı sayabiliyoruz ilk etapta.

Ancak Arumugham’ın da belirttiği gibi aşılardaki sentetik polisorbat 80 ve sorbitol gibi maddelerin hindistancevizi, hurma, ayçiçeği, buğday ve mısırdan elde edildiğini de unutmamak gerekiyor. Polisorbat 80 üretimi için gerekli oleik asitler için ayrıca sıvı bitkisel yağlar, baklagil yağları ile çeşitli tohum ve çekirdek yağları da kullanılıyor.

Bu kaynaklardan elde edilen alerjen protein kalıntılarından tamamen arındırılması mümkün değil aşıların diye ekliyor Arumugham. Üstelik, alerjik hassassiyetin oluşması için gıda proteinlerine çok düşük seviyede [nanogram ölçüsüyle] bir maruziyet de yeterli.

Alüminyum bazlı adjuvanlarla sinerji

Bu noktada aşılarda, vücudun vereceği immün yanıtı güçlendirici etkisi nedeniyle kullanılmakta olan alüminyumlu adjuvanlar en endişe uyandıran nokta olarak öne çıkıyor, zira aynı adjuvan aşıda kullanılan gıda proteinlerine vücudun tepkisini de arttırmış oluyor.

Bugünkü uygulamada çocuklara tek seansta birkaç farklı aşı birden vurulduğundan, çok sayıda gıda proteini, bir de bunların immünojenesitesini arttıracak türlü adjuvanlarla beraber vücuda zerk edilmiş oluyor.

Peki bu ne demek?

ABD’nin Tıp Enstitüsü (Institute of Medicine) aşıların “bazı durumlarda sensitizasyon (duyarlılık) oluşturabileceğini ve buna bağlı olarak da aralarında anafilaksi de olmak üzere hiperduyarlılık reaksiyonları geliştirilebileceği”ni kabul ediyor biliyoruz ki. Bu bilinmesine rağmen aşılardaki alerjen içeriğini kontrol amaçlı hiçbir yasal düzenlemenin yapılmamış olduğunu görüyoruz. Aşılarda kullanılan alerjenler için ne güvenlik sınır değerleri oluşturulmuş durumda ne de bugüne kadar aşılar bu amaçla herhangi bir kontrole tabi tutulmuş durumda.

Bu bağlamda, sorunu çözmek adına araştırmacı Arumugham’ın önerdiği adımlara katılmamak mümkün değil.

Örneğin atılması gereken bu adımlardan en barizi, aşılardan gıda proteinlerinin ve alüminyum bileşiklerinin bir an evvel çıkartılması. Böylelikle alerjik duyarlılık oluşma riski önemli sayıda çocuk için azaltılmış olacak.

Bir diğeri, aşılama takviminde bir miktar frene basılarak tek seferde yalnız bir aşı vurulmasına dikkat etmek.

Minvalde de aşılarla besin alerjileri arasındaki ilişkinin şeffaf şekilde sorgulanmasını öneriyor Arumugham ki, kamuoyu aşıların taşıdığı risklerle ilgili daha fazla aydınlatılmış olsun.

Çalışmasının sonunda yer verdiği şu cümle ise özellikle önemli:

“Doktorlar aşı ürün bilgisinden veya hakemli dergilerde yayımlanmış çalışmalardan aşılarla besin alerjileri arasındaki muhtemel ilişkiye dair hiç bilgi edinmiyorsa, karşılaştıkları olgularla aşı arasındaki bağlantıyı kurup Aşı Sonrası İstenmeyen Etki Bildirim Sistemi’ne [ASİE] bildirmelerini ve müteakip araştırmaların yapılmasının yolunu açmalarını nasıl bekleyebiliriz ki?